TEYZE

Arapça karşılığı hâledir. Anne (üm) kelimesi gerçek anlamıyla insanı doğuran kadını, mecaz anlamıyla insanın üst soyu kapsamındaki kişileri doğuran bütün kadınları ifade ettiğine göre teyze de gerçek ve mecaz anlamlarıyla anne ve ninelerin kız kardeşlerini kapsar. Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde çoğul şeklinde geçen hâle (hâlât) (en-Nisâ 4/23; en-Nûr 24/61; el-Ahzâb 33/50) birçok hadiste yer almaktadır (Wensinck, el-MuǾcem, “ħvl” md.). Bir hadiste, “Teyze anne derecesindedir” buyurulmuştur (Buhârî, “Śulĥ”, 6; Ebû Dâvûd, “Ŧalâķ”, 35; Tirmizî, “Birr”, 6). Çok günah işlediğini söyleyip nasıl tövbe edeceğini soran bir kişiye Hz. Peygamber, “Annen baban hayatta mı?” demiş, “Hayır” cevabını alınca, “Teyzen hayatta mı?” diye sormuş, olumlu cevap alınca da, “O zaman ona iyilikte bulun” demiştir (Müsned, II, 14). Resûl-i Ekrem bu tavsiyesini bizzat uygulayarak teyzesine bağışta bulunmuştur (Ebû Dâvûd, “BüyûǾ”, 41). Öte yandan Hz. Yûsuf hakkındaki, “Annesini babasını tahtının üzerine çıkartıp oturttu” âyetinde (Yûsuf 12/100) anne ile teyzenin kastedildiği, Hz. Yûsuf’un annesinin vefatından sonra babasının Yûsuf’un teyzesiyle evlendiği rivayet edilmiştir (Süyûtî, IV, 587-588).

Teyzeyle ilgili fıkhî hükümlerin başında evlenme yasağı gelir. Teyze yeğeninin mahremi olup aralarında ebedî evlenme yasağı vardır. “Size anneleriniz … ve teyzeleriniz haram kılındı” âyetiyle (en-Nisâ 4/23) sabit olan bu yasağın kapsamına ninelerin kız kardeşleri de girer. “Nesep yoluyla haram olan süt emme yoluyla da haram olur” hadisi gereği (Buhârî, “Nikâĥ”, 20; Müslim, “RađâǾ”, 1, 9) sütteyze de evlilik yasağı bakımından gerçek teyzeyle aynı hükümdedir. Diğer taraftan bir kadınla teyzesinin aynı kişinin nikâhı altında bulunması Hz. Peygamber tarafından yasaklanmıştır (Buhârî, “Nikâĥ”, 27; Müslim, “Nikâĥ”, 37, 39). Teyzenin mirastaki durumu sahâbe arasında tartışılmış, Zeyd b. Sâbit mirasçı olamayacağını, Abdullah b. Mes‘ûd daha yakın mirasçı bulunmadığı takdirde anne yerine sayılarak miras alacağını söylemiş, Hz. Ömer teyze ve hala arasında mirası bölüştürerek teyzeye üçte bir, halaya üçte iki hisse vermiştir. “Hala ve teyzenin mirası hakkında bana vahiy gelmedi”; “Hala ve teyzeye miras yoktur” hadisleri (Abdürrezzâk es-San‘ânî, X, 281-282) zayıf bulunmuştur. Teyzenin zevi’l-erhâm grubunda yer aldığı hususunda mezhepler görüş birliği içindedir. Bu gruptan akrabalar, Hanefî ve Hanbelîler’e göre karı koca dışında belirli pay (farz) sahiplerinin ve asabenin yokluğu halinde mirasçı olabilirken Mâlikî ve Şâfiîler’e göre mirasçı olamaz; ancak müteahhir Mâlikî ve Şâfiî âlimleri bu grubun da miras alabileceği konusunda ittifak etmiştir (bk. ZEVİ’l-ERHÂM).

Teyze belirli durumlarda küçük yaştaki yeğeninin bakım, gözetim ve eğitimini (hidâne) üstlenme hakkına sahiptir. Resûlullah, umretü’l-kazâyı tamamlayıp Mekke’den ayrılacağı sırada Hamza’nın kızı Ali b. Ebû Tâlib’in peşinden gitmiş, o da eşi Fâtıma’ya, “Amca kızını al” demiş ve Fâtıma küçük kızı kucağına almıştı. Bunun üzerine Hz. Ali, Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Zeyd b. Hârise arasında küçük kızın velâyeti hususunda ihtilâf çıkmıştır. Hz. Ali, “Amcamın kızıdır”; Ca‘fer, “Hem amcamın kızıdır hem de onun teyzesiyle evliyim”; Zeyd ise, “-Hz. Peygamber’in bana kardeş yaptığı- kardeşimin kızıdır” diyordu. Resûl-i Ekrem, “Teyze anne derecesindedir” diyerek kızı teyzesine vermiştir. Fakihlerin çoğunluğuna göre teyzenin yeğeni üzerinde nafaka hakkı yoktur; Hanefîler’e ve Hanbelîler’in bir kısmına göre mahrem akraba olması sebebiyle teyzenin nafaka hakkı vardır. Mâtürîdî gibi bazı âlimler kişinin içeri girip yemek yiyebileceği evler arasında teyzenin evinin de sayılmasını (en-Nûr 24/61) ihtiyaç sahibi yeğenin teyzesinden nafaka alabileceğine delil göstermiştir. Sütteyzenin miras, hidâne ve nafaka hakkı bulunmadığı hususunda ise görüş birliği vardır. Teyzenin yeğeni lehinde şahitliği büyük çoğunluğa göre geçerlidir; yalnız Süfyân es-Sevrî’nin mahrem akrabanın birbiri lehine şahitliğini geçersiz saydığı nakledilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 14; Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, el-CâmiǾu’ś-śaġīr, Beyrut 1406/1986, s. 237; Şâfiî, el-Üm (nşr. Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib), Mansûre 1422/2001, VI, 11-13, 240; Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, X, 281-282; Sahnûn, el-Müdevvene, II, 284, 357, 359, 362; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Halil İbrahim Kaçar), İstanbul 2007, X, 206-207; Serahsî, el-Mebsûŧ, V, 209-211; XXX, 18-20, 292, 298; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Aĥkâmü’l-Ķurǿân (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1408/1988, I, 479; Kâsânî, BedâǿiǾ, II, 262; IV, 33, 41-42; Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, Kahire 1400/1980, II, 37; Muvaffakuddin İbn Kudâme, el-Muġnî (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî-Abdülfettâh M. el-Hulv), Kahire 1406/1986, IX, 82-89, 522-523; XI, 377, 420-426; XIV, 184; Süyûtî, ed-Dürrü’l-menŝûr, Beyrut 1993, IV, 118, 587-588; Şirbînî, Muġni’l-muĥtâc, III, 176, 180, 452-454; Muhammed b. Ahmed ed-Desûkī, Ĥâşiye Ǿale’ş-Şerĥi’l-kebîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), II, 251, 527; Şevkânî, Fetĥu’l-ķadîr, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), IV, 52-53; İbn Âbidîn, Reddü’l-muĥtâr (Kahire), VI, 795-797; Abdurrahman b. Muhammed en-Necdî, Ĥâşiyetü’r-Ravżi’l-mürbiǾ, Beyrut 1403/1983, VII, 129-130; “Ħâle”, Mv.F, XIX, 10-11.

Mehmet Boynukalın