TÛSÎ, Ebû Ca‘fer

(أبو جعفر الطوسي)

Ebû Ca‘fer Muhammed b. el-Hasen b. Alî et-Tûsî (ö. 460/1067)

İmâmiyye Şîası’na mensup çok yönlü âlim.

385 Ramazanında (Ekim 995) Horasan’ın Tûs şehrinde doğdu. Horasan’da yirmi üç yaşına kadar geçen yılları ile ailesi ve eğitimi hakkında fazla bilgi yoktur; kendisi de otobiyografisinde (el-Fihrist, s. 192-194) bu konuda yeterli bilgi vermemiştir. İlk bilgileri Tûs’ta İmâmiyye’ye mensup hocalardan aldı. Çevrede Sünnîliğin hâkim olması dolayısıyla bazı Sünnî hocaların derslerine devam etti. Öğrenimini büyük ihtimalle Tûs yakınlarında yeni kurulan Meşhed’de sürdürdü. 408 (1017) yılında halkının çoğunluğu Şâfiî mezhebine mensup bulunan Horasan’dan ayrılarak ömrünün büyük kısmını geçireceği, Şiî Büveyhîler’in hüküm sürdüğü Bağdat’a gitti. Hüseyin b. Ubeydullah el-Gadâirî, Ebü’l-Hasan b. Ebû Cûd, Ahmed b. Muhammed b. Mûsâ el-Ahvâzî ve Ebû Abdullah İbn Abdûn gibi dönemin ileri gelen âlimlerinden ders aldı (hocaları için


ayrıca bk. Akhtar, s. 207-211). Burada İmâmiyye fıkhının yanı sıra Şâfiî fıkhını da öğrendi, özellikle Mu‘tezile düşüncesine yakın olan Şeyh Müfîd’den ders gördü. Kısa sürede hocasının önde gelen talebeleri arasına girmeyi başardı. Müfîd’in 413 (1022) yılında ölümü üzerine onun talebelerinden Şerîf el-Murtazâ’nın derslerine devam etti. Kendisini takdir eden hocası yetişmesi için gerekli ilgiyi gösterdi ve ihtiyaçlarını karşılamasında yardımcı oldu. Tûsî, zaman içinde Şerîf el-Murtazâ’nın düşünce ve metoduna vâkıf olup bir anlamda onu geleceğe taşıyacak halefi seviyesine ulaştı. Yirmi üç yıl boyunca çalışmalarını beraber sürdürdüğü hocası henüz hayatta iken önemli eserlerini yazmaya ve çeşitli beldelerden gelen mektupları cevaplandırmaya yöneldi. Şerîf el-Murtazâ’nın 436 (1044) yılında ölümünün ardından, Şeyh Müfîd’in eski öğrencilerinden Ahmed b. Ali en-Necâşî ve Muhammed el-Kerâcekî gibi önemli âlimler henüz hayatta iken Şeyh Müfîd ile Şerîf el-Murtazâ’nın ilmî silsilesi ve temelini attıkları Usûlî düşüncesi Tûsî ile temsil edilmeye ve kendisi “Şeyhü’t-tâife” unvanıyla anılmaya başlandı. Bu unvan daha sonra Nasîrüddîn-i Tûsî ile karıştırılmaması için Şîa tarafından özellikle kullanılacaktır. Tûsî’nin Bağdat’ın Kerh semtindeki evi ilim öğrenmek, istişarelerde bulunmak ve dinî meselelerini çözmek amacıyla gelen kişi ve heyetlerle dolup taşıyordu. Kendisinden faydalanan öğrenci sayısının 300’e ulaştığı belirtilmektedir. Bağdat’ta öğrencilik ve hocalık devresinde Şiî Büveyhîler’in güvenini kazandı. Ayrıca Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh kendisini takdir ederek ona kelâm ve irşad dersleri için bir kürsü hediye etti. Takdir gördüğü bu çevrede faaliyetlerine devam eden ve eser telifine ağırlık veren Tûsî, Bağdat’ta mevcut kütüphanelerle birlikte Büveyhî Hükümdarı Bahâüddevle’nin veziri Ebû Nasr Sâbûr b. Erdeşîr tarafından kurulan, 100.000 kadar kitabın bulunduğu belirtilen Dârülilim’den, ayrıca hocası Şerîf el-Murtazâ’nın 80.000 kitap ihtiva ettiği rivayet edilen kütüphanesinden büyük ölçüde faydalanarak on yılı aşan süre içinde eserlerinin büyük bölümünü telif etmeye muvaffak oldu.

