TUFEYL b. AMR

(الطفيل بن عمرو)

et-Tufeyl b. Amr b. Tarîf el-Ezdî ed-Devsî (ö. 12/633)

Kabilesinin İslâm’a girmesine vesile olan sahâbî.

Yemenli Ezd kabilesinin Devs boyunun ileri gelenlerindendir. Müslüman olmadan önce cömertliği ve şairliğiyle tanınırdı. Bazı kaynaklara göre Amr b. Tarîf’in değil Amr b. Humeme b. Râfi‘ ed-Devsî’nin oğludur (İbn Asâkir, XXV, 7-10; İbn Hacer, II, 225). Kendisinin Amr ve Hâris adlı iki oğlu vardır. İslâmiyet’i kabul ettikten sonra “Zinnûr” lakabını aldı. Hicretten önce müslümanların muhasara altında bulundukları dönemde İslâm’a girmek için Yemen’den Mekke’ye geldi. Şehre ulaştığında Kureyş’in ileri gelenleri kendisine Hz. Peygamber’i bir tefrikacı ve fitneci diye tanıttılar ve sözlerini dinlememesini istediler. Bu telkin üzerine dikkatli davrandığı, hatta Resûl-i Ekrem’i işitmemek için kulaklarına pamuk tıkadığı halde onu Kâbe’nin önünde namaz kılarken gördü ve okuduklarını duydu. Âyetlerden etkilenen Tufeyl kendisi de bir şair olduğu için insan sözü ile Tanrı kelâmını birbirinden ayırt edebilecek durumdaydı. “Söyledikleri güzelse kabul ederim, değilse bırakırım” diyerek Hz. Peygamber’le konuşmaya karar verdi. Kendisiyle tanıştıktan sonra ona bazı şiirlerini okudu. Resûl-i Ekrem de ona İhlâs ve Muavvizeteyn sûrelerini okuyarak kendisini İslâm’a davet etti. O zamana kadar böyle güzel bir söz duymadığını söyleyen Tufeyl Müslümanlığı benimsedi.

Mekke’de kısa bir süre kaldıktan sonra memleketine döndü. Annesi, babası, karısı, oğlu ve bazı rivayetlere göre Ebû Hüreyre (a.g.e., a.y.) onun davetiyle İslâmiyet’i kabul etti. Ancak Devsliler Tufeyl’in davetine ilgi göstermediler. Tufeyl de kabilesini Hz. Peygamber’e şikâyet etmek üzere Mekke’ye gitti (İbn Sa‘d, IV, 239). Kendisini dinleyen Resûlullah, “Allahım, Devs’e hidayet eyle ve onları bize getir!” diye dua etti (Buhârî, “Meġāzî”, 75; Müsned, II, 243, 448, 502). Tufeyl’e de davete devam etmesini ve kabile mensuplarına iyi davranmasını tavsiye etti. Ayrıca Resûl-i Ekrem’in, Tufeyl’in davetini kolaylaştırması için, “Allahım, ona nur ver ve bir alâmet lutfet!” şeklinde dua ettiği, bunun üzerine alnında bir ışığın peyda olduğu, Tufeyl onu alnında değil kamçısının ucunda isteyince ışığın kamçıya geçtiği rivayet edilmiş, “Zin-nûr” (ışık sahibi) lakabı da bu ışıkla ilgili görülmüştür (İbn Abdülber, II, 231-232). Tufeyl’in yıllar süren gayretleriyle Devsliler arasında İslâmiyet yayıldı. 7 (628) yılında aralarında Ebû Hüreyre’nin de bulunduğu yaklaşık seksen hânelik bir kafile Hz. Peygamber’i ziyaret etmek üzere Medine’ye geldi. Resûl-i Ekrem’in savaş için Hayber’de bulunduğunu öğrenince oraya gittiler. Resûlullah kendilerini sevinçle karşıladı ve savaşın sonuna yetişmiş olmalarına rağmen Hayber ganimetlerinden onlara da pay verdi. Devsliler o günden itibaren savaşlarda “mebrûr” parolasını kullanmışlardır (İbn Sa‘d, IV, 239). Hayber dönüşü kabilesinin bazı mensuplarıyla birlikte Medine’de Harretüddeccâc’a yerleşen Tufeyl (a.g.e., I, 353) Hz. Peygamber’in vefatına kadar burada kaldı.

Tufeyl, Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber tarafından Amr b. Humeme ed-Devsî'nin putu diye bilinen ve Devsliler’ce yapılan Zülkeffeyn’i imha edip kabilesinin Tâif Gazvesi’ne katılmasını sağlamakla görevlendirildi. Ahşaptan olan söz konusu put yanarken Tufeyl şu şiiri söylüyordu: “Ey Zülkeffeyn! Ben sana hiç tapmadım. Dünyaya senden çok önce geldim. Bak kalbini nasıl ateşe verdim.” Bu olayın ardından Devsliler topluca müslüman oldular (a.g.e., IV, 240). Tufeyl onlardan topladığı 400 kişilik kuvvetle Tâif’teki İslâm ordusuna katıldı. Yanlarında getirdikleri mancınık ve debbâbeler bu savaşta kullanıldı (a.g.e., II, 157). Tufeyl’in Yemâme Savaşı’na giderken gördüğü bir rüyayı bu savaşta kendisinin şehid olacağına, sahâbeden olan (İbnü’l-Esîr, IV, 243) oğlu Amr’ın ise yaralanacağına ve daha sonra şehid olacağına yorduğu, nitekim kaynaklarda kendisinin Yemâme’de, Amr’ın da Yermük Savaşı’nda şehid düştüğü kaydedilmiştir.


BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, II, 243, 448, 502; İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Eśnâm (nşr. Ahmed M. Ubeyd), Ebûzabî 1424/2003, s. 74; İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebî (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Beyrut, ts. (Dârü’l-fikr), I, 407-411; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, I, 353; II, 108, 157; IV, 237-240; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Silefî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), VIII, 325-327; Hâkim, el-Müstedrek, III, 290-291; IV, 86; İbn Abdülber, el-İstîǾâb, II, 230-235; İbn Asâkir, Târîħu Dımaşķ (Amrî), XXV, 8-20; XLVI, 105-108; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe, III, 78-81; IV, 243; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, I, 344-347; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1417-18/1997, IV, 242-249; VII, 301-303; İbn Hacer, el-İśâbe, II, 225-226; Bedreddin el-Aynî, ǾUmdetü’l-ķārî, Kahire, ts. (İdâretü’t-tıbâati’l-münîriyye), XIV, 207-208; XVIII, 34; İsmail L. Çakan, “Amr b. Tufeyl”, DİA, III, 93; Mustafa Fayda, “Devs (Benî Devs)”, a.e., IX, 253.

Zekeriya Güler