ULAK

Osmanlılar’da devletin resmî haberlerini ulaştıran görevlilere verilen ad.

Sâî, tatar, berîd, posta karşılığında kullanılan ulak kelimesi eski Türkçe’de ulağ diye geçer. Göktürk yazıtlarında olduğu gibi Kâşgarlı Mahmud’un Dîvânü lugāti’t-Türk’ünde de ulağ “beyin emriyle koşa koşa giden postacının başka bir at buluncaya kadar bindiği at” şeklinde tarif edilmiştir. Kâşgarlı Mahmud ayrıca yollar üzerinde gidiş istikametini göstermek için “ula” denilen taşların dikildiğini belirtmektedir ki büyük ihtimalle bu da ulağ kelimesinden gelmektedir. Türkler’in haberleşmede uyguladıkları ihtiyaç halinde atlara el koyma usulünün, Moğollar’ın Anadolu’yu istilâsından sonra yaygınlaştığı ve buradan Osmanlılar’a intikal ettiği yolundaki bilgi Lutfi Paşa’ya dayandırılır. Osmanlılar’da önceleri padişahın ve mensuplarının ulak hizmetini yapanlar ellerindeki ulak hükmüyle halktan istedikleri beygiri alabilirlerdi, ayrıca her türlü ihtiyaçlarının giderilmesini istemek gibi bir imtiyaza sahipti. Daha sonra vezirler, defterdarlar, ağalar da ulak hükmü vermeye başlamış, onları taşrada beylerbeyiler, sancak beyleri, kadılar ve subaşılar takip etmiştir. Elinde ulak hükmü bulunan kimse kendisi, hizmetkârları ve kılavuzları için beygir almakta, eşyalarını taşıtmak için de beygir istemekteydi. Ulaklar bu hayvanları gittikleri yerlerde bırakır, dönüşte yorgun olmayan dayanıklı beygirlere el koyarlardı. Yolda hayvanlarının zayıf düşmesi durumunda rastladıkları bir kimsenin beygirini alabilirlerdi. Onların bu hareketi belgelerde “ulak zulmü” diye geçer.

Eldeki en eski ulak hükmü Şâban 887 (Ekim 1482) tarihli olup Edirne’de II. Bayezid tarafından verilmiştir. Bu hükümde görevle yollanan kişiye yolda ihtiyaç halinde menzilden menzile ulak temini emredilmiştir. Bunun dışında yine II. Bayezid devrine ait biri Viyana Devlet Arşivi’nde, diğeri Viyana Millî Kütüphanesi’nde iki hüküm daha vardır. Viyana Devlet Arşivi’n-de bulunanı evâil-i Zilhicce 898 (13-22 Eylül 1493) tarihlidir ve Rumeli tarafından İstanbul’a gelecek Dubrovnik elçileri için verilmiştir. Bu hükümde elçilerin beygirlerine ulak tarafından el konulmaması emredilmiştir. Viyana Millî Kütüphanesi’ndeki hüküm ise evâil-i Muharrem 903 (30 Ağustos - 8 Eylül 1497) tarihli olup önemli bir iş dolayısıyla Karaman’a gönderilen İlyas adlı bir ulağa verilmiştir. Ulakların beygirlere el koyma yetkisini kötüye kullanması üzerine 1530’da ulaklar için yeni bir uygulamaya geçilmiştir. Bu amaçla çıkarılan fermanda reâyânın ulak fazlalığından bîzar olduğu, kanunnâmenin bu sebeple yazıldığı, bundan böyle “umûr-ı saltanattan” mühim bir maslahat dolayısıyla gönderilen çavuşun gideceği yere kadar kendi atıyla gitmesinin imkânsızlığı halinde ulak gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Fermanda ayrıca ikiden çok ulak yollanmaması, ulağın bindiği atın vardığı yerdeki kadıya teslimi gibi hususlar da yer almaktadır. Buna rağmen Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi’nde Bağdat ile Nusaybin arasında kış mevsiminde ulakların bindiği beygirlerden 700’ünün kaybolduğu belirtilmektedir. Kanûnî, Lutfi Paşa’yı sadârete getirdikten sonra bu meseleye halletmesini istemiş, Lutfi Paşa ulak hükmü sistemini kaldırıp menzil teşkilâtını yeniden kurmuş, ulak hükmü yerine in‘âm hükmü adıyla bir berat verilmesi usulünü getirmiştir. İn‘âm hükmünde ulağın ismi veya bağlı bulunduğu daire, ne sebeple yola çıktığı, kimin emriyle seyahat ettiği, yolculuğun gidiş mi dönüş mü olduğu, ilk hareket ettiği menzil ile varacağı menzilin adı ve sürücülerin isimleri yer alacaktı.

