ÜSKÜDAR

İstanbul’un Anadolu yakasında tarihî bir semt.

Bülbül, Çavuş ve Balaban derelerinin eski limanın bulunduğu yere getirdiği alüvyonlarla meydana gelen düzlükten başlayarak kuzeydoğuda Sultantepe, güneyde Ayazma mahallesi ve Doğancılar, güneydoğuda Toptaşı yamaçlarına kadar uzanır. Bu dar anlamdaki Üsküdar semtine karşılık geniş anlamdaki Üsküdar (Üsküdar ilçesi) 33 km²’lik bir alan kaplayarak kuzeyde Beykoz, doğuda Ümraniye, güneydoğuda Ataşehir, güneyde Kadıköy ilçesi sınırlarına kadar yayılır. Eski bir yerleşme yeri olduğu tahmin edilen Üsküdar’ın ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Üsküdar adının anlamı hakkında çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunun “altın şehir” anlamında khrysopolisten veya Roma hâkimiyeti döneminde scutari denilen, deri kalkan kullanan imparatorluk muhafızlarının yerleştiği yeri ifade eden scutariondan geldiği belirtilir. Ayrıca “menzilhâne, menzil atı, ulak, ulakların mektup koydukları kese” anlamlarına gelen Farsça esküdar kelimesiyle ilişkilendirildiği de görülür. Halk rivayetlerinde ses benzeşmesinden hareketle “eski” ve “dâr” (ev) kelimelerinden meydana geldiği yolundaki bilgiler bir önceki görüş gibi anlamsızdır.

Tarih öncesi çağda Üsküdar’daki yerleşime dair kesin bilgi mevcut değildir. Milâttan önce 675’te Traklar’ın bir kolu olan Bthynialılar tarafından iskân edildiği söylenir. Ardından Makedonyalılar, Persler, Romalılar ve Bizanslılar’ın hâkimiyetine girdi. Milâttan önce 410’da Atinalı Alkibyades’in buradaki iskele etrafında teşekkül eden kasabayı surla çevirdiği kaydedilir. Milâttan önce 404’te Ksenofon, Onbinler’in Asya’dan dönüşte ganimetlerini burada pazarladıklarını yazar. Bizans döneminde Üsküdar, Kadıköy’ün gölgesinde önemsiz bir kasaba görünümündeydi. Bizans İmparatorluğu’nun kurucusu kabul edilen Büyük Konstantinos ile muhalifi Licinius arasındaki meşhur Üsküdar savaşı 324 yılında burada cereyan etti ve savaş Licinius’un öldürülmesiyle sonuçlandı. 626’da Avarlar İstanbul’u kuşattıklarında Sâsânî orduları doğu tarafından gelerek Üsküdar’a kadar ilerledi. Avarlar’ın başarısız olup geri çekilmeleri üzerine Sâsânîler kuşatmadan vazgeçmek zorunda kaldı. İmparator II. Anastasios’u (713-715) tahttan indirmek isteyen Opsikion theması askerleri karadan ve denizden Üsküdar’a geldi ve burada imparatorluk kuvvetlerini mağlûp etti. II. Anastasios’un yerine III. Theodosios tahta çıkarıldı (715).

Üsküdar, İstanbul’u kuşatmak için gelen İslâm ordularına önemli bir üs vazifesi gördü. Abbâsî Halifesi Mehdî-Billâh’ın 165 (781-82) yılında dönemin ünlü kumandanlarıyla birlikte oğlu Hârûn komutasında İstanbul’a sevkettiği ve 100.000 civarında askerden oluştuğu kaydedilen İslâm ordusu Anadolu üzerinden geçerek Üsküdar’a kadar geldi ve burada konakladı. O sırada çocuk yaştaki VI. Konstantinos adına imparatorluğu yöneten annesi Irene’nin teklifiyle barış antlaşması imzalandı ve İslâm ordusu geri çekildi. Üsküdar 988 yılında II. Basileios’a isyan eden Bardas Phokas’ın askerleriyle imparatorluk kuvvetleri arasındaki savaşa sahne oldu ve Phokas’ın askerleri mağlûp edildi. Malazgirt zaferinin ardından Selçuklular,


Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın kumandasında 1078 ve 1080 yıllarında Üsküdar’a ulaştılar. Dânişmendliler’in Turasan idaresinde bir orduyla Üsküdar bölgesine kadar uzanıp Alemdağı’n-da bir kale inşa ettiği rivayet edilir.

Osmanlılar’ın ilk defa Osman Gazi döneminde Geyve Boğazı’ndan geçerek Adapazarı ovasına, oradan İstanbul Boğazı’na kadar geldikleri, Üsküdar’ı ve Yoros Kalesi’ni yağmaladıkları, bir kısmının kayıklarla İstanbul surlarına kadar ilerlediği yolundaki bilgiler dönemin kaynaklarıyla teyit edilememektedir. Orhan Gazi’nin 1329’da Gebze sahilinde Pelekanon savaşında Bizans İmparatoru III. Andronikos’un kumandasındaki orduyu yenmesiyle sahilde bulunan Hereke, Pendik, Kartal ile birlikte Üsküdar’ın da Osmanlılar’ın kontrolü altına girdiği tahmin edilir. Bu savaştan sonra yapılan barış görüşmelerinde Orhan Gazi barış şartı olarak Merdivenköy’deki av köşkünü alıp burayı ahîlere verdi. 1347’de kayınpederi Bizans İmparatoru Kantakuzenos’u ziyaret amacıyla Üsküdar’a gelen Orhan Bey, Kız Kulesi’ne hâkim bir noktada otağını kurdu. 1352’de Venedikliler’e yenilen Ceneviz donanmasına yardım amacıyla Kadıköy ve Üsküdar’a atlı birlikler gönderdi. Bu yıllarda muhtemelen Büyük Çamlıca, Küçük Çamlıca ile Doğancılar’a kadar Üsküdar ve Kadıköy’ün stratejik yerlerini tamamen ele geçirdi. Bölgedeki Osmanlı kontrolü 1402 Ankara bozgununa kadar devam etti. Yıldırım Bayezid döneminde İstanbul’da oturan müslümanların davalarına bakmak üzere Üsküdar’da bir kadı görevlendirilmesi bu hususu teyit eder. 1420’de Çelebi Sultan Mehmed zamanında İstanbul’un Anadolu yakası tekrar alındı ve 1424’te Bizans’la yapılan anlaşma gereği Karadeniz sahilindeki bütün yerler Üsküdar ve çevresi dahil Osmanlılar’a bırakıldı. Üsküdar ve çevresindeki Türk yerleşmeleri bu dönemden itibaren daha da arttı.