Tûsî kırk yıl süreyle kaldığı Bağdat’ta ortaya çıkan isyanlar, kıtlık ve hastalıklar yüzünden pek çok kişinin ölmesi, bilhassa mezhep kavgalarında Kerh ve Bâbüttâk semtlerinin yağmalanması, nihayet Tuğrul Bey’in Büveyhîler’i bertaraf edip Bağdat’a hâkim olması dönemlerinde kendisini gizlemeyi tercih etti. Daha sonra devam eden karışıklıklar ve fitneler neticesinde evi, kütüphanesi ve halifenin verdiği ders kürsüsü yağmalanıp yakıldı; kendisi de Necef’e sığınmak zorunda kaldı (448/1056). Ondan ilim öğrenmek isteyen pek çok kişi de Necef’e gelip yerleşti. Böylece Necef önemli bir ilim merkezi haline geldi. Hayatının sonuna kadar kaldığı Necef’te kendisinden sonra ilmî halefi sayılan oğlu Ebû Ali Hasan başta olmak üzere Süleyman eş-Şehreştî, Şeyh Sadûk’un yeğeni Hasan b. Hüseyin b. Bâbeveyh ve torunu İshak b. Muhammed el-Kummî, İbn Şehrâşûb’un dedesi Şehrâşûb el-Mâzenderânî ve İbn Fettâl en-Nîsâbûrî gibi sınırlı sayıdaki öğrenci grubuna ders verdi, bu arada eser yazmayı sürdürdü. 22 Muharrem 460 (2 Aralık 1067) tarihinde vefat etti ve Necef’te defnedildi.

Eserleri. Ebû Ca‘fer et-Tûsî’nin sayısı elliyi aşan teliflerinden kırk üçünün ismi onun el-Fihrist adlı eserinde kendisi tarafından kaydedilmiştir (s. 192-194), En çok bilinen ve yayımlanan eserleri şunlardır. A) Tefsir. et-Tibyân fî tefsîri’l-Ķurǿân. Klasik dönem İmâmiyye Şîası’nın en önemli tefsirlerinden biri kabul edilir. Eserde bazı durumlarda rivayetlere yer verilmekle birlikte dirâyet yöntemi kullanılarak istidlâllerde bulunulmuş, kıraat, meânî ve i‘rab meselelerine temas edilmiş, müteşâbih âyetler üzerinde durulmuş, Cebriyye, Müşebbihe ve Mücessime gibi grupların görüşleri eleştirilmiş, dinî hükümlerin usul ve fürûu hakkında açıklamalar yapılmıştır. et-Tibyân, Ali b. Şîrâzî’nin tashihiyle iki cilt olarak (Tahran 1364/1945), Âgā Büzürg-i Tahrânî’nin takdimi ve Ahmed Habîb Kasîr el-Âmilî’nin tahkikiyle on cilt halinde (Necef 1957-1965; Beyrut, ts., [Dârü ihyâi’t-türâsi’l-Arabî]) yayımlanmış, müellifin çağdaşlarından İbn İdrîs Muhammed b. Ahmed el-İclî ve Ebû Abdullah Hârûn tarafından Muħtaśarü’t-Tibyân adıyla ihtisar edilmiştir. Şiî müfessiri Tabersî MecmaǾu’l-beyân’ını kaleme alırken Tibyân’ın kendisi için örnek teşkil ettiğini belirtmekle beraber eserin dilini ve tertibini eleştirmiştir (bk. MECMAU’l-BEYÂN).

B) Hadis. 1. Tehźîbü’l-aĥkâm (fî şerĥi’l-MuķniǾa). İmâmiyye’nin “kütüb-i erbaa” diye adlandırılan dört temel hadis kitabının üçüncüsüdür. Müellifin hocası Şeyh Müfîd’in er-Risâletü’l-muķniǾa adlı fıkıh kitabı esas alınarak ilgili konulara ait 13.590 hadisin derlenip şerhedilmesiyle meydana gelen eser Tahran (I-II, 1316-1318), Necef (I-IX, 1377-1382) ve Beyrut’ta (I-X, 1401/1981) basılmış, üzerine çok sayıda şerh ve hâşiye yazılmıştır (bk. KÜTÜB-i ERBAA). 2. el-İstibśâr (fî me’ħtülife mine’l-aħbâr). Bir önceki eserin muhtasarı olup yaklaşık 5500 hadis ihtiva eden eser kütüb-i erbaanın dördüncüsünü teşkil etmektedir (Leknev 1307/1889; Tahran 1317, 1363; I-IV, Necef 1375-1376; Beyrut 1390; nşr. Hasan el-Harsân, Tahran 1390, 1395). 3. Emâli’ş-Şeyħ eŧ-Ŧûsî. Daha çok müellifin sünnetle ilgili imlâlarını ihtiva eden iki ciltlik bir eserdir ve Muhammed Sâdık Bahrülulûm’un bir mukaddimesiyle yayımlanmıştır (Necef 1964; Beyrut 1401; Meşhed 1410/1990; Kum 1414/1994).