Ellerinde hüküm bulunan ulaklara menzillerde gerekli beygirler sağlanır, beratları olmayanlara ise beygir verilmezdi. Kimlere ne kadar beygir tahsis edileceği fermanlarla Anadolu ve Rumeli menzillerine bildirilirdi. Yine de bazı yolsuzlukların görülmesi üzerine 1697’de menzillerin yeni bir düzenlemeye tâbi tutulmasına ve ulakların aldıkları beygirlerin ücretlerini ödemelerine dair bir nizam getirilmiştir. Buna göre devlet tarafından görevlendirilenlere saat hesabıyla ücretleri nakden verilecek ve menzilde aldıkları beygirin ücretini ödeyeceklerdi. Genelde saat ücreti 10 sağ akçe olup buna “timin” denirdi. Böylece menzil masraflarının önemli bir kısmı ulak ücreti adı altında devlet tarafından


karşılanmaktaydı. Meselâ on beş beygiri bulunan Aydos menzilinin bir yıllık gideri olan 2212,5 kuruşun 1125 kuruşu ulaklardan alınan beygir ücretinden elde edilmekteydi. Ellerinde fermanla gelip geçen ulakların in‘âmât defterleri tutulmuştur. “Ücret-i in‘âm” menzil fermanı bulunmayanlara, yani özel işi için gelip geçenlere beygir verilmemekteydi, bunun için de menzillere emirler gönderilmiştir. Zira menzil beygirlerinin özel işlerde kullanılması yüzünden ulaklar menzillerde bekletiliyor ve devletin âcil işleri gecikiyordu. Bundan dolayı menzillere “devletin umûr-ı mühimmesi için gelip geçen ulaklarına zaruret ve müzâyaka çektirilmemesi” yolunda emirler gönderilmiştir (ayrıca bk. MENZİL).

Ulakların umumiyetle vasıtaları beygir olmakla birlikte ellerinde tuğralı emir bulunanlara araba da verilirdi. Nitekim 25 Ekim 1711 tarihli bir hükümde ellerinde tuğralı emir olmayanlara araba tahsis edilmemesi bildirilmiştir. Menzil bulunmayan yerlerde elinde ücret-i in‘âm menzil fermanı olanlara yine saati 10 sağ akçeden menzil beygiri tedarik edilecekti. Zira menzil hükümlerinde, “kadîmden ve hâlen menzil tâyin olmayan kazalara umûr-ı mühimme ile gider ve gelir ulak vâki oldukta tehir ve mekslerine bâis olmamak için yedlerinde ücret-i in‘âm menzil fermanları olduğu halde dahi yine ferman olunduğu üzre saat başına 10’ar sağ akçe ücretleri verilmek üzre menzil beygiri tedârik olunması” emredilmiştir. Bu emre uygun şekilde Serez, Yenipazar, Yanbolu kazaları menzil olmadığı halde yol üzerinde bulunmaları sebebiyle menzil beygiri tedarik etmiştir. Menzil olmayan yerlerde hazır bulundurulan menzil beygirlerinin ve ulakların masrafları o yerin ahalisi tarafından eşit biçimde karşılanmaktaydı. Kilis kazasında ulaklar için yapılan masrafları kaza halkının karşıladığı, ancak bir zamandan beri bu tür giderlerin sadece fakir halka yüklendiği kaydedilmektedir. Yine Anadolu sağ kol güzergâhında yer alan Bayındır kasabasında menzil kaydı olmadığı halde kasaba ahalisi bir menzilci seçerek menzil beygiri tedarik etmiş ve menzille ilgili masrafları karşılamıştır. Bu tür menzil olmayan yerlerde tedarik edilen menzil beygirlerinin o kaza sınırları dışına çıkmaması gerekmekteydi. Bursa’dan ulaklara verilen beygirlerin İnegöl ve Mihaliç’ten ileriye geçirilmemesinin istenmesi bunu göstermektedir.

