TIRÂZ

(الطراز)

Halife, hükümdar ve devlet adamlarının unvanlarını, lakaplarını taşıyan sırma işleme ve yazılarla süslenmiş elbise, bunların dokunduğu atölye.

Sözlükte “süslemek, bezemek” anlamına gelen tırâz Arapça’ya Farsça’dan geçmiştir. Kelime “her şeyin iyisi ve güzeli” anlamında da kullanılır. Araplar zekice güzel söze tırâz derlerdi. Taş, maden ve ahşap üzerine işlenmiş veya mozaik, cam ve çini ile oluşturulmuş yazı kuşakları ve şeritler için de tırâz kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. Makrîzî’nin el-Ħıŧaŧ’ında (II, 79), “taşa işlenmiş tırâz motifi” ifadesine rastlanmaktadır. Güzel bir yer için “yeryüzünün tırâzı” denilmiştir. İbnü’l-Esîr aslında iyi kumaş dokunan yere tırâz adı verildiğini kaydetmektedir (en-Nihâye, III, 266). Tırâz “tarz, alâmet, işaret, sembol, damga, nakış, iz” gibi anlamlarda kullanılmıştır. Bunlar bina, eşya ve evrak üzerinde olabilirdi. Bir devletin veya bir kurumun amblemine de tırâz denilmiştir. Tırâz geleneğinin Mısır firavunlarına kadar uzandığı söylenebilir. Günümüze ulaşan örneklerden Mısır’da Tinnîs’te hükümdarın hazinesine bağlı tırâz imalâthanesinin yanında halka ait bir imalâthanenin de bulunduğu anlaşılmaktadır. Mısır’ın delta bölgesinde dokunan kumaşlar Tinnîsî, Dimyatî veya Tırâz-ı Tinnîs, Tırâz-ı Dimyat gibi yapıldığı yerin adına nisbetle anılmakta, Tinnîs’te 5000 kadar tezgâhta kumaş üretimi yapılmaktaydı. Bunlar arasında halifeye ait bir kumaş atölyesi de bulunmaktaydı (İbn Abdürrabbih, VII, 282; İA, XII/1, s. 240). Tûne, Şetâ, İskenderiye, Debîk, Behnesâ, Feremâ ve Kahire gibi merkezlerde tırâzlı kumaş dokunmaktaydı. Mısır’dan papa için Vatikan’a değerli kumaş gönderilmekteydi. Firavunlar, kendilerine sadık kimselere altın gerdanlık ve kıymetli eşyanın yanında değerli elbiseler de hediye ederdi. Bu döneme ait mezarların duvar resimlerinde, buralardan çıkarılan elbise, lahit ve papirüslerde şerit halindeki yazılara çokça rastlanmaktadır.

Çok değerli kumaşlardan yapılan elbiselerin yaka kenarlarına, yenlerine, ön veya arkalarına işlenen, genellikle kûfî bir yazı şeridi biçimindeki süslere tırâz, üzerine tırâz işlenmiş kumaşa mutarraz, bu kumaşın üretildiği imalâthanelere dârüttırâz/turuz adı verilir (Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, s. 26). Hilâl es-Sâbî Ahvaz, Tüster, Cehrem ve Dârâbcird’i dârüttırâzların bulunduğu şehirler arasında kaydeder (a.g.e., a.y.). Bu imalâthaneler için İran’da tırâz-hâne/kârgâh kelimeleri de kullanılmıştır. Emevîler ve Abbâsîler’de, daha sonra Türk-İslâm devletlerinde yazı ve alâmetleri kumaşa işlemek üzere bu tür imalâthaneler kurulmuştur. Hârûnürreşîd’in, içinde Horasan eyaletinin Me’mûn’a tevcihinden söz edilen vasiyetnâmesinde tırâz imalâthanesinden de bahsedilmesi (Ezrakī, I, 236, 239) ve Dîvânü’t-tırâz’ın mevcudiyeti daha ilk dönemlerden itibaren İslâm devletlerinde tırâzın kazandığı önemi göstermektedir. Halifelere mahsus sembol ve yazılar taşıyan tırâzlar değerli kumaşlar üzerine işlenirdi. İbn Haldûn hükümdarların ipek, dîbâ ve ibrişimden elbiselerinin veya kaftanlarının üzerindeki sırma şeklindeki işlemeleri (tırâz) mülk, saltanat ve hânedanlarla ilgili geleneklerde görülen ihtişam ve debdebelerden biri olarak zikretmektedir (Mukaddime, I, 673).

Eski İran ve Bizans’ta hükümdarlar elbiselik kumaşları dokunurken üzerine isim, resim veya özel alâmetlerini işletirlerdi. Bunların daha belirgin şekilde görülmesi için altın sırma veya kumaşın hâkim rengine zıt renklerde ipek iplikler kullanılırdı.


