TEŞKÎK

(التشكيك)

Bir lafzın, tanımı ve niteliğinde farklılık bulunan varlıkları değişik derecelerde ifade etmesi anlamında mantık terimi.

Sözlükte “şüphe etmek” anlamındaki şekk kökünden türeyen teşkîk “şüphelendirmek, tereddüde sevketmek” mânasına gelir. Mantıkta bir lafzın çeşitli tikel varlıklar arasındaki ortak anlama farklı derecelerde delâlet etmesi teşkîk, eşit derecede delâlet etmesi tevâtu’ terimiyle ifade edilir (et-TaǾrîfât, “müşekkek” md.; Tehânevî, Keşşâf, I, 780-782). Teşkîk tarzında kullanılan lafza müşekkek, tevâtu’ tarzında kullanılana mütevâtı’ denir. Aristo Kategoriler kitabının giriş kısmında isimleri eş adlı (homonymous/müşterek), eşit anlamlı (synonymous/mütevâtı’) ve türemiş (paronymous/müştak) diye tasnif etmiş, daha sonra felsefe geleneği içinde bu taksim farklı şekillerde yorumlanarak yeni tasnifler ortaya konmuş, bunların çok genel tasnifler olması, eş adlı lafızlarla eşit anlamlı lafızların altına konulamayan birtakım isimler için yeni kategoriler geliştirilmesine yol açmıştır. Bu bağlamda ne eş adlı ne eşit anlamlı olduğu için arada kalan ve hangisine dahil edileceği hususunda şüphe duyulan bir isimler kategorisi ortaya çıkmış ve bunlara müşekkek denilmiştir. İbn Sînâ öncesinde İskender Afrodisî (Alexander Aphrodisias) ve Ebü’l-Ferec İbnü’t-Tayyib es-Serahsî bu tür lafızlar için “mutavassıt”, Fârâbî hem mutavassıt hem müşekkek terimlerini kullanmıştır. Bu lafızlar ilk defa İbn Sînâ’nın Kategoriler kitabında sistemleştirilmiş ve bunlar için teşkîk ve müşekkek terimleri benimsenmiştir.

Mantık ilminde anlamlara delâleti olan lafızlar çeşitli biçimlerde kullanılır. Bazan tek bir lafız bir veya çok anlama, bazan birçok lafız tek anlama delâlet eder. Teşkîk ve müşekkek kavramları birinci gruba, müterâdif ikinci gruba dahil edilir. Felsefî gelenekte birçok şeye ortak olarak söylenen isimlerin en üst cinsi müşterek isimlerdir. Ancak buradaki iştirak (ortaklık) isimde ortaklık, anlamda ortaklık bakımından çeşitli terkipler oluşturur ve sözü edilen isimler bu terkipler bakımından değerlendirilir. İştirak sadece isimde kalırsa bu ortaklık, anlamı daha çok dikkate alan felsefî disiplinler açısından lafzî bir durum kabul edilir ve ortak anlama delâleti olan ortak isimler ön plana çıkarılır. Bu tür bir iştirak genellikle iki kısma ayrılır. Söz konusu ortaklık ya tevâtu’ (eşit anlamlılık) ya da ittifak yoluyla olur. Bunlardan ilkine mütevâtı’, ikincisine müttefik denir. Tevâtu’, anlamı ve niteliği aynı olan birçok şeye aynı ismin verilmesidir. Buna göre aralarındaki ortak özellikten dolayı birden çok şeye delâlet eden cins ve türe ait lafızlara mütevâtı’, bu delâlet tarzına tevâtu’ denir. Meselâ insana, ata, kuşa, Ali’ye, Ahmet’e, şu ata ve şu kuşa “canlı” denildiği zaman bütün bu varlıklara aynı anlam yüklenmiş olur. Şu halde canlı lafzı mütevâtı’ isimdir.