İstanbul’un fethinden sonra Üsküdar’la ilgili ilk bilgiler vakıf defterlerinde yer alır. 1453-1481 yılları arasındaki bir tarihe ait olan kayıtlar Çamlıca ve Çengel köyleriyle Salacak (Fâtih) Camii, Rum Mehmed Paşa Camii ve Toygar Hamza Mescidi mahalleleri hakkındadır. XV. yüzyılın son çeyreğinde Çamlıca’da on iki hâne müslüman, Çengelköy’de yirmi üç hâne gayri müslim nüfus bulunmaktaydı. XV. yüzyılda Üsküdar merkezinde gerçekleşen Türk yerleşmesi Şemsipaşa’nın arkasındaki yamaçlara doğru yayıldı. 919-927 (1513-1521) tarihli kayıtları ihtiva eden 1 Numaralı Üsküdar Şer‘iyye Sicili’nde Dâvud Paşa Camii, Bulgurlu, Selman Ağa Mescidi ve Camii (Mehmed Paşa Camii) mahallelerinin adı yer almakla birlikte nüfusla ilgili bilgi yoktur. 1523’te Üsküdar’ın merkezi hariç bugün ona bağlı olan Çamlıca (iki hâne müslüman), Reisli (yirmi üç hâne, beş bekâr / mücerret müslüman), Çengelköy (elli yedi hâne, on sekiz bekâr müslüman, on üç hâne, altı bekâr gayri müslim) ve İstavroz / Kuzguncuk (yirmi hâne, yedi bekâr müslüman, kırk altı hâne, altı bekâr gayri müslim) birer köy olarak zikredilir (BA, MAD, nr. 22). 1530 tarihli defterde Üsküdar’da toplam sekiz mahalle kaydedilmiştir. Bunlar İmâret-i Mehmed Paşa, Kepçe, Hergele (Salacak), Hamza Fakih, Dâvud Paşa, Geredeli, Bulgurlu, Selman Ağa mahalleleridir. Ayrıca buraya bağlı altı köy merkez kasabayla organik bir bütün oluşturuyordu. Bu bütüne Karacaahmet Mezarlığı’n-da Ayrılık Çeşmesi’nin bulunduğu alandaki İbrâhim Ağa Zâviyesi dahildi. Bütün ünitenin toplam nüfusu 463 hâne ve yetmiş beş bekâr erkekten ibaretti (yaklaşık 2400 kişi). Nüfusun % 48’i Üsküdar kasabasında, % 52’si kasabanın yakınındaki köylerde oturuyordu. Büyük çoğunluğu müslüman Türkler’den meydana geliyor, gayri müslim oranı % 25 civarına ancak erişiyordu. Gayri müslimler Çengel ve İstavroz köylerinde toplanmıştı. Ancak bu köylerde müslümanlar da yaşamaktaydı (BA, TD, nr. 438).

968 (1561) yılı tahrir kayıtlarında günümüzdeki Üsküdar ilçesi sınırları içinde şehrin dışındaki bir zâviye ile birlikte on dokuz mahalle ve yine altı köy iskân birimi zikredilmişti. Bu yerleşim yerlerinde 903 hâne ve 276 bekâr erkek olmak üzere yaklaşık % 59’u kasabada yaşayan 4800 kişiden ibaret bir nüfus mevcuttu. Kasabada yine hiç gayri müslim hâne kaydedilmemişti. İstavroz-Kuzguncuk’ta yaklaşık 1450 kişiden meydana gelen bir gayri müslim topluluğu varlığını sürdürüyordu (BA, TD, nr. 436; TK, TD, nr. 579). Üsküdar kasabasında bir önceki tahrirden otuz yıl sonra on yeni mahallenin (Emîrâhur, Gülfem Hatun, Hasan Ağa, Hacı Mehmed, Evliya Hoca, Abdullah Hoca, Toygar Hamza, Hayreddin Çavuş, Câmi-i Sultâniyye ve Solak Sinan Bey) kurulması büyük bir yerleşmenin mevcudiyetine delâlet eder. Aynı zaman diliminde kasaba nüfusu % 146 oranında artarken civardaki köylerde artış oranı % 59 civarında kalmıştı. Bu durum XVI. yüzyılda kasabanın fizikî yönden büyük gelişme gösterdiğine işaret eder. Söz konusu büyümenin gerçekleşmesinde Arasta Çarşısı (Bat Pazarı), Dâvud Paşa İmareti, Gülfem Hatun Çarşısı, Mihrimah Sultan Külliyesi ile asrın sonlarına doğru inşa edilen Atik Vâlide Sultan Külliyesi’nin büyük bir payı vardır. Şehirde mahalleye adlarını verecek çapta bir Geredeli grubun yerleştiği, ayrıca deniz kenarında bir külliye inşa ettiren Şemsi Ahmed Paşa’nın İsfendiyaroğulları’ndan gelmesi ve hazîresinde yer alan mezar taşları içinde Bolulu şahıslara ait olanlara rastlanması iskânın boyutlarını ortaya koyar. Kasaba bu sıralarda vadi tabanından tepelere doğru gelişim gösterdi.

XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde bugünkü Üsküdar sınırları içinde on sekiz mahalle, yedi köy ve bir zâviye ile birlikte toplam yirmi altı yerleşim yeri vardı. Ancak bunlardan Çamlıca ve Kısıklı’da nüfus kaydı görünmemekte, Bulgurlu köyünün bitişiğindeki Ilısuluk köyünün yeni kurulduğu anlaşılmaktadır. Kasabadaki mahalle sayısı bir önceki tahrire oranla değişmemekle beraber Ahmed Çelebi Trabzonî, Torbalı ve İsfendiyar mahallelerinin yeni teşekkül ettiği, Salacak (Hergele), Emîrâhur ve Abdullah Hoca mahallelerinin ortadan