C) Kelâm. 1. Temhîdü’l-uśûl fî Ǿilmi’l-kelâm. Hocası Şerîf el-Murtazâ’nın Cümelü’l-Ǿilm ve’l-Ǿamel adlı Şîa akaidine dair esaslarla birlikte bazı fıkhî konuların da ele alındığı eserinin hacimli şerhidir (nşr. Abdülmuhsin Dînî, Tahran 1358 hş./1980, 1983). 2. el-İķtiśâd* fîmâ yeteǾallaķu bi’l-iǾtiķād. Müellifin Temhîdü’l-uśûl’ünün muhtasarıdır. Eserde ilim, amel, tevhid, adl, va‘d, vaîd, nübüvvet, imâmet ve şer‘î ibadetler gibi konular ele alınmaktadır. İmâmet bahsi hariç Mu‘tezilî anlayışın Şîa akaidine yansıdığını ortaya koyan eser el-İķtiśâd fîmâ yeteǾallaķu bi’l-iǾtiķād adıyla yayımlanmıştır (Necef 1399/1979; Beyrut 1406). 3. Telħîśü’ş-Şâfî. Şerîf el-Murtazâ’nın, hocası Kādî Abdülcebbâr’ın el-Muġnî adlı eserinin imâmetle ilgili kısımlarına reddiye mahiyetinde yazdığı eş-Şâfî fi’l-imâme’sinin muhtasarıdır (Tahran 1302/1884; I-IV, nşr. Bahrülulûm Hüseyin b. Muhammed Takī, Necef 1963-1965). 4. Kitâbü’l-Ġaybe. On ikinci imamın 260 (874) yılından itibaren başlayan küçük ve büyük gaybet dönemlerini, ilk dönemde görevlendirilen sefirleri ve imamdan onlara gelen tevkī‘leri ele alan bir eserdir (nşr. Muhammed b. Hasan et-Tebrîzî, Tebriz 1324/1906; nşr. Âgā Büzürg-i Tahrânî, Necef 1385/1966; nşr. Ali Ahmed en-Nâsıh, Kum 1990; nşr. İbâdullah et-Tahrânî-Ali Ahmed en-Nâsıh, Kum 1411; Beyrut 2008).

D) Fıkıh. 1. el-ǾUdde fî uśûli’l-fıķh (ǾUddetü’l-uśûl). Kitapta yazıldığı döneme kadar tartışılan hemen bütün usul meseleleri ele alınmış ve farklı mezhep görüşlerine yer verilmiştir (Bombay 1312/1894; Tahran 1314/1896; nşr. Necef Mehdî, Necef 1403/1983 [Müessesetü Âli’l-beyt]; el-ǾUdde fî uśûli’l-fıķh, nşr. Muhammed Rızâ el-Ensârî el-Kummî, Kum 1417). 2. el-Mebsûŧ fi’l-fıķh. İmâmiyye fıkhının fer‘î hükümleriyle ilgili olan kitap Tûsî’nin son eserlerindendir. Müellifin en-Nihâye’sinde özet şeklinde verilen pek çok mesele burada genişçe işlenir. Eser tahkik edilerek


sekiz cilt halinde yayımlanmıştır (Tahran 1270/1853; nşr. Muhammed Takī el-Keşfî, Tahran 1387/1967; nşr. Muhammed Bâkır el-Behbûdî, Tahran, ts. [el-Mektebetü’l-Mustafaviyye]; el-Mebsûŧ fî fıķhi’l-İmâmiyye, Kum 2007), 3. en-Nihâye fî mücerredi’l-fıķh ve’l-fetâvâ. Müellifin İmâmiyye fıkhına dair diğer önemli bir eseri olup Şiî medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuş (Tahran 1276, 1333 hş.; Beyrut 1390/1970), daha sonra Muhakkık el-Hillî’nin ŞerâǿiǾu’l-İslâm adlı eseri bunun yerini almıştır. Muhakkık el-Hillî tarafından Nüketü’n-Nihâye (en-Nihâye ve nüketühâ) adıyla şerhedilen eser (Tahran 1276; I-III, Kum 1412) Farsça’ya (trc. Muhammed Bâkır Sebzevârî, Tahran 1360/1981) ve İngilizce’ye (A Concise Description of Islamic Law and Legal Opinions, trc. A. Ezzati, London 2008) çevrilmiştir. 4. el-Îcâz fi’l-ferâǿiż ve’l-mevârîŝ. en-Nihâye’nin ilgili kısımlarının özetidir (nşr. Muhammed Hâdî el-Emînî, Necef 1963). 5. Kitâbü’l-Ħilâf (el-Ħilâf fi’l-aĥkâm, Mesâǿilü’l-ħilâf). Fıkıh mezhepleri arasındaki ihtilâfları konu edinmektedir (nşr. Hâcî Âgā Hüseyin Tabâtabâî el-Burûcirdî, Tahran 1370/1950, 1376, 1377; Necef 1376; Kum 1950, 1963, 1993). 6. Resâǿilü’ş-Şeyħ eŧ-Ŧûsî (er-Resâǿilü’l-Ǿaşr). Müellifin daha çok fıkıh konularında yazdığı çeşitli risâlelerinden oluşmuştur (Kum, ts. [Müessesetü’n-neşri’l-İslâmî]). 7. Miśbâĥu’l-müctehid. İbadet ve dua hakkında olan eseri (Meşhed 1338/1919; Beyrut 1991), İbnü’l-Mutahhar el-Hillî ihtisar etmiştir. 8. el-Cümel ve’l-Ǿuķūd (fi’l-Ǿibâdât). İbadetleri ve bazı şer‘î akidleri sade bir dille ve özet halinde anlatmak amacıyla yazılmıştır (nşr. M. Vâizzâde Horasânî, Kum, ts. [Müessesetü’n-neşri’l-İslâmî]; Meşhed 1348 hş./1969). Muhakkık el-Hillî bu eseri el-Maķśûd mine’l-Cümel ve’l-Ǿuķūd adıyla ihtisar etmiştir.