Müttefik isimlerin ilki olan müşekkeke giren isimler, ifade ettikleri varlıklara delâleti farklılık arzeden lafızlardır. Buna göre teşkîkte tek bir ortak isim birçok şey için aynı anlamı farklı derecelerde taşır. Meselâ “varlık” lafzı var olan her şeye delâlet etmekle birlikte bu delâlet hepsi için mutlak biçimde aynı olmamaktadır. Nitekim cevhere ve araza varlık denirse de bu iki varlık çeşidi öncelik ve sonralık bakımından belli bir derecelenme farkı taşır. Aynı şey, zorunlu varlık (Allah) ve mümkin varlık (mahlûkat) örneğinde görüldüğü gibi bir derecelenmede de söz konusudur. Zira zorunlu olan mümkin olana göre varlık anlamına daha çok lâyıktır. Şu halde varlık lafzı bu iki varlığa ancak teşkîk tarzında delâlet etmektedir. Bu delâlet farkı şiddet ve zayıflık yönünden de olabilir. Meselâ kar ve fildişi için “ak” lafzı kullanılırsa da kardaki aklıkla fildişindeki aklık farklı derecelerdedir. Fârâbî teşkîkin daha çok cedelde kullanıldığını, karşıt (mütekabil) sonuç veren iki kıyasın uzlaştırılmasına telif, küçük öncülleri müşterek, büyük öncülleri karşıt olan kıyas şekline teşkîk denildiğini belirtir (Kitâbü’l-Cedel, III, 16, 21). Teşkîk daha ziyade nisbet ve izâfet ifade eden durumlarda kullanılır. “Bir şeyi bilmek, bir şeye sahip olmak, bir şeyi sevmek” gibi ifadelerdeki “şey” lafzı buna örnek gösterilebilir (İbn Sînâ, el-Cedel, s. 6, 120).

Diğer taraftan aynı nesneyi eşit derecede ifade eden lafızlara müterâdif, gerek mahiyetleri gerekse tarifleri açısından


aralarında ilişki bulunmayan nesneler için kullanılan isimlere mütebâyin denir. Meselâ Arapça’da sarhoşluk veren sıvıyı ifade eden “hamr, râh, ukār” lafızları müterâdif, mahiyetleri ve tanımları tamamen farklı olan nesneler için kullanılan at, gümüş, elbise, fincan gibi isimler mütebâyin lafızlardır. Bu sonuncu türden lafızlara “mütezâyil” adı da verilir. Tevâtu’ lafızları kanıtlama, tartışma (cedel), hitabet ve şiirde kullanıldığı halde teşkîk ve müterâdiflerinin kanıtlama ve hitabette kullanılmasının zihin karışıklığına yol açacağı belirtilir (Gazzâlî, s. 52-53).

BİBLİYOGRAFYA:

Tehânevî, Keşşâf, I, 780-782; Aristoteles, Kategoriler (trc. Saffet Babür), Ankara 1996, s. 7-9; Alexander Aphrodisias, On Aristotle Metaphysics 4 (trc. A. Madigan), London 1993, s. 14, 15; Fârâbî, Kitâbü’l-Cedel (Manŧıķ Ǿinde’l-Fârâbî içinde, nşr. Refîk el-Acem), Beyrut 1986, III, 16, 21; a.mlf., Harfler Kitabı (trc. Ömer Türker), İstanbul 2008, s. 78, 95; İbn Sînâ, Kategoriler (trc. Muhittin Macit), İstanbul 2010, s. 8-16; a.mlf., el-Cedel (nşr. Ahmed Fuâd el-Ehvânî), Kahire 1965, s. 6, 120; Gazzâlî, MiǾyârü’l-Ǿilm (nşr. Süleyman Dünyâ), Kahire 1960 → Beyrut, ts. (Dârü’l-Endelüs), s. 52-55; İbn Rüşd, Telħîśu Kitâbi’l-Maķūlât (nşr. M. Bouyges), Beyrut 1983, s. 6, 7; Kwame Gyekye, Arabic Logic: Ibn al-Ŧayyib’s Commentary on Porphyry’s Eisagoge, Albany 1979, s. 196, 197; Cemîl Salîbâ, el-MuǾcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, II, 333-335, 378-379; Câ‘fer Âl-i Yâsîn, el-Fârâbî fî ĥudûdih ve rüsûmih, Beyrut 1405/1985, s. 150-151; İbrahim Çapak, Gazzâlî’nin Mantık Anlayışı, Ankara 2005, s. 25-33.

Muhittin Macit