kalktığı dikkati çeker. Aynı yüzyılın başında kasabada 375 hâne ve otuz beş bekâr erkek, köylerde ise 265 hâne ve 111 bekâr erkek olmak üzere tahminen 3350 kişi bulunmaktaydı. Yine merkez kasabada gayri müslim iskânı yoktu, Çengelköy ve İstavroz / Kuzguncuk’ta 175 hâne, altmış dokuz bekâr gayri müslim yaşıyordu (BA, TD, nr. 630, 733; TK.KKA, TD, nr. 49). Söz konusu nüfus rakamları bir önceki tahrire oranla düşüşe işaret eder (1450 kişi, % 30 azalma). Ayrıca buraya Trabzon ve İsfendiyar (Kastamonu-Sinop) bölgesinden yeni nüfusun yerleştiği, kırsal kesimde yetmiş hâne ve on dört mücerredin (yaklaşık 360 kişi) dışarıdan gelip Çengelköy, İstavroz ve Kuzguncuk köylerine yerleşen “yava kâfirleri” (nereden geldikleri tam belli olmayan hıristiyan gruplar) olduğu tesbit edilmektedir. Üsküdar nüfusunun azalmasının Celâlî isyanlarından kaynaklandığı düşünülebilir. Ancak kasabanın bu yüzyılın ortalarında ve son çeyreğine doğru yeniden büyük bir gelişme gösterdiği Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi, Üsküdar’ı 9000 kadar bağlı bahçeli, yalılı evleri bulunan, imaretlerle süslü bir şehir diye niteler. Bu rakamın abartılı olma ihtimali varsa da nüfus yoğunluğunun arttığına işaret ettiği söylenebilir. Ona göre burada yetmiş müslüman, on bir Rum ve Ermeni, bir yahudi mahallesi mevcuttu. Halkın çoğunluğunu Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen Türkler teşkil ediyordu, ayrıca şehirde Tebriz’den gelenlere de rastlanıyordu. Birçok kervansaray, han ve sarayın yanı sıra sadece Sultan Çarşısı’nda 2060 dükkân vardı (Seyahatnâme, I, 472). 1680’li yıllarda Anadolu yakasını gezen Eremya Çelebi Kömürciyan, yaklaşık Evliya Çelebi’nin verdiği bilgileri tekrarlar ve Kuzguncuk’ta yahudilerin oturduğunu belirtir (İstanbul Tarihi, s. 47, 278-279). Nitekim 988 (1580) tarihli sicil kayıtlarında Kuzguncuk’ta yahudilerin bulunduğu teyit edilir (Üsküdar Şer‘iyye Sicili, nr. 51, s. 136, 157, 181). XVII. yüzyılın sonlarında (1691) Üsküdar kasabası sınırları içinde Mahalle-i Cedîd adıyla bir mahallenin kurulduğu ve bu mahalleye Ermeniler’in yerleştirildiği anlaşılmaktadır (BA, MAD, nr. 3129).

XVIII. yüzyıl başlarına (1700-1712) ve ikinci yarısına (1764-1765 tarihli) ait sicil kayıtlarından Üsküdar’ın gelişerek Bağlarbaşı ve Selimiye’ye doğru büyüdüğü bu dönemde Debbâğlar, Arakiyeci Câfer Ağa, Kazasker, Nakkaş Baba, Hâce Hatun, Pazarbaşı, Ayazma, Şeyh Selâmi Efendi, İhsâniye, Aşçıbaşı, Reis, Atik Vâlide, Sinan Paşa, Kefere ve Kasım Ağa mahallelerinin varlığından ortaya çıkmaktadır. Yeni Vâlide Külliyesi (1708-1710), Ayazma Camii ve caminin hemen yanında kırk adet yastık dokuma kârhânesi ve bükücü kârhânesi, sahilde on bir ayrı iskelenin (Öküzlimanı, Büyük İskele, Kayık İskelesi, At Kayıkları İskelesi, Balaban İskelesi, Gümrük / Kavak İskelesi, Ayazma / Sarıtaş İskelesi, Taşlimanı İskelesi, Salacak, Üsküdar Sarayı / İhsâniye İskelesi, Harem İskelesi), ayrıca köy yerleşim yerlerinden Kuzguncuk, İstavroz, Çengel ve Kandilli’de iskelelerin yaygınlığı, sahil boyunca yalıların (Köçeoğlu, Bostancıbaşı Abdullah Ağa, Sâdullah Ağa yalıları) ve Eski Küçüksu Kasrı, Acıbadem Hünkâr İmamı Köşkü gibi yapıların inşası bu yüzyılda gerçekleşti ve Üsküdar’ın fizikî çehresine önemli bir katkı yaptı. XVIII. yüzyıldan itibaren padişahların bahçe ve koruluklarının bir bölümünü arsa haline getirterek yeni mahallelerin teşekkülüne ön ayak oldukları bilinmektedir. III. Mustafa’nın İhsâniye ve Beylerbeyi mahallelerinin ortaya çıkmasında bu tür bir katkısının bulunduğu tesbit edilebilir. Bu dönemde Üsküdar’ın nüfusunun 60.000 kadar olduğu ifade edilmekle beraber bunu teyit eden resmî belgeler yoktur. Nüfusun artmasında yine Trabzon, Sivas, Kayseri ve Malatya’dan Üsküdar çevresine gerçekleşen göçün önemli etkisi vardır. Bahçıvanlık yapmak üzere Rumeli’den bazı gayri müslim halkın İstavroz, Çengel ve Kuzguncuk köylerine misafireten geldiği ve zamanla sürekli burada oturmaya başladığı anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda Ermeniler yanında Çingeneler de Üsküdar’a ve köylerine yerleşmeye başladı. Ermeniler’in bu asırda Selâmiye / Selâmsız ve Yenimahalle’de ikamet ettikleri, bir kısmının Kuzguncuk ve Kandilli’ye yerleştiği belirtilir (İnciciyan, s. 129, 133, 135). Çingeneler’e XVI. yüzyıldan itibaren Üsküdar’da rastlanmakla beraber XVIII. yüzyılda Selâmsız semtine iskân edilmeleriyle birlikte nisbeten kalabalık bir grup haline geldiler.

XIX. yüzyılın ortalarına doğru Üsküdar’da otuz dokuz mahalle ve yedi köyün bulunduğu 1260 (1844) tarihli Nüfus Defteri kayıtlarından ortaya çıkmaktadır. Daha önceki kayıtlarda köy statüsünde görünen Kuzguncuk bu tarihte mahalleye dönüşerek şehre katılmıştır. Yine bu kayıtlardan XVII. yüzyıl tahrir ve XVIII. yüzyıl sicil kayıtlarında görülmeyen Selâmi, Selimiye, Dağ Hamamı, Arakiyeci Elhac Mehmed Ağa ve Süleyman Ağa mahallelerinin teşekkül ettiği anlaşılır. Selimiye mahallesi, III. Selim’in Nizâm-ı Cedîd askerleri için kurduğu Selimiye Kışlası ve beraberinde oluşturulan Selimiye uydu kentiyle birlikte büyük gelişme gösterdi. Burada kurulan sanayi tesisleri ve XIX. yüzyılın ortalarında Üsküdar’ın en kalabalık mahallelerinden birini teşkil etmesi bu semtin gelişmesine işaret eder. Diğer kalabalık mahalleler arasında Kuzguncuk, Selâmiye ve İcadiye yer almaktaydı. XIX. yüzyılda, bugünkü Üsküdar ilçesinin çevrelediği alanda daha önceki yüzyıllara ait tahrir kayıtlarında İstavroz köyü içinde değerlendirilen Kısıklı köyü, Kuzguncuk mahallesi ve Beylerbeyi köyü müstakil yerleşim birimlerine dönüştü. Vanî Mehmed Efendi ya da sadece Vanî adıyla kaydedilen köy de bir yerleşme yeri haline geldi. Önceki yüzyıllarda görülen Yenice köyü muhtemelen XIX. yüzyılda Kandilli adını aldı. Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Üsküdar kazasının nüfusunun 40.000’e ulaştığı, dolayısıyla bugünkü Üsküdar ilçesinin çevrelediği alanda bu dönemde yaklaşık 30.000 nüfusun yaşadığı söylenebilir. Üsküdar’a ait 1260 (1844) tarihli nüfus defterlerine göre bu tarihte yaklaşık 17.200 erkek nüfusun mevcut olduğu, buradan hareketle