Hilâfetin veya hükümdarlığın alâmetleri arasında sayılan özel işlemeli, tırâzlı giysilerin İran ve Bizans kültüründen müslümanlara geçtiği anlaşılmaktadır. Resmi zemmeden bazı rivayetlerin etkisiyle İslâm devletlerinde tırâz sembolik şekillerle isimlere, hayır ve bereket duaları ihtiva eden kûfî yazılara dönüşmüştür. İslâm dünyasında bu geleneği başlatan Emevî halifelerinin tırâzlarında hıristiyan Bizans’ın etkisi açıkça görülmektedir.

Dokumacılığın gelişmiş olduğu Mısır’da İslâm fethinden sonra hıristiyan dokuma ustaları kumaşların üzerine Grekçe tırâzlar işlemeye devam etmiştir. Halife Abdülmelik, Mısır’a vali olan kardeşi Abdülazîz b. Mervân’a mektup göndererek kumaşların üzerine Grekçe yazılan tırâzların terkedilmesini, teslîs yerine kelime-i tevhidin işlenmesini ve tırâzların İslâm’a uygun hale getirilmesini istemiş, eski geleneği sürdürenlerin cezalandırılacağını bildirmiştir. Bizans imparatoru bunu haber alınca karardan vazgeçilmesini talep etmiş, aksi halde sikkeler üzerine Hz. Peygamber’e hakaret içeren ifadeler konulacağını söylemiştir. Bu tehdit İslâm devletini kendi sikkesini darbetmeye, halife, devlet ricâli ve askerlerin elbisesine hilâfet alâmeti olarak tırâz koymaya yöneltmiştir. Böylece İslâm devletlerinde tırâz geleneği başlamış, sonraları tırâz hâkimiyetin en önemli sembollerinden biri durumuna gelmiştir. Devlete baş kaldıran valiler halifenin egemenliğini tanımadıklarını göstermek için adını hutbeden ve tırâzdan çıkarırlardı. Abbâsîler’de bunun bir örneği Me’mûn ile kardeşi Emîn arasındaki hilâfet mücadelesinde görülmektedir. Me’mûn kardeşi Emîn’e isyan ettiğinde tırâzlardan ismini ve halife unvanını çıkarmıştı (İbn Tağrî-berdî, II, 175).

İçlerinde VIII. yüzyılın ilk yarısına ait bazı dokumaların bulunduğu çok sayıda tırâz günümüze ulaşmıştır. Bugün dünya müzelerinde muhafaza edilen tırâzların enleri 1 cm. ile 55 cm. arasında değişmektedir. Tırâzlarda genellikle besmele, kelime-i tevhid, hükümdarın adı, aile efradı, ömrünün ve saltanatının uzun olması için dua ibareleri yer alır. Ayrıca tırâzın imal yeri, atölyeden sorumlu vezir ve memurun adı, nâdiren dokumayı yapan sanatkârın adı da zikredilir. Bazı tırâzlarda sultanın ismi yer almadan resmî unvanı ve “hallede mülkehû, azze nasruhû” gibi dua cümleleri veya “el-mülkü lillâh” gibi ifadeler yer almaktadır. Hükümdarlara ait tırâzlar büyük bir titizlikle hazırlanır ve mühürlenerek tırâz reisi tarafından halifeye arzedilirdi. Müslüman hükümdarların tırâzları Batı dünyasına örnek olmuştur. Sicilya’da tırâz geleneği müslümanların buradaki egemenliğini kaybetmesinden sonra bir müddet devam etmiştir. Sicilya’ya hâkim olan Norman kralları uzun bir süre tırâzlardaki Arapça kûfî hatları ve muhtevayı değiştirmeden müslüman hükümdarlar gibi giyinmişlerdi.

Halifelerin kumaş imali için saraylarında ve diğer yerlerde kurdukları dârüttırâzlar “sâhibü’t-tırâz” denilen görevliler tarafından yönetilirdi. Sâhibü’t-tırâz dokuma ustaları ve kuyumculara nezaret eder, kullanılan araç gereci saklar ve dârüttırâzın düzgün çalışmasını sağlardı. Bu görevlere umumiyetle hânedanın önde gelenleri ve onlara sadık âzatlılardan seçilen kişiler tayin edilirdi (Makrîzî, I, 469). Endülüs Emevîleri ve Fâtımîler dârüttırâzlara büyük önem vermiştir. Fâtımîler’de “dârü’d-dîbâc” adıyla da anılan atölyelerde dokunan kumaşlar “dârü’l-kisve” denilen atölyelere nakledilir, buralarda her tür elbise biçilip dikilirdi. O dönemde atölyelerde bir yılda dikilen elbiselerin değeri 600.000 dinara kadar ulaşmıştı. Fâtımî halifelerinin kumandanlara verdikleri altın sırmalı elbise ve sarığın değeri 500 dinarı bulmaktaydı. Tinnîs, Dimyat ve İskenderiye’deki dârüttırâzlarda dokunan çok değerli kumaşlar, bunlardan yapılan elbiseler “hızânetü’l-kisve” denilen özel depolarda muhafaza edilmekteydi. Yüksek memurlar arasında özel dokuma atölyelerine sahip olanlar da vardı. Muktedir-Billâh devrinde vali sıfatıyla bir taraftan Vâsıt’la Cündişâpûr’a, diğer taraftan Sûs’tan Şehrizor’a kadar olan bölgeyi yöneten ve ölümünde (301/913-14) büyük bir servet bırakan Emîr Ali b. Ahmed er-Râsibî’nin, içinde kendisine ait kumaşların dokunduğu seksen tırâz atölyesi vardı (İbn Tağrî-berdî, III, 203).