Ulaklara tanınan bu imkânlara rağmen zaman zaman vazifelerinde suistimalleri görülmüştür. Meselâ bir şekilde tarihi açık menzil hükmü elde eden ulaklar birçok defa bu hükümle menzillerden beygir almışlardır. Bu sebeple Bolu, Tosya ve Merzifon menzilcileri, tarihi açık menzil ahkâmıyla gelip geçen ulakların ellerinde bulunan fermana Bolu’ya geldiklerinde “kanun üzere nişan” konulması için emir verilmesini rica etmişler, ayrıca bu fermanlara mahkemece bir işaret konularak başkalarına devrinin önüne geçilmesini talep etmişlerdir. Yine zamanı geçmiş menzil hükmüyle beygir isteyenler olduğu gibi ellerinde menzil emri bulunmadan beygir almak isteyenlere de sıkça rastlanmıştır. Nitekim Akşehir kasabası menzilcileri devlete başvurarak bu tür yolsuzlukların önlenmesini talep etmiştir. Menzillerin harap olmasına yol açan hususlardan biri de ulakların görevleri dışında tüccar mallarını menzil beygirleriyle taşımalarıdır. Bu durum menzil beygirlerinin telefine sebep olmakta ve menzilciler senede birkaç defa menzil imdâdiyyesi ödemek suretiyle büyük sıkıntılara düşmekteydi. II. Mahmud devrinde yazılmış bir lâyihada belirtildiğine göre, tatarların/ulakların bir tevcihat sırasında ellerinde hiçbir beratları bulunmadığı halde kaçak olarak menzil beygirlerine binip on-on beş tatar birden mansıb verilen zata bir an önce müjdeyi vermek için birbiriyle yarışmakta, böylece menzil beygirlerinin telefine yol açmaktaydı. Öyle ki altı ay zarfında bir menzilde hemen hemen sağlam bir at kalmadığı belirtilmektedir.

Menziller arasındaki haberleşme belli bir kural içinde sürdürülmüştür. Meselâ normal zamanlarda gönderilen bir haberi ulak bir menzilden diğerine ulaştırırken çok önemli ve gizli haberlerde tek ulak kullanılıp haber çıkış yerinden varış yerine kadar aynı ulakla gönderilmiş, bunlara özel emirle giden ulak denilmiştir. Öte yandan serhad boylarından gelen ulaklara in‘âm hükümleri olmasa da her menzilden beygir alma hakkı verilmiştir. Nitekim 5 Ekim 1699 tarihli bir hükümde, Avusturya tarafından mühim haberlerle gelen ulaklara Edirne ile İstanbul arasında belirlenmiş menzil noktaları bulunmadığı halde beygir tedarik edilmesi, onlardan hiçbir şekilde ücret istenmemesi, ihtiyaç halinde ücretin sonradan devlet tarafından ödeneceği hususu yer almaktadır.

Ulakların dürüst ve namuslu, hayvana binmeye, yol meşakkatine tahammüllü olması yanında uzun müddet sadrazam veya diğer vezirlerin dairelerinde tecrübe edilmiş, terbiye görmüş kimseler arasından seçilmesine dikkat edilmiştir. Bu sebeple ulakların hal ve hareketlerinin devamlı kontrol altında tutulması lüzumu ve herkesin ulaklığa intisap edememesi bunların muntazam bir idareye bağlanması ihtiyacını doğurmuş, I. Abdülhamid zamanında Tatarân Ocağı teşkil edilerek ocağın idare tarzı hususunda bir ferman çıkarılmıştır. Ocağa mensup ulakların ocak mensubu olmayan ulaklardan ayırt edilmesi için ayrı bir kalpak ve elbise tahsis edilmiştir. Ancak bir müddet sonra bu kıyafeti tatarlıkla ilgisi bulunmayanların giymeye başlaması üzerine bunların cezalandırılması yoluna gidilmiş, ayrıca ocak mensubu tatarlara tatar ağasınca tezkire verilmiştir.