E) Tabakat/Ricâl. 1. el-Fihrist (Fihristü’ŧ-Ŧûsî). Şîa ricâl ve ulemâsının alfabetik sıraya göre ele alınıp eserlerinin incelendiği bir kitaptır (nşr. A. Sprenger-Mevlâ Abdülhak, Kalküta 1271/1855; nşr. Muhammed Sâdık Âl-i Bahrülulûm, Necef 1937, 1961; Beyrut 1403/1983; nşr. Cevâd el-Kayyûmî, [baskı yeri yok], 1417 [Müessesetü neşri’l-fukahâ]). 2. İħtiyârü maǾrifeti’r-ricâl. Keşşî’nin er-Ricâl’inden oluşturulan, çok sayıda Şiî âlimi ve ileri gelenlerini içeren bir eserdir (nşr. Hasan el-Mustafavî, Meşhed 1348 hş./1969; nşr. Mehdî er-Recâî, Kum 1404/1984; Tahran 1424/2004). 3. Ricâlü’ŧ-Ŧûsî (er-Ricâl). Hz. Peygamber’den ve Ehl-i beyt’ten rivayette bulunan râvilerin on ikinci imam dönemine kadar alfabetik sıraya göre kaydedildiği güvenilir Şîa hadis ricâli kitaplarındandır (nşr. Muhammed Sâdık Âl-i Bahrülulûm, Necef 1381/1961; nşr. Cevâd el-Kayyûmî el-İsfahânî, Kum 1415; kaynaklarda müellife nisbet edilen diğer eserlerin bir listesi ve değerlendirilmeleri için bk. Kays Âl-i Kays, III, 247-271; Akhtar, s. 217- 244).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Ca‘fer et-Tûsî, et-Tibyân fî tefsîri’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Habîb Kasîr el-Âmilî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), Âgā Büzürg-i Tahrânî’nin takdimi, I, s. e-ebk; a.mlf., el-Fihrist, Beyrut 1403/1983, s. 192-194; Ahmed b. Ali en-Necâşî, er-Ricâl (nşr. M. Cevâd en-Nâînî), Beyrut 1408/1988, II, 332; İbn Şehrâşûb, MeǾâlimü’l-Ǿulemâǿ (nşr. M. Sâdık Âl-i Bahrülulûm), Beyrut, ts. (Dârü’l-edvâ), s. 114-115; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam (Atâ), XVI, 110; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X, 58; Hasan b. Ali b. Dâvûd el-Hillî, er-Ricâl (nşr. M. Sâdık Âl-i Bahrülulûm), Necef 1392/1972, s. 169-170; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XVIII, 334-335; a.mlf., Târîħu’l-İslâm: sene 441-460, s. 490-491; Safedî, el-Vâfî, II, 349; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), IV, 126-127; İbn Hacer, Lisânü’l-Mîzân, V, 35; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, Kahire 1353/1935, V, 82; Dâvûdî, Ŧabaķātü’l-müfessirîn, II, 126-127; Muhammed b. Ali el-Hâirî el-Erdebîlî, CâmiǾu’r-ruvât, Beyrut 1403/1983, II, 95; Bahrülulûm-i Tabâtabâî, Ricâlü’s-seyyid Baĥri’l-Ǿulûm: el-Fevâǿidü’r-ricâliyye (nşr. M. Sâdık Bahrülulûm-Hüseyin Bahrülulûm), Tahran 1363 hş., III, 227-239; M. İkbâl el-Ensârî, “Şeyħu’t-Ŧaǿife Ebû CaǾfer ĥayâtühû ve müǿellefâtüh”, eź-Źikra’l-elfiyye li’ş-Şeyħ eŧ-Ŧûsî, Meşhed 1972, s. 491-572; Seyyid Rızâ Sadr, “Negâhî be Âŝâr-i Fıķhî Şeyħ Ŧûsî”, Yâdnâme-i Şeyħ Ŧûsî (nşr. M. Vâizzâde Horasânî), Meşhed 1976, s. 264-317; Hasan es-Sadr, Teǿsîsü’ş-ŞîǾa li-Ǿulûmi’l-İslâm, Beyrut 1401/1981, s. 266-267; AǾyânü’ş-ŞîǾa, IX, 159-167; Abbas el-Kummî, el-Künâ ve’l-elķāb, Beyrut 1403/1983, II, 394; Âgā Büzürg-i Tahrânî, eź-ŹerîǾa ilâ teśânîfi’ş-ŞîǾa, Beyrut 1403/1983, I, 365; II, 14, 36, 269, 486; III, 328; IV, 423; V, 9, 145; XX, 363; XXII, 91; a.mlf., Zindegînâme ve Âŝâr-ı Şeyħ Ŧûsî, Tahran 1376, s. 1-137; Kays Âl-i Kays, el-Îrâniyyûn, III, 226-271; S. Waheed Akhtar, Early Shī‘ite Imāmiyyah Thinkers, New Delhi 1988, s. 205-244; MuǾcemü ŧabaķāti’l-mütekellimîn, Kum 1424/1382, II, 233-236; M. Vâizzâde Horasânî, Şerĥ-i Ĥâl ve Âŝâr-ı Şeyħ Ŧûsî, Meşhed, ts. (Dânişgede-i İlâhiyyât ve Maârif-i İslâmî), s. 2-33; Seyyid Sâmir Hâşim el-Amîdî, “Devrü’ş-şeyħ eŧ-Ŧûsî fî Ǿulûmi’ş-şerîǾati’l-İslâmiyye”, Türâŝünâ, XIII/52, Kum 1418, s. 36-65; Mohammad Ali Amir-Moezzi, “al-Ŧūsī”, EI² (İng.), X, 745-746.