Endülüs’te ilk tırâzlı elbise II. Abdurrahman zamanında giyilmeye başlanmıştır (Süyûtî, s. 522). Meriye (Almeria), Mürsiye (Murcia), İşbîliye (Sevilla), Gırnata ve Mâleka (Malaga) bu alanda önde gelen şehirlerdi. İran’da Fars eyaletlerinde, el-Cezîre’de, Irak ve Yemen’de birçok tırâz imalâthanesi mevcuttu.

Kâbe örtüleri Abbâsîler döneminde Bağdat’ta dokunurken sonraları Mısır’da dokunmaya başlanmıştır. Daha çok Tinnîs’te dokunan tırâzlı Kâbe örtülerinin üzerinde besmele, halifenin adı, saltanatı için dua cümlesi, halife adına yaptıran kişinin ve dokunduğu yerin adı yer alıyordu. Fâtımî Devleti’nin güçlü zamanlarında dârüttırâzlardan bazı günlerde 200.000 dinara kadar yükselen önemli bir gelir elde edildiği kaydedilmektedir. Fâtımîler zayıflayınca dârüttırâzlar eski önemini yitirerek yavaş yavaş kapanmakla birlikte tırâzlı giysiden vazgeçilmemiş, tırâzlar bu defa esnaftan temin edilmiştir. Endülüs Emevî Devleti ve mülûkü’t-tavâifte, Fâtımîler’de ve Doğu’da hüküm süren İslâm devletlerindeki tırâz geleneği benzerlikler göstermektedir. İbn Haldûn’un verdiği bilgiye göre VI. (XII.) yüzyılın başlarında Mağrib’e hâkim olan Muvahhidler tırâz ve altın işlemeli ipek semboller kullanmamıştır, ancak hânedanın sonuna doğru tırâza meyledenler olmuştur. İbn Haldûn, kendi döneminde Mısır ve Suriye’de hüküm süren Türk hânedanlarının güzel bir tırâz şekline sahip olduklarını ve bunların zerkeş adı verilen sanatkârlar tarafından imal edildiğini belirtmektedir. Eyyûbîler devrinde başta Kahire olmak üzere Dımaşk, Halep ve Musul gibi merkezlerde saray ve devlet adamları için simli, yaldızlı, ipekli, yünlü, pamuklu ve keten kumaşlar üretilirdi. Hil‘at ve teşrifler burada hazırlanır, parası Dîvânü’l-mâl’den ödenirdi. Dârüttırâzlarda nâzır, müşrif, âmil ve şahit adı verilen


görevliler vardı (Şeşen, s. 200-201). Memlükler’de tırâz geleneği sürdürülmüş, el-Melikü’n-Nâsır Hasan’ın birinci saltanatı döneminde 749 (1348) yılındaki büyük veba salgınından sonra usta bulunamadığından İskenderiye Dârüttırâzı kapanmıştır (İbn Tağrîberdî, X, 159).

Tırâz geleneğinin Doğu’da hüküm süren İslâm devletlerinde de devam ettiği görülmektedir. Sâmânîler döneminde Buhara’daki beytü’t-tırâzda Abbâsî halifeleri adına kumaş dokunup elbise dikildiği bilinmektedir. Her yıl Bağdat’tan gelen bir âmil Buhara haracı karşılığında bunları hilâfet merkezine götürmekteydi. Aynı gelenek bölgede daha sonra kurulan Gazneliler, Büyük Selçuklular ve Hârizmşahlar gibi Türk-İslâm devletlerinde devam etmiştir. Katvân savaşından (1141) sonra Horasan’ı istilâ eden Hârizmşah Atsız b. Muhammed’in Nîşâbur halkına hitaben kaleme aldığı bir mektupta hutbe, sikke ve tırâzın kendi adıyla süslenmesini emrettiği nakledilmekte, böylece onun hükümdarlığını resmen ilân ettiği anlaşılmaktadır.

