TÜFEK

Ahşap kundak üzerine yerleştirilmiş namludan ve namludaki ateşleme tertibatıyla nişangâhtan meydana gelen ateşli bir el silâhıdır. Farsça tufeng kelimesi Osmanlı kaynaklarında tüfenk, tüfeng, tüfek şeklinde geçer. Kelime bu mânasını XV. yüzyılda kazanmıştır. Kundaksız dövme demir namludan ibaret olup ağızdan doldurulan, taş veya demir gülle atan, uzaktan tetiksiz bir fitilli ateşleme mekanizmasıyla ateşlenen en eski silâhları küçük çaplı top veya ağır tüfek diye nitelendirmek mümkündür. Bu tür silâhlardan olan ve daha çok kalelerin metrislerinde kullanılan şakalozları XV ve XVI. yüzyıllarda Osmanlılar küçük top, Macarlar ise ağır tüfek (puska, pixis) şeklinde nitelendirmiştir.


Macarca’da “kancalı tüfek” mânasına gelen “szakállas puska”, adını namlunun altında bulunan ve silâhın güçlü tepmesini önlemek amacıyla duvara veya sipere raptetmek için kullanılan kancadan almaktadır.

XIV. yüzyılın son çeyreğinde ateşli silâhlarla Balkanlar’da tanışan Osmanlılar’ın ne zamandan beri tüfek kullandıkları kesin şekilde bilinmemektedir. Tüfek kullanımıyla ilgili verilen en erken tarihleri (1394, 1402, 1421, 1430, 1440, 1442) bazı tarihçiler doğru bulmamakla beraber Osmanlılar’ın 1443-1444 Osmanlı-Macar savaşları ile II. Kosova Savaşı’nda tüfek kullandıkları genellikle kabul edilmektedir (Gazavât-ı Sultân Murâd, s. 42, 52, 54, 67-68; Emecen, s. 34). Bu silâhların arkebüz veya şakaloz tarzında kundaksız küçük top yahut ağır ateşli el silâhları olması muhtemeldir. XV. yüzyıldan kalma buna benzer silâhlar Macar Askerî Müzesi dahil birçok Avrupa müzesinde mevcuttur. Bu tür fitilli arkebüzler Avrupa’da 1380’lerden beri bilinmekteyse de bunların el silâhı şeklinde kullanılışları XV. yüzyılın sonlarına rastlar.

Tüfekler Osmanlılar’a muhtemelen ticaret yoluyla yahut Balkanlar’da ve Doğu Akdeniz’de Avrupalılar’a karşı yaptıkları akın ve savaşların sonucunda ulaşmıştır. Osmanlılar’ın Balkanlar’daki sınır kalelerinde XV. yüzyılın ortalarından itibaren top ve tüfek kullandıkları arşiv kaynaklarından bilinmektedir. Meselâ 1455’te Üsküp Kalesi’nde on iki topla 125 kurşun top güllesi ve 148 tüfekle 4000 tüfek kurşunu (fındık), aynı tarihte Novoberda Kalesi’nde üç büyük top, beş prangı denilen küçük topla elli beş tüfek bulunmaktaydı (Emecen, s. 35-36). XV. yüzyılda bazı Balkan kalelerinin silâh defterlerinde görülen tüfenk kelimesinin fitilli arkebüz için kullanıldığı düşünülebilirse de bu silâhların yılankavi ateşleme tertibatı ile mi yoksa fitilli ateşleme tertibatının daha gelişmiş bir türüyle mi çalıştığı konusu açık değildir. Yılankavi tertibat olarak bilinen en eski fitilli mekanizmanın XV. yüzyılın başlarında ortaya çıktığı söylenmektedir. Bu tertibat, merkezî bir eksenle kabzaya raptedilmiş “S” şeklinde bir metal parçası olup silâhı ateşlemek için kullanılmaktaydı. “S” şeklindeki tertibatın üst kısmı yanan fitili tutuyor, alt kısmı tetik vazifesini görüyordu. Asker, yılankavi tertibatın alt kısmını çekince fitili, silâhı ateşleyecek olan fünye barutunun bulunduğu ateşleme tavasına indirmiş oluyordu.

Kaynaklarda belirtildiğine göre Üsküp, Novoberda, Güvercinlik ve Resava gibi kalelerde top ve tüfekleri kullanan askerlerin çoğu hıristiyan topçu ve tüfekçilerdi. Ancak Novoberda’da on bir hıristiyan tüfekçi yanında on yeniçeri tüfekçinin bulunması dikkat çekicidir (a.g.e., s. 36). Yeniçeriler II. Murad döneminde ateşli el silâhları kullanmış, fakat tüfekle teçhiz edilen yeniçerilerin sayısı ancak XV. yüzyılın sonlarına doğru artmaya başlamıştır. Mohaç seferinden (932/1526) söz eden Lutfi Paşa her ne kadar “otuz bin piyade tüfeng-endaz”dan bahsederse de (Târih, s. 325) diğer kaynaklara göre sayıları 12.000 olan yeniçerilerin yalnız bir kısmı tüfek kullanmıştır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1532 Viyana ve Macaristan seferi hakkında aynı senede yazılmış bir Alman kaynağında, 10.000 yeniçeriden yaklaşık 9000 kadarının ateşli silâhlarla teçhiz edildiği ve 1000 kadarının sadece mızrak türü silâhlar taşıdığı Türk esirlerinden alınan bilgilere dayanılarak ileri sürülmüştür.