Mustafa Öz




FIKIH. Tûsî, İsnâaşeriyye geleneğinde dönüm noktası olan Usûlî ekolü kurup geliştiren üç âlimden biri kabul edilir. Dinî ilimlerin hemen her alanında eser telif etmiş, Usûlî ekolün gelişiminde etkili olmuş ve daha çok “Şeyhü’t-tâife” unvanıyla ün kazanmıştır. Mezhep literatüründe Şeyh Murtazâ el-Ensârî’ye (ö. 1281/1865) kadar olan dönemde “eş-Şeyh” unvanı mutlak şekilde kullanıldığında bununla Tûsî kastedilir. Mezhebin en muteber dört hadis kitabından ikisini telif eden Tûsî, en-Nihâye ve el-Mebsûŧ gibi sistematik fürû eserleriyle İsnâaşerî fıkhının gelişimine damgasını vurmuş, mezhepte yeni bir dönemin başlatıcısı olarak görülmüştür (bk. CA‘FERİYYE). Fikirleri ve eserleri uzun süre fıkıh eğitimine yön vermiş, Hille ekolünün ortaya çıkışından sonraki dönemlerde de eserleri temel kaynaklar arasındaki yerini korumuştur. Fıkhı sistematik hale getirmesi ve teorik yapısını kurması bakımından onun İsnâaşerî fıkhında oynadığı rolün Sünnîlik’te Şâfiî’nin rolüne benzediği ileri sürülmüştür (Adams, X/3 [1972], s. 176). Usûlî ekol içerisinde kelâm görüşleri bakımından dinin esaslarını anlamada akla daha çok önem veren Şerîf el-Murtazâ’dan ziyade nakle fazla yer veren Şeyh Müfîd’e yakın durmuştur.