tahminî sayının 34.500 civarına eriştiği tesbit edilmektedir. Bunun % 61’ini müslümanlar teşkil ediyordu (% 7 yahudi, % 15,72 Ermeni, geri kalanları Rum ve yabancı). 1856-1857 tarihli nüfus bilgilerinde Yenimahalle’de otuz, Selâmiye mahallesinde on ve Kandilli köyünde elli bir neferden meydana gelen toplam doksan üç nefer erkek Katolik’in, İcadiye’de üç, Selâmiye mahallesinde altı nefer erkek Protestan’ın yaşadığı kayıtlıdır (BA, NFS.d, nr. 554).

1876’da bugünkü Üsküdar ilçesini çevreleyen alanda kırk iki mahalle ve dört köy vardı, bu yerleşim yerlerinde toplam 7142 hâne mevcuttu (İşli, sy. 40 [2002], s. 74-77). 1902 tarihli bir belgede Üsküdar’ın mahalle sayısı ve nüfusu 1876 tarihli verilere göre kaydedilmiştir. Belgede yer alan açıklamada her bir hânenin beşer nüfus itibariyle hesaplandığı, hânelerde ve dükkân üzerinde ikamet eden nüfusun bu hesaplamaya dahil edilmediği belirtilir. Bu tarihteki nüfusun yaklaşık 35.500 kişiden meydana geldiği kayıtlıdır (Y.PRK. ŞH. 12/66). Nüfusun % 88,5’i Üsküdar’da, geri kalanı da Bulgurlu, Çengel, Kandilli ve Vanî köylerinde yaşamaktaydı. 1844 tarihli kayıtlarda görülmeyen Altunîzâde İsmâil Efendi ve Çakırcı Hasan Paşa mahallelerinin bu tarihten sonra kurulduğu, Beylerbeyi, Kısıklı ve İstavroz köylerinin kasabaya katılarak mahalleye dönüştüğü tesbit edilmektedir.

1882’de Üsküdar’da evlerde 7795 erkek ve 10.691 kadın, tekkelerde 242 erkek, 200 kadın, medreselerde yirmi bir erkek, dükkânlarda 1752 ve hanlarda 126 erkek, göçmenlere mahsus ikametgâhlarda 1674 erkekle 193 kadın müslüman yaşıyordu. Bu tarihte Rumlar dükkân ve hanlarda bulunanlarla birlikte 2722 erkek ve 1923 kadından, Ermeniler 3923 erkek ve 3345 kadından meydana gelen bir nüfusa sahipti (kadın ve erkek toplam 36.350 kişi). Nüfusun % 67’si müslümanlardan, % 13’ü Rumlar’dan, % 20’si Ermeniler’den teşekkül ediyordu (Karpat, s. 241). Üsküdar’ın 1894’te merkez nüfusunun 82.400 ve Kuzguncuk’un 7624 kişi olmak üzere toplam 90.000 kişiye ulaştığı belirtilir (Behar, s. 72). 1914’te 70.447 müslüman, 19.832 Rum, 13.296 Ermeni, 6836 yahudi, 31 Rum Katolik ve 653 Ermeni Katolik toplam 111.095 kişinin kasabada yaşadığı anlaşılır (Karpat, s. 208-209). Mahalle kayıtları XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Üsküdar’ın Bağlarbaşı, Altunizade, Acıbadem ve Haydarpaşa istikametine doğru büyüdüğünü ortaya koyar. 1878-1879 Osmanlı-Rus Harbi’nden (Doksanüç Harbi) sonra Üsküdar’ın nüfusu dışarıdan gelen göçlerle birlikte altmış yıl içerisinde % 200 oranında artış gösterdi. Doksanüç Harbi’nden önce Üsküdar’a gelen göçmenlerin büyük bölümü İstanbul’un dışına yönlendirildi.

XVI ve XVII. yüzyıllarda bugünkü Üsküdar ilçesi sınırları içinde yaşayan halkın yarıdan fazlası tarımla, geriye kalanı ticaretle, kayıkçılıkla ve diğer zanaatlarla geçimini sağlıyordu. Evliya Çelebi, Üsküdar’da yaşayanların bir bölümünü ulemânın, askerî görevlilerin teşkil ettiğini, bir kısmının ise zanaatla uğraştığını belirtir (Seyahatnâme, I, 331). Ona göre Üsküdar, Avrupalı ve Asyalı tüccarların bir buluşma noktasıdır. Şehir XVII. yüzyılda on bir kervansarayın, 500 kadar han ve 2060 dükkânın bulunduğu bir ticaret merkeziydi. Özellikle İstanbul’dan Anadolu’ya açılan yolların başlangıç ve aynı şekilde Anadolu’dan İstanbul’a ulaşımın son noktası durumundaydı, bu da ticarî faaliyetlerin yoğunluk kazanmasını sağlamıştı. Anadolu sağ kolu olan hac yolu, orta kol Bağdat-Basra yolu ile sol kol olan Erzurum-Tebriz yolu, ayrıca Osmanlı Devleti’nin deniz yollarının dört ana kolundan iki kol buradan başlamaktaydı. Üsküdar İskelesi’ne demir atan gemilerden alınan ihtisap resmi mukātaasının 1657 yılında 11.000 akçeye çıkması deniz ticaretinde ulaşılan boyutu gösterir (Mantran, I, 308).

XVIII. yüzyılda Üsküdar halkının gıda, inşaat, ziraat, hizmet, sağlık, nakliye, konaklama, eğlence, dinî hizmetler, ticaret ve giyim sektörlerinde çalışarak geçimini sağladığı sicil kayıtlarından tesbit edilir. Üsküdar’da otuz bir debbâğhânenin yer alması bu iş kolunun büyük gelişme gösterdiğini ortaya koyar. 1792’de Üsküdar iskelelerinde toplam 570 kayıkçı vardı. XIX. yüzyılın başlarında ise 287 kayık ve 808 kayıkçı bulunuyordu. Yine bu yüzyılda Selimiye Kışlası’nın ve Selimiye mahallesinin teşekkülü ile önemli bir tekstil sanayi merkezi haline geldi. 1867’de 2750 kumaşçı tezgâhının varlığı ve 3500 kişinin bu tezgâhlarda çalıştığı tesbit edilmiştir. Bu yüzyılda halkın geçimini sağlamak için yine ticaretle uğraştığı, bir kısmının kayıkçılıkta ve tekstil sanayiinde çalıştığı, çok az bir kısmının da tarım ve hayvancılıkla meşgul olduğu, nüfus kayıtlarıyla ilgili verilerinden anlaşılmaktadır (BA, NFS.d, nr. 178). Haydarpaşa demiryolunun inşası ile birlikte Üsküdar’da kervansaray ve hanların işlevleri ortadan kalkmıştır.