Menzil teşkilâtının zamanla bozulması ve ulakların eski hüviyetlerini kaybetmesi yüzünden menzilhânelerin ve teşkilâtın ıslahı hususunda çeşitli teşebbüslerde bulunulmuş, 1801 yılından itibaren Anadolu’nun birçok menzil yerine yazılan fermanlarla ulakların süratle gidip gelmelerinin sağlanması emredilmiştir. Buna rağmen menzillerde arzu edildiği şekilde hizmet verilememesi üzerine Sadrazam Mehmed Said Galib Paşa zamanında


1824-1829 yılları arasında bütün menzillerde kira usulünün bir kere daha uygulanması yoluna gidilmiştir. Menzillerin kiraya verilmesiyle bir bakıma özelleştirildikleri ve bütün Osmanlı memleketlerindeki menzil teşkilâtının böylece ilga edildiği sonucu çıkmaktadır. Buna rağmen menziller yine ihtiyacı karşılamada yetersiz kalınca posta sistemine geçilmesi amacıyla 1834’te harekete geçilmiş ve bu işin düzenlenmesi için Hâdi Efendi memur edilmiştir. Aynı yıl deneme mahiyetinde olmak üzere Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir posta yolu yapılması için Hassa Müşiri Ahmed Fevzi Paşa görevlendirilerek yol açılmış, hatta II. Mahmud faytonla Kartal’a kadar gitmiştir. Bu yol üzerine postahaneler inşa edilmiş, her çeyrek saat mesafeye rakamlı direkler dikilip uzaklık gösterilmiştir; bir yıl sonra da Üsküdar-İzmit arası posta yolu haritası çizilmiştir. 1839’da posta teşkilâtının kurulmasıyla birlikte ulak sistemi ortadan kalkmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

BA, KK, nr. 305, s. 2; BA, MAD, nr. 8470, s. 3, 125, 185, 238; nr. 470, s. 122; nr. 3169, s. 9; BA, Muhtelif ve Mütenevvia Defteri, nr. 56; BA, HH, nr. 23630; BA, MD, nr. 90, s. 31, hk. 102; BA, Cevdet-Nâfia, nr. 419; BA, Cevdet-Dâhiliye, nr. 589; BA, İrâde-Dâhiliye, nr. 660; BA, Meclis-i Vâlâ, nr. 21591, 21931; TSMA, nr. E 5568, E 8578, E 9477; Lutfi Paşa, Âsafnâme, İstanbul 1326, s. 11-12; a.mlf., Târih (nşr. Âlî Bey), İstanbul 1341, s. 373-380; Lutfî, Târih, IV, 162; F. Kraelitz-Greifenhorst, Osmanische Urkunden in Türkischer Sprache aus der zweiten Hälfte des 15. Jahrhunderts: Ein Beitrag zur Osmanischen Diplomatik, Wien 1921, s. 95, 106-107; Şekip Eskin, Türk Posta Tarihi, Ankara 1942, s. 16; Osmanlı İmparatorluğunda Kollar, Ulak ve İaşe Menzilleri (haz. Rıza Bozkurt), Ankara 1966, s. 2; C. J. Heywood, “The Ottoman Menzilhane and Ulak System in Rumeli in the Eighteenth Century”, Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi: 1071-1920-Social and Economic History of Turkey: 1071-1920 (ed. Osman Okyar - Halil İnalcık), Ankara 1980, s. 183; a.mlf., “Some Turkish Archival Sources for the History of the Menzilhane Network in Rumeli During the Eighteenth Century”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, IV-V, İstanbul 1976-77, s. 43-44; a.mlf., “Ulaķ”, EI² (İng.), X, 800-801; Reşat Genç, Kaşgarlı Mahmud’a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Ankara 1997, s. 277-280; Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme (Menziller), Ankara 2002; Yücel Özkaya, “XVIII. Yüzyılda Menzilhane Sorunu”, DTCFD, XXVIII/3-4 (1977), s. 340-345, 360; Nesimi Yazıcı, “Lutfi Paşa ve Osmanlı Haberleşme Sistemi ile İlgili Görüşleri, Yaptıkları”, İletişim, sy. 4, Ankara 1982, s. 217-244.

Yusuf Halaçoğlu