TÛR SÛRESİ

(سورة الطور)

Kur’ân-ı Kerîm’in elli ikinci sûresi.

Mekke döneminin ikinci yarısında nâzil olmuştur. Adını birinci âyette geçen tûr (dağ) kelimesinden alır. Ve’t-tûr sûresi diye de anılır. Kırk dokuz âyet olup fâsılası “ا، ر، ع، م، ن” harfleridir. İnsanda sorumluluk duygusu uyandırmak ve bu duyguyu güçlendirmek için âhiret hayatının tasvirini yapan ve ilâhî vahyin ortaya koyduğu gerçeklere karşı puta tapanların ileri sürdüğü iddiaları reddeden sûrenin muhtevası iki bölüm halinde ele alınabilir. Birinci bölümde Tûr’a (Sînâ dağı), ince deri üzerine yazılmış kitaba, Beytülma‘mûr’a, yükseltilmiş bir tavan görünümündeki semaya, kabarmış denize yemin edilir ve rabbin mukadder azabının mutlaka gelip çatacağı belirtilir. Ardından çıplak gözle bakıldığında yer-gök diye görünen ve içinde insanı barındıran tabiatın düzeninin bozulup kıyametin kopacağı günde ilâhî gerçekleri yalan sayanların çok zor durumda kalacağı ve itilip cehenneme atılacağı anlatılır. Daha sonra başta şirk ve inkâr olmak üzere kötülüklerden korunanların cennet nimetleri içinde kendileri gibi iman eden aile fertleriyle birlikte hayat sürecekleri ifade edilir. Cennettekilerin birbirleriyle görüşüp sohbet edecekleri ve dünyada daima Allah’ın huzurunda hesap verme endişesi taşıdıklarını söyleyecekleri bildirilir (âyet: 1-28).

İkinci bölümde Hz. Peygamber’in müşriklerle olan mücadelesi anlatılır; Resûlullah’a öğüt vermeye devam etmesi, muhataplarının kendisi için kâhin, mecnun, şair demelerinden etkilenmemesi bildirilir. Kendisine karşı direnenlerin selim yaratılışlarını bozmaya çalıştıkları, azgınlığı tercih ederek Kur’an’ı Muhammed’in uydurduğunu söyledikleri, onların hiçbir zaman böyle bir metin meydana getiremeyecekleri, kendilerinin, putlarının kâinatı yaratıp yönetme gücüne sahip olmadıkları, buna rağmen Allah’tan başka mâbudlar edindikleri ifade edilir. Bu hususlar soru edatıyla başlayan, secili ve etkileyici cümleler içinde yer alır (âyet: 35-43). Bölümün sonunda Resûl-i Ekrem’e hitap edilir ve müşrikleri felâkete mâruz kalıp kimseden yardım alamayacakları güne havale ederek kararmış kalpleriyle baş başa bırakması emredilir; bunların ebedî hayatta da azaba uğrayacakları belirtilir. Yine Resûlullah’a hitap edilerek rabbinin hükmüne rıza göstermesi, zira kendisinin ilâhî koruma altında bulunduğu bildirilir; gece ve gündüz Allah’ı tesbih ve hamd ile anması emredilir (âyet: 29-49).

Fert ve cemiyet hayatının düzeni bakımından çok önemli bir etken olan sorumluluk duygusu Kur’an’da özellikle Mekkî sûrelerde sık sık vurgulanır. Sorumlulukların yerine getirilmesi için kişiyi harekete geçirecek sebepler dünyada yetersiz kalabilir. Zira asıl sorgulama büyük hesap


gününde gerçekleşecektir. Mekke döneminin ikinci yarısında, vicdanları büsbütün kararmamış insanların nazarında doğru ile yanlış artık birbirinden ayrılmış bulunuyordu. Buna rağmen Kureyş ileri gelenleri gerçeği kabul etmedikleri gibi inananların bir kısmını işkenceye mâruz bırakıyor, bir kısmını Habeşistan’a hicret etmeye mecbur ediyordu. Cenâb-ı Hakk’ın resulüne ve müslümanlara emri, Müddessir ve Müzzemmil başta olmak üzere birçok Mekkî sûrede sabretmeleri, Allah’ı yüceltmeleri, O’na övgü ve senâda bulunmalarıdır. Zira bu sayede Hakk’ın lutuf ve yardımına nâil olacaklardır.

Tûr sûresi, Resûlullah’a diğer peygamberlere gönderilen vahiylerden fazla olarak bir üstünlük nişanesi şeklinde verilen “mufassal” sûrelerdendir. Hz. Peygamber’in bu sûreyi bazı akşam namazlarında okuduğu rivayet edilmiştir. Cübeyr b. Mut‘im, henüz müslüman olmadan önce geldiği Medine’de Resûl-i Ekrem’in ağzından üstün edebî üslûba sahip bu sûreyi duyunca çok etkilendiğini anlatmıştır (Buhârî, “Tefsîr”, 52/1; Müslim, “Salât”, 174; İbn Hacer, I, 227; İbrâhim Ali, s. 319-320). Bazı kaynaklarda yer alan (Zemahşerî, V, 632; Beyzâvî, IV, 201), “Tûr sûresini okuyan kimsenin Allah tarafından azaptan kurtarılıp cennet nimetleriyle faydalandırılması gerçekleşmiş bir haktır” meâlindeki hadisin mevzû olduğu kabul edilmiştir (Zemahşerî, neşredenin notu, I, 684; Tarablusî, II, 722). Abdülhüseyin Dostgayb Ķıyâmet ve Ķurǿân: Tefsîr-i Sûre-i Şerîfe-i Ŧûr adıyla bir eser yayımlamıştır (Şîraz 1981).

BİBLİYOGRAFYA:

Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, I, 684; V, 632; Kurtubî, el-CâmiǾ, Beyrut 1408/1988, XVII, 40; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, IV, 201; İbn Hacer el-Askalânî, el-İśâbe, Kahire 1358/1939, I, 227; Muhammed et-Tarablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Beyrut 1408/1987, II, 722; İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, el-Eĥâdîŝ ve’l-âŝârü’l-vâride fî feżâǿili süveri’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 319-320; Seyyid M. Hüseynî-Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Ŧûr”, DMT, IX, 384-385.

Bekir Topaloğlu