Üsküdar, Osmanlı idaresine girdiğinde Kocaeli (İzmit) sancağına bağlı Gebze kazası içinde yer aldı ve bir kadılık merkezi haline getirildi. Nahiye diye nitelendirilen Üsküdar Küçüksu’dan Dudullu’ya, oradan Samandıra, Yakacık ve Kartal’a uzanıyordu. XVIII. yüzyılda Viran, İstavroz, Kuzguncuk, Çengel, Bulgurlu, Merdivenli, Kadıköy, Yenice, Reisli köyleri buraya bağlıydı. Büyükbaşlı, Samandıra, Dudullu, Sâlihli, Maltepe, Soğanlık ve Yakacık Adalar (Kartal) nahiyesine bağlandı. Üsküdar kadılığının asayişi Kocaeli sancak beyi sorumluluğu altındaydı. 1871’de Üsküdar mutasarrıflık statüsü kazandı. Beykoz, Gebze, Kartal ve Şile kazaları buraya bağlandı. Ayrıca İstanbul’un yirmi belediye dairesinden dördü Üsküdar sınırları içinde yer aldı (on dördüncü Anadoluhisarı, on beşinci Beylerbeyi, on altıncı Paşalimanı, on yedinci Üsküdar ve Doğancı). 1922’de Üsküdar yine livâ / sancak şeklinde geçmekte ve Üsküdar, Şile, Kartal, Gebze kazalarından meydana gelmektedir. 1926 tarihli Teşkilât-ı Mülkiyye Kanunu ile sancak statüsü kaldırılıp İstanbul iline bağlı bir kaza oldu. 1930’da Kadıköy ve Beykoz buradan ayrıldı,


müstakil ilçe haline getirildi. 1987’de Ümraniye, 2008’de Ataşehir ilçeleri teşkil edildi. Cumhuriyet döneminde Üsküdar’da 1935’te 57.000 kişi yaşıyordu. 1970’te kırk iki mahallede 120.000 kişi, 1990’da kırk yedi mahallede 396.000 kişi, 2000’de elli bir mahallede 495.000 kişi bulunuyordu. Mahalle sayısı 2008’de Ataşehir ilçesinin tesisiyle elli bire düştü. 2009’da bazı mahalleler birleştirildi ve sayı otuz üçe indirildi. Aynı yıl yapılan sayım sonuçlarına göre Üsküdar yaklaşık 524.000 kişiden meydana gelen nüfusa sahipti. 2010 yılında bu sayı 527.000’e ulaştı.

BİBLİYOGRAFYA:

İstanbul Kadı Sicilleri Üsküdar Mahkemesi 1 Numaralı Sicil (H. 919-927/M. 1513-1521) (haz. Bilgin Aydın - Ekrem Tak), İstanbul 2008; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 331, 469-480; Eremya Çelebi Kömürciyan, İstanbul Tarihi: XVII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan, nşr. K. Pamukciyan), İstanbul 1988, s. 47, 278-279; P. G. İnciciyan, XVIII. Asırda İstanbul (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1976, s. 129, 133, 135; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I-II; Mehmet Solmaz, Tarih Boyunca Asya’nın Kapısı: Her Yönüyle Üsküdar, İstanbul 1979; R. Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul (trc. Mehmet Ali Kılıçbay - Enver Özcan), Ankara 1986, I, 308; Cem Behar, Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin Nüfusu, 1500-1927, Ankara 1996, s. 72; Mehmet Nermi Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, İstanbul 2001, I-III; Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu (1830-1914): Demografik ve Sosyal Özellikleri (trc. Bahar Tırnakçı), İstanbul 2003, s. 208-209, 241; Semavi Eyice, “Fetihten Önceki Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu I: 23-25 Mayıs 2003: Bildiriler (ed. Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2004, I, 17-20; Ahmet Güneş, “16. ve 17. Yüzyıllarda Üsküdar’ın Mahalleleri ve Nüfusu”, a.e., I, 42-56; Elmon Hançer, “Üsküdar Ermeni Cemaati Tarihinde Bir Gezinti”, a.e., I, 140-155; Mahmut Karaman, “Üsküdar’ın Türkiye Kimliği: Üsküdar Anadolu”, a.e., I, 213-242; İsmail Hakkı Kurtuluş, “Dünden Bugüne Bağlarbaşı, Altunizade ve Kısıklı’daki Kültür Mirasımız”, a.e., I, 382-408; Mehmet Mazak, “1802 Tarihli Üsküdar İskelesi ve Üsküdar Kayıkçılarının Demografik Yapısı”, Üsküdar Sempozyumu II: 12-13 Mart 2004: Bildiriler (ed. Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2005, I, 63-68; Bülent Arı, “Üsküdar’ın Ulaşımı”, a.e., I, 105-120; Selçuk Mülayim, “19. Yüzyılda Üsküdar”, a.e., I, 138-150; Nahide Şimşir, “XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Üsküdar Esnafı ve Meseleleri”, a.e., I, 334-342; İmre Özbek, “Üsküdar Meydanının Toplumsal Veriler Doğrultusunda Geçirdiği Mekânsal Dönüşüm”, a.e., II, 371-384; Sedat Murat v.dğr., Dünden Bugüne Sosyo-Ekonomik Yönleriyle Üsküdar, İstanbul 2006, I-II; Nevzat Erkan, “XVIII. Yüzyılda Şer‘iye Sicillerine Göre Üsküdar’da Müslim-Gayrimüslim İlişkileri”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu V: 1-5 Kasım 2007: Bildiriler (ed. Coşkun Yılmaz), İstanbul 2008, I, 121-132; Ahmet Tabakoğlu, “Osmanlı Döneminde Üsküdar Köyleri”, a.e., I, 143-180; Murat Uluskan, “Üsküdar Kayıkçıları (XVIII. Yüzyıl)”, a.e., I, 245-258; Zeki Tekin, “Üsküdar Debbağhaneleri ve Üretim Kapasitesi (Klasik Osmanlı Dönemi)”, a.e., I, 307-322; Birsel Küçüksipahioğlu, “Bizans Döneminde Üsküdar”, a.e., II, 503-514; Mustafa Daş, “Üsküdar’da Türk ve Bizans Hükümdarlarının Yaptıkları Görüşmeler”, a.e., II, 515-522; Sibel Özer, “Seyyahların Kalemiyle 17. Yüzyıldan 19. Yüzyıla Bir Pitoresk Şehir: Üsküdar”, a.e., II, 569-590; Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, “III. Selim ve II. Mahmud Dönemlerinde Batılı Seyyahlara Göre Üsküdar (1789-1839)”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu VI: 6-9 Kasım 2008: Bildiriler (ed. Coşkun Yılmaz), İstanbul 2009, II, 43-58; M. Hanefi Bostan, “XV-XVII. Yüzyıllarda Üsküdar Nahiyesi Köylerinde Sosyal ve İktisadi Hayat”, a.e., II, 365-402; Kenji Fujiki, “İstanbul Mahkemesi Şer‘iye Sicil Defterlerinin Üsküdar Esnaf Tarihi İçin Önemi”, a.e., II, 429-442; Emin Nedret İşli, “İstanbul’un Mahalle İsimlerine Ait Kaynaklar ve 1876-1877 Tarihli Esami-i Mahallat”, İstanbul, sy. 40, İstanbul 2002, s. 71-77; Tahsin Yazıcı, “Üsküdar”, İA, XIII, 127-131; St. Yerasimos, “Üsküdār”, EI² (İng.), X, 923-924; Deniz Mazlum, “Üsküdar”, DBİst.A, VII, 343-346; Atilla Aksel, “Üsküdar İlçesi”, a.e., VII, 346-348.