Sayıları Fâtih Sultan Mehmed’in son yıllarında 10.000’e ulaşan yeniçerileri II. Bayezid’in fitilli tüfeğin daha gelişmiş ve daha etkili bir çeşidiyle donattığı bir Venedik raporunda kaydedilmektedir. Ancak söz konusu raporda Osmanlılar’ın Avrupa’dan ithal ettikleri yeni tip fitilli tüfeklerin mi yoksa kendileri tarafından geliştirilen yılankavi mekanizmayla donatılmış el silâhlarının mı kastedildiği anlaşılamamaktadır. Venedik kaynakları ayrıca III. Murad’ın bütün yeniçerileri tüfeklerle donattığını ifade etmektedir. Bu kaynakta büyük ihtimalle daha da gelişmiş bir silâh olan fitilli misket tüfeğinden söz edilmektedir. Bunlar ilk defa XVI. yüzyılın başında İtalya’da ağır zırhlı askerlerle savaşırken daha güçlü silâhlara olan ihtiyacı gören İspanyol askerleri tarafından kullanılmıştır. Misket/musket tüfekleri arkebüzden daha ağır ve namlusu daha uzundur; daha ağır mermileri aynı veya daha yüksek hızla atabiliyordu. Bu kombinasyon ağır zırhlı düşman birliklerinin yarattığı şoka karşı etkili olmuştur.

Yeniçeriler her ne kadar XVII. yüzyılın ilerleyen yıllarına kadar fitilli tüfekleri kullanmışlarsa da Osmanlı Devleti’nde XVI. yüzyılın sonlarından itibaren çakmaklı tüfekler giderek daha çok sayıda üretilmeye


başlanmıştır. Bu tüfeklerin ateşlemesi çakmak taşıyla yapılıyordu. Asker tetiği çekince horoz içindeki çakmak taşını çakmak demirine çarpar ve bu esnada çıkan ateşi falyaya düşürür, falyadaki ateş de namludaki barutu ateşlerdi. XVI. yüzyılın sonlarından itibaren başta İspanya’da olmak üzere çakmaklı tüfeklerin daha gelişmiş çeşidi olan ve ateşleme mekanizmasından dolayı “patilla/miquelet tüfeği” diye adlandırılan silâhlar imal edilmiştir. Bu silâhlar Osmanlılar’ın katkılarıyla Akdeniz’de ve Balkanlar’da çabuk yaygınlaşmıştır. Ancak ilk çakmaklı tüfekler fitilli tüfekler kadar güvenilir değildi: Çakmak aşınır, ateşleme tavasına yanlış açıdan çarpar veya horozundan düştüğü için tavadaki barutu ateşleyecek kadar kıvılcım üretemezdi. Dolayısıyla Osmanlılar da Avrupalılar gibi birleşik ateşleme tertibatlarını kullanmıştır; Avrupa’da buna 1688’lerden sonra “vauban mekanizması” denilmekteydi. Osmanlılar’ın 1094’te (1683) II. Viyana Kuşatması’nda kullandıkları bu tip tüfeklerden bazıları hıristiyanlar tarafından ele geçirilmiş ve Dresden Müzesi’nde sergilenmiştir.

Kuşatmalarda ve kale savunmalarında Osmanlılar sekiz köşeli yahut silindirik formlu, kaval namlulu ağır fitilli tüfek kullanıyordu. Metris tüfeği diye bilinen bu silâhların namlu uzunluğu 130-160 cm., namlu çapı 20-29 mm. olup çok defa humbara atmak için kullanılan daha geniş namlu çapına (35 ve 45 mm.) sahip olanları da vardı. Avrupa kaynakları, Osmanlı el silâhlarının Avrupalılar’daki silâhlardan daha büyük olduğunu iddia ederken muhtemelen Osmanlı kuşatmaları sırasında gördükleri bu metris tüfeklerini kastediyorlardı.