IV. (X.) yüzyılın sonlarına kadar Şiî-İsnâaşerî fıkhına hâkim olan Ahbârîler’in otoritesini zayıflatan ve mezhep içinde yeni bir sistem kuran kelâmcı-Usûlî ekol, Ahbârîler’i ve Nevbahtîler’i tenkit ederek mezhepte sistematik bir fıkıh oluşumunun yolunu açmıştır. Bu ekolü kuranların fıkıh bakımından dikkate değer özellikleri, Kur’an’ın eksiksiz ve sağlam bir şekilde nakledildiğini kabul etmeleri, ictihadı reddetmekle birlikte fıkıhta aklî istidlâle önem vermeleri ve Sünnî mezheplere benzer şekilde usul ve fürû eserleri telif edip İsnâaşerî fıkhını, fiilen mâsum imamın varlığından bağımsız şekilde sistematik biçimde işlenip yürütülecek bir yapıya kavuşturmalarıdır. Ahbârîler’den farklı olarak Usûlîler’e göre hadis kitaplarının ihtiva ettiği rivayetlerin tamamı sahih görülemez. Hocaları Şeyh Müfîd ile Şerîf el-Murtazâ’nın başlattığı Usûlî anlayışı geliştirip devam ettiren ve onların çalışmalarını tamamlayan Tûsî kelâm görüşleri bakımından hocaları gibi Mu‘tezile’den etkilenmiş ve temel meselelerde hüsün ve kubhun aklîliğini kabul etmiştir (el-ǾUdde, I, 10; II, 759-762). Bu çerçevede en önemli hususlardan biri, Şerîf el-Murtazâ tarafından kesin bilgi vermemeleri sebebiyle reddedilen âhâd haberlerin fıkıhta delil olarak kullanılabileceğini kabul etmesidir. Böylece âyetlerde ve mütevâtir haberlerde yer almayan meseleleri hüsün ve kubhun aklîliği ilkesine dayanarak çözüme kavuşturmaya çalışan Şerîf el-Murtazâ’nın aksine belli şartlarla (a.g.e., I, 100; el-İstibśâr, I, 2-3) âhâd haberleri kabul etmiş, Usûlî ekolün fıkıh anlayışında nakil-akıl dengesini


kurmuş, Ahbârîler karşısında hocalarına göre daha sentezci bir yaklaşım ortaya koymuştur. Fıkıh usulüne dair kitabında iki hocasının da eserlerinin eksik olduğunu, mezhepteki ilk tam eseri kendisinin yazdığını söyler (el-ǾUdde, I, 3-4). Ancak eserine hocası Şerîf el-Murtazâ hayatta iken başlamakla birlikte büyük bir kısmını onun vefatından sonra tamamladığı anlaşılmaktadır ve hocasının usul eseri ez-ZerîǾa’nın yazılışı el-ǾUdde’den öncedir (Ebü’l-Kāsım Gürcî, III, 370-373). Uzun süre Şiî eğitim merkezlerinde ders kitabı olarak okutulan (Hossein Modarressi Tabātabā’ī, s. 7) bu eserde Tûsî, dönemindeki birçok usulcü gibi Ebü’l-Hüseyin el-Basrî’nin el-MuǾtemed’indeki tertibi ve meseleleri örnek almış görünmektedir; fakat başta ahbâr konusu olmak üzere tertip ve içerik yönünden değişiklikler yapmıştır. Ayrıca el-ǾUdde’nin çeşitli bölümlerinde görülen ifadeler Şerîf el-Murtazâ’nın ez-ZerîǾa’sı ile büyük benzerlik gösterir. Ancak Şerîf el-Murtazâ’da olduğu gibi akla büyük bir rol tanımaz, İbn İdrîs ve sonrasında yerleştiği şekliyle deliller arasında da akla yer vermez.

Delil olarak Kur’an, sünnet ve icmâı ele alır, bunların içinde daha ziyade âhâd haberler üzerinde durur. Genişçe işlediği âhâd haberlerin meşruiyetini, geliştirdiği “a‘mâlü’t-tâife” (icmâu’l-fırka) tabiriyle temellendirme yoluna gider. Ona göre gerekli şartları taşıyan âhâd haberler hem bilgi kaynağı hem fürû-i fıkıhta delildir. Tûsî’nin icmâ anlayışı imamın da içinde yer aldığı icmâın kabul edileceği yolundadır. Bu husus, imamın gaybet döneminde bile toplum arasında yaşadığı farzedilerek Şiî ulemânın herhangi bir şekilde yanlış icmâda bulunmasına izin vermeyeceği düşüncesine dayanmaktadır. Re’y, kıyas ve bunlara benzer bir anlam yüklediği ictihadı reddeden Tûsî, kıyasın aklen câiz görülmekle birlikte meşruiyetine dair sem‘î delilin bulunmadığını ileri sürer; doğrunun tek olması sebebiyle şer‘î konularda ictihadın meydana gelmediğini savunur (el-ǾUdde, I, 8; II, 647-735). Kıyas ve ictihadın delil sayılmadığını açıkça ifade eden Tûsî bunun yerine Kitap ve Sünnet’in zâhirine ve icmâa, burada yer almayan hususlarda delîl-i hitâb gibi lafzî, istishâb-ı hâl gibi aklî istidlâl yöntemlerine başvurur. Onun fıkıh sisteminde daha çok Ahbârîler tarafından kullanılan ihtiyat ve tahyîr prensiplerinin önemli bir yeri vardır. Tûsî, Basra Mu‘tezilesi’ne yakın duran Şiî ulemânın benimsediği “ibâha-i asliyye” prensibi yerine Şeyh Müfîd gibi daha çok “berâetü’z-zimme”yi benimsemiş ve bunun ihtiyata daha elverişli olduğunu ileri sürmüştür (a.g.e., I, 70, 73, 77, 85, 102; II, 156; Uyar, Şiî Ulemâ, s. 46-47).