M. Hanefi Bostan




MİMARİ. Marmaray kazıları sırasında ele geçen çanak çömlek parçaları Üsküdar’ın (Khrysopolis) geçmişinin en azından arkaik döneme, milâttan önce VI-V. yüzyıllara kadar uzandığını kanıtlamıştır. Bu kazılarda Roma dönemine ait ev eşyaları, heykelcikler ve mezar taşları ortaya çıkarılmıştır. İmparator Maurikios’un (582-602) yazlık sarayı, VI. yüzyılın sonlarına ait Meryem’e sunulmuş Philippikos Manastırı, Azize Marina’ya ithaf edilen manastır, Lyknia Manastırı eski kaynaklarda adları geçen Üsküdar’daki Bizans yapılarıdır. 2005 yılı kazılarında Mihrimah Sultan Külliyesi’nin batısındaki alanda bir Bizans yapı kompleksinin alt yapı kalıntılarına rastlanmıştır. Üsküdar’ın Bizans dönemine ait diğer izleri çevreye dağılmış sütun parçalarından öteye gitmez. Paşa limanı ile Salacak Burnu arasında kalan, günümüzde büyük ölçüde dolmuş durumdaki koyda yer alan limanın iri taş bloklardan meydana gelen kalıntılarıyla iskelesine ait ahşap kazıklar da son kazıda ortaya çıkarılmıştır. Bizans yazlık sarayının Salacak’ta (Damalis) olduğu kabul edilir. Sahilden 180 m. uzakta, deniz ortasındaki bir kayalığın üzerinde yer alan fener kulesinin (Leandros Kulesi / Kızkulesi) geçmişi milâttan önce 410 yılına kadar uzanır. Üsküdar’ın sahilden uzak kesimlerinde Toptaşı sırtlarında, Sultantepe’de, Karacaahmet Mezarlığı civarında bazı dağınık Bizans mimari parçalarına rastlanmaktadır.

Üsküdar bir yerleşim yeri olma özelliğini Türk döneminde kazanmıştır. Özellikle XVI. yüzyıldan itibaren İstanbul için önemli bir pazar yeri haline gelmesi nüfusunun hızla artmasını sağlamış, sahilde ve iç kesimlerde yeni mahalleler kurularak buraları vakıf eserlerle donatılmıştır. Fethin ardından Vezîriâzam Rum Mehmed Paşa’nın inşa ettirdiği külliyeyi, Mihrimah Sultan, Şemsi Paşa, Atik Vâlide Sultan, Çinili Cami, Yeni Vâlide, Ahmediye, Ayazma, Altunizade külliyeleri izlemiştir. Üsküdar’ın kubbeli camileri içinde Sadrazam Kara Nişancı Dâvud Paşa’nın yaptırdığı cami dışında kare planlı, üzeri bir kubbeyle örtülü yapılardan Kaptanıderyâ Kaymak Mustafa Paşa’nın eski bir mescidin yerine inşa ettirdiği 1140 (1727-28) tarihli cami ile II. Mahmud’un hareminden Cevrî Kalfa adına XIX. yüzyıl başlarında Zeynepkâmil’de yaptırılan empire üslûbundaki cami önemli örneklerdendir. Üzerleri birer kırma çatıyla örtülü, daha küçük ölçülerde ve mimari özellikleri yönünden daha mütevazi camilerden Gülfem Hatun Camii ihya edilirken mimari özelliklerini büyük ölçüde yitirmiştir. Harem’deki 1242 (1826-27) tarihli Tâhir Efendi Camii empire üslûbunda inşa edilmiştir. Selman Ağa Camii (912/1506), Doğancılar’daki Çakırcıbaşı Hasan Paşa Camii, Ayazma’da 1006 (1597) tarihli İmrahor Camii, Salacak’ta Sinan Paşa Camii, Sultantepe’de Şeyhülislâm Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi’nin 1143 (1730-31) tarihli camii Üsküdar’daki çatılı camilerin belli başlı diğer örnekleridir.


Menzilhâne yokuşunda İbnülemin Ahmed Ağa, Karacaahmet Mezarlığı içinde Şehitlik, Çiçekçi’de Ayşe Hanım, Selimiye’de Nevnihal Hatun, Kısıklı’da Selâmi Ali Efendi ve Seyyid Ahmed deresi namazgâhlarının kıble taşları günümüze sağlam durumda gelmiştir. Üsküdar’daki kırk yedi tekkeden belli başlıları Afganîler Tekkesi, Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi, Bandırmalızâde Tekkesi, Fenâî Ali Efendi Tekkesi, Hindîler Tekkesi, Karacaahmet Sultan Tekkesi ve Türbesi, Miskinler Tekkesi, Nasûhî Tekkesi, Özbekler Tekkesi, Selâmi Ali Efendi Tekkesi, Rifâî Âsitânesi ve Selimiye Tekkesi’dir. Üsküdar’ın en önemli tasavvuf yapılarından olan Üsküdar Mevlevîhânesi aynı zamanda dervişlerin konaklamasına mahsus bir zâviye özelliği taşıyordu.