Tırâz üretimi Türk-İslâm devletlerinde genelde saray yerine hususi imalâthanelerde yapılırdı. Büyük Selçuklular’da tırâz bir hâkimiyet alâmeti olup hükümdarın adının, lakap ve unvanlarının yazılı olduğu kırmızı renkte bir elbisedir. Bu elbise hükümdar tarafından tâbi hükümdarlara, devlet erkânına, yabancı hükümdarlara verilen hediyelerin (hil‘at) en önemli unsuruydu. Anadolu Selçuklu Devleti’nde XIII. yüzyılda sarayda bir tırâz imalâthanesinin bulunduğu bilinmektedir. Burada dokunan, üzerine Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın adının işlendiği bir kumaş günümüzde Lyon Dokuma Müzesi’nde saklanmaktadır. Osmanlılar’da tırâz yerine serâser üst hil‘ati veya teşrif kaftanı kullanılmıştır (bk. SİMKEŞHÂNE). Tırâz geleneğinin İlhanlı Devleti’nde de sürdüğü anlaşılmaktadır. Eflâkî, Gāzân Han’ın Mevlânâ’nın bir gazelini altın sırma ile elbisesine işlettiğini, tahta oturduğu zaman bu elbiseyi iftiharla giydiğini kaydeder. Üzerine İlhanlı Hükümdarı Ebû Saîd Han’ın adı ve unvanlarının altın sırma ile işlendiği bir kumaş zamanımıza ulaşmıştır. Tırâz geleneği kumaşlarıyla ünlü Hindistan bölgesinde de görülmektedir. Delhi Türk Sultanlığı’nda hâkimiyet sembollerinden biri olmasından dolayı devrin tarihçileri tırâzı “hükümdarlara mahsus elbise” diye tanımlamışlardır. Tuğluklu hânedanının kurucusu Muhammed Şah Tuğluk zamanında sultanın Delhi’deki dârüttırâzında 4000 ipekli kumaş ustasının, 4000 kuyumcunun çalıştığı kaydedilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, III, 266; Lisânü’l-ǾArab, “ŧrz” md.; Ezrakī, Aħbâru Mekke (Melhas), I, 236, 239; İbn Abdürrabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî), Beyrut 1403/1983, VII, 282; Hilâl b. Muhassin es-Sâbî, Rüsûmü dâri’l-ħilâfe (nşr. Mîhâil Avvâd), Beyrut 1406/1986, s. 26; Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîħ (nşr. Ali Ekber Feyyâz), Meşhed 1375 hş., s. 92, 172, 190, 763, 814, 823; Serahsî, Şerĥu’s-Siyeri’l-kebîr (nşr. Selâhaddin el-Müneccid), Kahire 1971, I, 282; Ahmed Eflâkî, Menâķıbü’l-Ǿârifîn (nşr. Tahsin Yazıcı), Ankara 1980, II, 848; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 673, 675, 676; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ (Şemseddin), tür.yer.; Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, tür.yer.; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (nşr. M. Hüseyin Şemseddin), Beyrut 1413/1992, II, 175; III, 203; X, 159; Süyûtî, Târîħu’l-ħulefâǿ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1389/1969, s. 522; E. Kühnel, Catalogue of Dated Tiraz Fabrics: Umayyad, Abbasid, Fatimid, Washington 1952; Uzunçarşılı, Medhal, s. 1, 2, 309, 332, 372, 457; C. Zeydân, İslâm Medeniyeti Tarihi (trc. Mümin Çevik), İstanbul 1976, I, 185, 186, 187, 188, 189; Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 200-201; Özden Süslü, Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Ankara 1989, s. 171-176; Abdülkerim Özaydın, Sultan Berkyaruk Devri Selçuklu Tarihi (485-498/1092-1104), İstanbul 2001, s. 189-190; S. Haluk Kortel, Delhi Türk Sultanlığı’nda Teşkilât (1206-1414), Ankara 2006, s. 50-58; Erdoğan Merçil, Selçuklular’da Hükümdarlık Alâmetleri, Ankara 2007, s. 139-142; R. B. Serjeant, “Indices to Material for a History of Islamic Textiles up to the Mongol Conquest”, AI, XV-XVI (1951), s. 303; Pakalın, III, 494-495; A. Grohmann, “Tırâz”, İA, XII/1, s. 235-249; Yedida K. Stillman-Paula Sanders, “Ŧirāz”, EI² (İng.), X, 534-538; Nasser Rabbat, “Ŧirāz (Architecture)”, a.e., X, 538; Priscilla P. Soucek, “Kārgāh”, Dictionary of the Middle Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1989, VII, 214; Irene A. Bierman, “Tiraz”, a.e., XII, 61-62.

Nebi Bozkurt