Tûsî’nin büyük ölçüde Sünnî fıkhı ve usulünden faydalanıp ortaya koyduğu anlayış sayesinde İsnâaşerî fıkhı yeni bir merhaleye girmiştir. el-Ħilâf adlı önemli ve kapsamlı eseriyle İsnâaşeriyye’nin fıkhî görüşlerini Sünnî fıkıh mezhepleriyle mukayese ederek ele alan ilk Şiî müellifi Tûsî’dir. O, el-Mebsûŧ ve el-Ħilâf adlı eserlerini Sünnî fıkhından yararlanıp Sünnî modeline göre tasnif etmiştir (Hossein Modarressi Tabātabā’ī, s. 44). Tûsî’nin bu tutumunda yaşadığı ve Sünnî geleneğin hâkim olduğu Horasan ve Bağdat ortamının büyük rolü olmalıdır. el-Mebsûŧ’un girişindeki ifadelere göre fürûda önce en-Nihâye’yi, sonra el-Cümel ve’l-Ǿuķūd fi’l-Ǿibâdât adlı kitabını, ardından el-Mebsûŧ’u yazmıştır. el-Ħilâf’ı da en-Nihâye’den sonra kaleme aldığı anlaşılmaktadır. en-Nihâye’nin “mesâil-i usûl” denilen temel fürû meselelerini, el-Mebsûŧ’un ise bunların yanında istinbat edilen zâit meseleleri içerdiği belirtilir (Seyyid Rıza Sadr, s. 453-458). Tûsî, hayatının sonlarına doğru telif ettiği el-Mebsûŧ’un girişinde Sünnîler’in İmâmiyye fıkhını yetersizlikle suçladıklarını, bu eseriyle onlara cevap vermek istediğini, eserin mezhepte bütün fıkıh konularını içeren ilk kitap olduğunu ifade eder. Onun fıkıh sistemi kendisinden önceki fakihlere göre hayli zengin, geniş ve sistemli ise de kendisinden sonrakilere, meselâ Muhakkık el-Hillî’ye göre dağınıktır ve Sünnî fıkhından alınan unsurlar tam olarak hazmedilmemiş vaziyettedir (DİA, XVIII, 39). Tûsî’nin ölümünün ardından yaklaşık bir asırlık süre içerisinde fetva ve görüşlerine aşırı bağlılık gösterilmiş, fetvasının bulunduğu bir konuda farklı bir fetvanın verilmesi hoş görülmemiştir. VI. (XII.) yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan Mahmûd b. Ali Hammâsî er-Râzî, Hamza b. Ali b. Zühre el-Halebî ve İbn İdrîs Hillî gibi âlimlerin Tûsî’nin görüşlerini eleştirmelerine ve Şerîf el-Murtazâ’nın âhâd haberleri reddeden fıkıh anlayışını canlandırmalarına kadar bu durum devam etmiştir. Özellikle İbn İdrîs, Tûsî’yi taklit geleneğini yıkmak için onun görüşlerini şiddetle tenkit etmiştir. Ancak bu husus Tûsî’nin kitaplarının, görüş ve fetvalarının önemini yitirdiği anlamına gelmez. Aksine onun görüşleri ve sistemi daha da geliştirilip sistemleştirilerek Hille ekolü içerisinde varlığını sürdürmüştür (Hossein Modarressi Tabātabā’ī, s. 45-49).