Üsküdar’ın Ermeni ve Rum cemaatlerinin mâbedleri yoğun biçimde ikamet ettikleri Yenimahalle ve yakın çevresinde bulunmaktadır. 1831’de II. Mahmud’un izniyle inşa edilen Prophotis Elias Rum Ortodoks Kilisesi, İstanbul’un en büyük kiliselerinden biri olup Kadıköy Metropolitliği’ne bağlıdır. Üzeri beşik tonoz örtülüdür, geniş bir avlusu ve taştan çan kulesi vardır. Rumlar’a göre daha kalabalık olan Ermeniler’in iki kilisesi mevcuttur. 1617’de İstanbul Patriği Vardapet Zakarya tarafından inş ettirilen Surp Garabet Kilisesi küçük, ahşap bir yapıydı. 1844’te yeniden yapılmış, 1887 yangınında yanınca bir yıl içinde bugünkü binası inşa edilmiştir. İbadet mekânı beşik tonoz üzerine kırma çatıyla örtülüdür. Kâgir iki çan kulesi bulunmaktadır. Selâmsız’da 1676’da Balatlı Papaz Abraham tarafından yaptırılan Surp Haç Kilisesi’nin günümüzdeki binası 1880 tarihlidir.

Evliya Çelebi, Üsküdar’da on bir imaretin olduğunu söyler (Seyahatnâme, I, 474). Burada inşa edilen ilk imaret Fâtih Sultan Mehmed dönemine aittir. İmaretin yerine daha sonra Yenicami İmareti inşa edilmiştir. Üsküdar’ın büyük külliyelerinin yanı sıra Dâvud Paşa, Gülfem Hatun, Aziz Mahmud Hüdâyî yapılar topluluğu içinde de imaret mevcuttu. Üsküdar’da Rum Mehmed Paşa, Mihrimah Sultan, Gülfem Hatun, Şemsi Paşa, Atik Vâlide, Çinili ve Ahmediye külliyelerinin medreseleri vardır. Bunların dışında Şeyhülislâm Minkārîzâde Yahyâ Efendi’nin harap medresesi, yıkılarak ortadan kalkan Mihrişah Hatun (Hacı Kadın) Medresesi ile Ayşe Sultan, Atik Vâlide ve Esmâhan Sultan dârülkurrâları sayılabilir. 1870’te Üsküdar’ın merkezinde yirmi sekiz sıbyan mektebi mevcuttu (Haskan, Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, II, 897). Büyük külliyelerin pek çoğunda birer sıbyan mektebi bulunmaktadır. Müstakil mekteplerin en önemlileri Dârüssaâde Ağası Mehmed Ağa’nın 998 (1590) yılında inşa ettirdiği Atpazarı’ndaki Kemeraltı Mektebi, İmrahor’da Rüstem Paşa Sıbyan Mektebi, Kapıağası Yâkub Ağa’nın Toptaşı’ndaki 1091 (1680) tarihli, tamamen kesme taştan fevkanî mektebi ve Pazarbaşı’nda 1116’da (1704) Şehid Ahmed Paşa tarafından yaptırılan fevkanî Çavuş Paşa Mektebi’dir.

II. Abdülhamid devrinde Haydarpaşa’da Baytar Mektebi’nin inşa edilmesinden sonra 1900 yılında Numune Hastahanesi ile birlikte Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne binası yaptırılmıştır. Üsküdar’daki askerî okullardan topçu subayı yetiştiren Humbarahâne ve Mühendishâne I. Mahmud zamanında 1146’da (1734) Atik Vâlide Bîmarhânesi’nde kurulmuştur. Sultan Abdülaziz devrinde Toptaşı caddesi üzerindeki rüşdiye ile Paşakapısı Rüşdiyesi inşa edilmiştir. Üsküdar’da ilk kız okulunun Amerikalılar tarafından 1871’de açılmasının ardından 1877’de Üsküdar Kız Rüşdiyesi, bundan bir yıl sonra Doğancılar Ramazanoğulları Konağı’nda Kız Sanat Enstitüsü eğitime başlamıştır. Üsküdar’da XVIII. yüzyılın başlarından itibaren çok sayıda Ermeni okulu hizmete girmiştir.

Üsküdar’da Eminzâde Hacı Ahmed Ağa’nın 1134’te (1722) Ahmediye Külliyesi’n-de, Lutfi Bey’in 1317’de (1899) Aziz Mahmud Hüdâyî Külliyesi ve Seyyid Abdülkadir Efendi’nin 1135’te (1723) Atik Vâlide Külliyesi içinde kurdukları kütüphanelerle Gülnûş Emetullah Sultan’ın vakfettiği külliye (Yeni Vâlide Külliyesi) içinde kütüphaneler bulunmaktaydı. Mirzazâde Şeyh Mehmed Efendi, Sultantepe’deki camisinin yanına bir de kütüphane inşa ettirmiş, şair Nâbî evinin bir bölümünü kütüphane haline getirmiş, Yâkub Ağa fevkanî mektebinin bir kısmını kütüphane olarak ayırmıştır. 1196’da (1782) Hacı Selim Ağa’nın Atlamataşı’nda inşa ettirdiği kütüphane Batılılaşma döneminin mimari özelliklerini taşır. Pertev Paşa 1252 (1836) yılında Çiçekçi’deki Selimiye Tekkesi avlusunda bir kütüphane yaptırmıştır.

Rum Mehmed Paşa, Şemsi Paşa, Karaca Ahmed Sultan, Aziz Mahmud Hüdâyî ve


Mihrimah Sultan külliyeleri içindeki türbelerle Gülnûş Emetullah Sultan Türbesi dışında mimari özellik taşıyan türbelerden Sadrazam Kayserili Halil Paşa ve oğlu Mahmud Bey’in birbirine komşu, kesme taştan, kare planlı ve üzeri kubbeli türbeleri önemlidir. Mimar Sinan’ın eseri olan Doğancılar’daki Hacı Ahmed Paşa Türbesi sekizgen gövdeli, üzeri kubbeyle örtülü, iki kat pencereli, düzgün kesme taştan inşa edilmiş bir yapıdır. Sadrazam Yûsuf Kâmil Paşa ile Zeynep Hanım’ın yaptırdıkları hastahanenin bahçesindeki türbeleri de aynı plana sahip neoklasik bir yapıdır. Şeyh Mustafa Devâtî’nin türbesi inşa ettirdiği caminin avlusundadır. Ahmediye Camii’nin kıble yönündeki 947 (1540) tarihli Kefçe Dede Türbesi ve Nişancı Hamza Paşa Türbesi (At Türbesi) baldaken tarzındadır.