Fakat Avrupa kaynakları temel alınarak yapılan genellemelere ihtiyatla yaklaşmak gerekir; çünkü bu ağır tüfeklerin yanı sıra yeniçeriler daha küçük ve hafif tüfekler de kullanıyordu. 1567’de Belgrad Kalesi’ndeki yeniçeriler 12 ve 15 gr. (4-5 dirhem) ağırlığında kurşun atan tüfeklere sahipti (BA, MD, nr. 7, s. 198, hk. 539). Aralık 1567 sonlarında İstanbul’dan Mısır’a 12 gr. (dörder dirhem) atar 2500 kabza tüfekle 5 milyon kurşunun gönderilmesi emredilmiştir (BA, MD, nr. 7, s. 219, hk. 609). Devlet imalâthanelerinde yapılan ve 1571’de Bağdat’ta kullanılan tüfekler 15 gr. (5 dirhem) ağırlığında kurşun atıyordu (BA, MD, nr. 12, s. 488, hk. 934). Kurşun mermilerin ağırlığı göz önüne alındığında bu silâhların yaklaşık 13 veya 14 mm. bir çapa sahip olduğu ve meydan muharebelerinde kullanılan yeniçeri tüfeklerinin daha küçük türlerine benzediği söylenebilir. Bu küçük tüfekler genellikle 115-140 cm. uzunluğunda olup 3-4,5 kg. ağırlığında ve namluları 11, 13, 14 veya 16 mm. (nâdiren 19 veya 20 mm.) çapındaydı. Yeniçeri tüfekleri Avrupa’da kullanılanlara çok benzemekteydi. Avrupa ordularında kullanılan “tipik” fitilli tüfek 120-150 cm. uzunluğunda ve 2,5-4,5 kg. ağırlığında olup 14-18 mm. çapı vardı. Tipik XVI. yüzyıl arkebüzünün özellikleri de benzerdi: 4,5 kg. ağırlığında olup 15 mm. veya o civarda bir namlu çapına sahipti.

Osmanlı tüfeklerinin kalitesiyle ilgili olarak kaynaklar çelişkili bilgiler vermektedir. 1015’te (1606) kaleme alınan ve ocağın çok ayrıntılı bir tasvirini yapan Kavânîn-i Yeniçeriyân’da mîrî tüfek kârhânelerinde imal edilen tüfeklerin özel silâh imalâtçılarında bulunanlara göre daha düşük kalitede olduğundan şikâyet edilmektedir. Öte yandan Raimondo Montecuccoli, Türk tüfeklerinin metalinin kaliteli, menzillerinin ve tesir kuvvetlerinin hıristiyan tüfeklerinden daha iyi olduğunu iddia etmiştir. Teknoloji tarihçileri bu iddiayı teyit edip Osmanlı tüfek namlularının Avrupa’dakilere nisbeten daha güçlü ve güvenilir olmasını, Osmanlı tüfek yapımcılarının Şam kılıçlarına benzer şekilde spiral halinde dürdükleri yassı çelik levhalar kullanmalarına bağlamaktadır. Bu yöntem, barutun yanması esnasında ortaya çıkan basınca namlunun yüksek mukavemet göstermesini sağlamaktaydı. XVII ve XVIII. yüzyıllarda tüfekler daha da çeşitlendi. Osmanlılar bu yüzyıllarda teknolojik gelişmeyi iyi takip ettiler. Batıda XIX. yüzyılda geliştirilen yeni tip mekanizmalı tüfekler (kapsüllü ve iğneli) kısa süre sonra Osmanlı ordusunda da kullanılmıştır. XIX. yüzyılın son çeyreğindeki savaşlar döneminde Amerikan tüfekleriyle teçhiz edilen ordu hasımlarına nisbetle daha seri ateş edebilen tüfeklere sahip olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Lutfi Paşa, Târih, İstanbul 1341, s. 325; Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadrî) Efendi Târihi (haz. Ziya Yılmazer), Ankara 2003, tür.yer.; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 78, 85; Gazavât-ı Sultân Murâd b. Mehemmed Hân (haz. Halil İnalcık-Mevlûd Oğuz), Ankara 1978, tür.yer.; D. Petrović, “Fire-arms in the Balkans on the Eve of and After the Ottoman Conquest of the Fourteenth and Fifteenth Centuries”, War: Technology and Society in the Middle East (ed. V. J. Parry-M. E. Yapp), London 1975, s. 164-194; Tülin Çoruhlu, Osmanlı Tüfek, Tabanca ve Techizatları: Askeri Müzeden Örneklerle, Ankara 1993; Aysel Çötelioğlu, Askeri Müze Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Ateşli Silahlar Kataloğu, İstanbul 2000; G. Ágoston, Barut, Top ve Tüfek: Osmanlı İmparatorluğu’nun Askeri Gücü ve Silah Sanayisi (trc. Tanju Akad), İstanbul 2006, s. 107-125; a.mlf., “Ottoman Artillery and European Military Technology in the Fifteenth and Seventeenth Centuries”, AOH, XLVII/1-2 (1994), s. 19-26; Feridun M. Emecen, Osmanlı Klasik Çağında Savaş, İstanbul 2010, s. 30-45; Halil İnalcık, “Osmanlılar’da Ateşli Silâhlar”, TTK Belleten, XXI/83 (1957), s. 508-512; Mücteba İlgürel, “Osmanlı İmparatorluğunda Ateşli Silâhların Yayılışı”, TD, sy. 32 (1979), s. 301-318; V. J. Parry, “Barud”, EI² (İng.), I, 1061.

Gabor Agoston