Tûsî’nin İsnâaşeriyye’nin fıkıh düşüncesine üç önemli yenilik getirdiği söylenebilir. 1. İsnâaşeriyye fıkhını ictihadın daha sistemli biçimde kullanıldığı geniş bir alana taşıyıcı çabalar göstermiş ve bu yönde ilmî esaslar ortaya koymuştur. 2. Bir taraftan Şerîf el-Murtazâ’nın akıl konusundaki tutumunu aşırı bulurken diğer taraftan sentezci yaklaşımıyla katı bir lafızcılık ve nakilciliğin hâkim olduğu ilk dönem Ahbârîliğinin yetersizliğini göstermiştir. 3. İcmâın tam olarak ortaya çıkmasını ve deliller kategorisindeki yerini almasını sağlamıştır. Ayrıca fer‘î meselelerde önemli görüşler ileri sürmüş, Şeyh Müfîd’in ulemânın otoritesine dair ileri sürdüğü görüşleri geliştirmiş, Şerîf el-Murtazâ’nın aksine fakihin fıkhî müdahalesini müstehap kabul etmiş, ulemânın imamı temsil yetkisinin adaletin icrası, emir bi’l-ma‘rûf ve nehiy ani’l-münker görevinin yerine getirilmesi, humus ve diğer dinî vergilerin toplanıp hak edenlere dağıtılması ve cuma imamlığı gibi meseleleri kapsadığını ifade etmiştir. Şiî bir kadının imam tarafından tayin edildiği farzedilerek otoritesinin kabul edilmesi gerektiğini söylemiş, dolayısıyla imam tarafından ulemâya hadleri ve diğer kazâî hükümleri uygulama yetkisinin verildiğini kabul etmiştir. Tûsî, zekât ve humusun toplanıp dağıtılmasında imamın temsilcileri sıfatıyla fakihlerin yetki sahibi olduğu ve bunların fakihlere verilmesinin daha uygun sayılacağı kanaatindedir; bu görüş Usûlî ulemâsının toplumda otoritesinin kurulmasında önemli rol oynayan bir yeniliktir. Öte yandan Tûsî imamın gaybet döneminde sadece savunma cihadına cevaz vermiştir. Ayrıca hocası Şerîf el-Murtazâ gibi o da imamın yokluğunda mevcut otoriteyle ilişkileri ve görev alma konusunu ayrıntılı biçimde işlemiştir (Uyar, Şiî Ulemâ, s. 48-54).

BİBLİYOGRAFYA:

Ebû Ca‘fer et-Tûsî, el-ǾUdde fî uśûli’l-fıķh (nşr. M. Rızâ el-Ensârî el-Kummî), Kum 1417, tür.yer.; a.mlf., el-Fihrist, Beyrut 1403/1983, s. 27-28, 192-194; a.mlf., el-İstibśâr, Kum 1380, I, 1-4; a.mlf., el-Mebsûŧ fi’l-fıķhi’l-İmâmiyye (nşr. M. Takī el-Keşfî), Tahran 1387, I, 1-3; a.mlf., el-Ħilâf, Kum 1425, I, 70, 73, 77, 85, 102, 181, 186; II, 156; a.mlf., et-Tibyân fî tefsîri’l-Ķurǿân (nşr. Ahmed Habîb Kasîr el-Âmilî), Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), Mukaddime, I, 1-21; a.mlf., en-Nihâye fî mücerredi’l-fıķh ve’l-fetâvâ, Beyrut 1400/1980, s. 112-113; a.mlf., er-Resâǿilü’l-Ǿaşr: Resâǿilü’ş-Şeyħ eŧ-Ŧûsî, Kum, ts. (Müessesetü’n-neşri’l-İslâmî); a.mlf., Mesâǿil kelâmiyye (Resâǿilü’l-Ǿaşr içinde), s. 97-99; Ebü’l-Kāsım Gürcî, “Şeyħ Ŧusî ve ǾUddetü’l-uśûl”, Yâdnâme-i Şeyħ Ŧûsî, Meşhed 1354 hş, III, 365-460; Seyyid Ahmed Fâtımî, “Şeyħ Ŧûsî ve İbn İdrîs”, a.e., III, 461-488; Seyyid Rızâ Sadr, “Maķām-ı Fıķhî Şeyħ


Ŧûsî”, Hezâre-i Şeyħ Ŧûsî, Tahran 1362 hş., s. 401-428, 453-458; Hossein Modarressi Tabātabā’ī, An Introduction to Shī‘ī Law, London 1984, s. 7, 40-49; Mazlum Uyar, İmâmiyye Şiası’nda Düşünce Ekolleri -Ahbârîlik-, İstanbul 2000, s. 106-131; a.mlf., Şiî Ulemânın Otoritesinin Temelleri, İstanbul 2004, s. 13-98; a.mlf., “Hillî, Muhakkık”, DİA, XVIII, 39; C. J. Adams, “The Role of Shaykh Al-Tûsî in the Evolution of a Formal Science of Jurisprudence among the Shi’ah”, IS, X/3 (1972), s. 173-180; Abdullah Kahraman, “Caferi Usulcü Ebû Cafer et-Tûsî’ye Göre Bağlayıcılık Açısından Hz. Peygamber’in Fiilleri”, Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin Elmi Mecmuası, II/3, Bakü 2005, s. 11-28; a.mlf., “Şiî-Sünnî Usul Polemiği (Tusî Örneği)”, Marife, V/3, Konya 2005, s. 213-232.

Abdullah Kahraman