ÜMÂME bint HAMZA

(أمامة بنت حمزة)

Ümâme bint Hazma b. Abdilmuttalib el-Hâşimiyye (ö. 65/685’ten sonra)

Hz. Hamza’nın kızı, sahâbî.

Mekke’de doğdu. Annesi sahâbîlerden Selmâ bint Umeys’tir. Ümmü’l-Fazl künyesiyle anılmış, ismi hakkında farklı rivayetler nakledilmiştir. Vâkıdî onun adını Umâre, Ebû Nuaym ve İbnü’s-Seken Fâtıma diye kaydeder. Adının Emetullah veya Ümmü Ebîha olduğunu rivayet edenler de vardır. Umâre ismi, Ebû Umâre künyesiyle anılan Hz. Hamza’nın Umâre adındaki oğlu ile karıştırılmasından kaynaklanmıştır. Ümâme’nin baba bir kardeşleri Umâre, Âmir ve Ya‘lâ, ana bir kardeşleri Abdullah ve Abdurrahman b. Şeddâd’dır. İslâm’ı ne zaman kabul ettiği bilinmeyen Ümâme 7 (629) yılına kadar Mekke’de yaşadı. Hz. Peygamber ve ashabı o yıl umretü’l-kazâ için Mekke’ye gelmişti. Mekke’deki kalma sürelerini tamamlayıp Medine’ye dönmek üzere yola çıktıklarında Ümâme, Resûl-i Ekrem’in peşine takıldı ve kendisini de beraber götürmesini istedi. Bunu gören Hz. Ali Ümâme’yi Hz. Fâtıma’ya verdi, o da onu devesinin mahfesine aldı (Buhârî, “Meġāzî”, 43). İbn Sa‘d’ın rivayetine göre ise Hz. Ali Resûlullah’a, “Amcamızın kızını müşriklerin elinde bırakıp gidemeyiz” demiş, Resûlullah da Ümâme’nin götürülmesine karşı çıkmamıştır (eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ, X, 153).

Umre kafilesi Medine’ye yaklaşınca Ümâme, Uhud Gazvesi’nde şehid düşen babasının mezarı hakkında sorular sormaya başladı. Hassân b. Sâbit onun bu konudaki merakını giderdi ve kendisini teskin etti. O sırada söylediği beyitlerde, “O kız değerli ve şecaat sahibi efendiyi sorup duruyor, kötülükler karşısında erkenden ve hızla yola çıkan cesur kişiyi” diyerek Hz. Hamza’yı methetti; ardından da, “Ona dedim ki ey Ümâme şehitlik rahat ve huzurdur, gafûr olan rabbin rızasına ermektir” dedi (İbn Hacer, el-İśâbe, VII, 500). Medine’ye vardıklarında Ümâme’nin himayesi konusunda Hz. Ali ile Ca‘fer b. Ebû Tâlib ve Zeyd b. Hârise arasında anlaşmazlık çıktı. Hz. Ali, Ümâme’yi Mekke’den kendisinin getirdiğini, ayrıca onun amcasının kızı olduğunu, bundan dolayı kendi himayesinde kalması gerektiğini söyledi. Ca‘fer ise Ümâme ile amca çocukları olmaları yanında eşi Esmâ bint Umeys’in onun teyzesi olduğunu söyledi ve Ümâme’nin kendisinin yanında kalmasını istedi. Zeyd de Resûlullah’ın kendisiyle Hamza’yı kardeş ilân ettiğini, bu sebeple Ümâme’nin kardeşinin kızı sayıldığını, onun bakımıyla ilgilenme konusunda önceliği bulunduğunu ileri sürdü. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem teyzenin anne gibi olduğunu belirterek (Buhârî, “Meġāzî”, 43; Ebû Dâvûd, “Ŧalâķ”, 34) Ümâme’nin teyzesinin yanında kalmasını uygun gördü ve onun hidâne hakkını Ca‘fer’e verdi. Daha sonra Hz. Ali, Resûlullah’ın Ümâme ile evlenmesi düşüncesini ona açtı; ancak Hz. Peygamber, Hamza ile sütkardeşi olduklarından Ümâme ile evlenemeyeceğini söyledi (Buhârî, “Şehâdât”, 7; Müslim, “RađâǾ”, 11).

Resûl-i Ekrem, Ümâme’yi her zaman koruyup gözetti, kendisine gelen hediyelerden ona da gönderirdi. Ükeydir b. Abdülmelik’ten gelen ipek bir kaftanı Hz. Ali’ye vererek onu başörtüsü olarak kullanmaları için kesip Fâtımalar’a dağıtmasını istedi (Müslim, “Libâs”, 18; İbn Mâce, “Libâs”, 19). Ali de kaftanı hanımı Fâtıma, annesi Fâtıma bint Esed ve Ümâme arasında paylaştırdı (Nevevî, XIV, 51; Süyûtî, V, 128). Hz. Peygamber, Ümâme’yi hanımı Ümmü Seleme’nin oğlu Seleme b. Ebû Seleme ile evlendirdi. Seleme, çocukluğunda annesinin Resûlullah ile evlenmesini istediği için Resûlullah’ın da ona vaktiyle yaptığına böyle karşılık verdiğini söylerdi. Seleme, Abdülmelik b. Mervân döneminde (685-705) vefat edince Ümâme, Seleme’nin ağabeyi İbn Ebû Seleme diye tanınan Ömer ile evlendi, ancak kısa bir


süre sonra o da vefat etti. Ümâme bint Hamza’dan hadis kaynaklarına bir rivayet intikal etmiş olup (İbn Hazm, s. 553) bu rivayeti kendisinden anne bir kardeşi olan Abdullah b. Şeddâd nakletmiştir. Abdullah söz konusu rivayette Ümâme’nin âzatlı bir kölesi bulunduğunu, bu köle vefat edince Hz. Peygamber’in onun mirasını kölenin kızı ile Ümâme arasında eşit biçimde paylaştırdığını bildirmiştir (Müsned, VI, 405; İbn Mâce, “Ferâǿiż”, 7; Dârimî, “Ferâǿiż”, 31).

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, VI, 405; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķātü’l-kübrâ (nşr. Ali M. Ömer), Kahire 1421/2001, X, 48, 152-154; İbn Habîb, el-Muĥabber, s. 64, 107; İbn Hazm, Esmâǿü’ś-śaĥâbeti’r-ruvât (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut 1412/1992, s. 553; İbn Abdülber en-Nemerî, el-İstîǾâb (nşr. Ali M. Muavvaz - Âdil Ahmed Abdülmevcûd), Beyrut 1415/1995, IV, 505; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (nşr. Halîl Me’mûn Şîhâ), Beyrut 1418/1997, V, 217; Nevevî, Şerĥu Müslim, XIV, 51; Zehebî, Tecrîdü esmâǿi’ś-śaĥâbe, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 331; İbn Hacer, el-İśâbe (Bicâvî), VII, 499-501; a.mlf., Taķrîbü’t-Tehźîb (Avvâme), s. 760; Süyûtî, ed-Dîbâc Ǿalâ Śaĥîĥi Müslim b. el-Ĥaccâc, Beyrut, ts. (Dârü’l-Erkam), V, 128; Kehhâle, AǾlâ-mü’n-nisâǿ, I, 76.

Ayşe Esra Şahyar