Üsküdar’da 174 çeşmenin inşa edildiği ve 115’inin günümüze ulaştığı tesbit edilmiştir (a.g.e., III, 1030). Bunların büyük çoğunluğu tek kemerli niş, önünde bir su teknesi, arkasında su deposu bulunan mahalle çeşmeleridir. Bu su yapılarının en önemlisi sahildeki III. Ahmed Meydan Çeşmesi’dir. Paşalimanı sahilindeki Hüseyin Avni Paşa Çeşmesi, Batı zevkine uygun süslemeleriyle ön plana çıkar. 1291 (1874) tarihli bu çeşme barok özelliklerini kuvvetle hissettiren merkezî kısmı ve her iki yanındaki beşer tekneli bölüm boydan boya mermer kaplamalıdır. Diğer bir barok çeşme Nuhkuyusu’ndaki Hüsâmeddin Ağa Çeşmesi’dir. Kapıağası’ndaki 1206 (1791-92) tarihli Mihrişah Vâlide Sultan Çeşmesi, Duvardibi’ndeki 1217 (1802) tarihli III. Selim Çeşmesi, Yeni Vâlide Camii çevre duvarına bitişik 1121 (1709) tarihli çeşme ile Kemankeş Ahmed Ağa’nın hayratı olan üç yüzlü Horhor Çeşmesi Üsküdar’ın en önemli çeşmeleridir.

Ahmediye, Yeni Vâlide, Aziz Mahmud Hüdâyî ve Çinili yapılar topluluğuna ait olanlar dışında Üsküdar’daki sebiller bir yapıya bağlı ya da müstakil tipteki örneklerdir. Bunların içinde mimari özellikleriyle ön plana çıkanların başında Nuhkuyusu’nda Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey’in 1275’te (1858) aile hazîresinin duvarına yaptırdığı Türk empire üslûbundaki sebil gelir. Dalgalı hatlara sahip cephesinde dört gömme pâyecik arasına üç pencereli yarım daire şeklindeki sebil öne doğru çıkıntı teşkil eder. Vezîriâzam Kayserili Halil Paşa’nın 1026 (1617) tarihli, türbesinin altında yer alan klasik üslûptaki sebil kesme taştan inşa edilmiş iki pencereli bir yapıdır. Kadı Sâdeddin Efendi’nin 1154’te (1741) Karacaahmet’te inşa ettirdiği barok üslûbundaki sebil sütunçelerle ayrılan, şebekeli, dilimli kemeri olan üç pencereye sahiptir.

Sebillerin çoğu hac ve kervan yolunu şenlendiren hayır yapılarıdır. Tunusbağı, Duvardibi, Karacaahmet güzergâhında Hasodalı Ahmed Ağa’nın mektebi altına yaptırdığı 1053 (1643) tarihli sebil, Mehterbaşı Ahmed Ağa, Zâliha Hanım, Meryem Hatun, Şerife Hatice Hatun sebilleri, Anadolu Kazaskeri Ahmed Muhtar Efendi’nin Mollacıkzâde Sebili, Dergâh-ı Âlî Kapıcıbaşısı Mustafa Ağa’nın fevkanî sıbyan mektebi altına inşa ettirdiği 1166 (1753) tarihli sebil, Arapzâde Mehmed Âmir Molla’nın aile mezarlığına bitişik konumdaki ahşap sebil yok olmuştur. 1285 (1868) tarihli Hacı Hüseyin Hayri Paşa Sebili kubbe örtülü ve kemerli üç penceresi olan bir yapıdır. Matbah-ı Âmire Emîni Ziyâeddin Mehmed Efendi’nin Karacaahmet Türbesi bitişiğine 1283’te (1866-67) yaptırdığı sebilin iki penceresi ve on iki maşrapalığı vardır. Üsküdar’ın su ihtiyacını büyük ölçüde Çamlıca tepesinin eteklerinden çıkan kaynak suları karşılıyordu. Farklı dönemlerde inşa edilen vakıf su yolu tesisleriyle Üsküdar’ın değişik kesimlerine su dağıtımı yapılmıştır. Bu sistemin parçalarından olan su terazilerinden Duvardibi, Kapıağası, Selimiye Kışlası içinde ve Selâmsız’daki su terazileri günümüze ulaşmıştır. Bunlar kesme taş ve tuğla kullanarak Batı üslûbunda inşa edilmiş örneklerdir (bk. ÜSKÜDAR SULARI).

Üsküdar’da Rum Mehmed Paşa, Mihrimah Sultan, Atik Vâlide, Çinili ve Selimiye külliyelerinin hamamları dışında mevcut durumdaki en eski hamam Rum Mehmed Paşa Camii yakınındaki çifte hamamdır. Kare planlı, şirvanlı soyunmalığı, enlemesine dikdörtgen planlı ılıklığı, ortasında sekizgen göbek taşı olan, dört köşesi halvetli ve üzeri kubbe örtülü sıcaklığı ile klasik Osmanlı hamamlarının karakteristik plan şemasına sahiptir. Ahmediye’deki Ağa Hamamı, Malatyalı İsmâil Ağa tarafından 1018 (1609) yılında yaptırılmıştır. Çift katlı soyunmalığın sekizgen biçimli yüksek aydınlık feneri vardır. Küçük bir ılıklıkla sekizgen göbek taşı (sadece erkekler kısmında) ve dört köşesinde üzeri kubbeciklerle örtülü halvetleri bulunan klasik bir


örnektir. Nurbânû Sultan’ın Atik Vâlide Sultan Külliyesi’ne akar olarak inşa ettirdiği çifte hamam Üsküdar’daki en önemli hamamdır. Çarşı Hamamı adıyla tanınan bu yapı Mimar Sinan’ın eseridir. Kadınlara ve erkeklere ait bölümlerin planları birbirinin aynıdır ve tam bir simetri hâkimdir. Büyük değişikliklerle çarşıya dönüştürülen hamamın ortadan kalkan soyunmalık kısımları kare planlı geniş birer mekân halinde olmalıdır. Üzeri üçer kubbecikle örtülü enlemesine mekânlardan ibaret ılıklık ve yıldızvari planlı sıcaklıklara sahiptir. Günümüzde aslî işlevini sürdüren hamamlardan İcadiye Dağ Hamamı, Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey’in Medine’deki kütüphanesine akar olarak yapılmıştır. Ortasında aydınlık feneri bulunan, dört yöne eğimli bir çatıyla örtülü soyunmalık, dar bir mekân halindeki ılıklık, kubbe örtülü, ortasında göbek taşı olan, iki halvetli sıcaklıktan meydana gelir. Ayazma Sarayı’nın hamamı ile Selâmsız’daki Kuşluk Hamamı günümüze harap durumda ulaşmış, Cinci Hüseyin Efendi, Sinan Paşa ve Hüseyin Paşa hamamları ortadan kalkmıştır.

Evliya Çelebi Üsküdar’da yolcuların, deniz ve kara yoluyla ticaret yapanların kullandıkları, her biri kırkelli ocaklı 500 hanın bulunduğunu söyler (Seyahatnâme, I, 476). Surre-i hümâyun törenlerinin, hacca uğurlama ve karşılamaların yapıldığı, doğudan gelen ticaret kervanlarının mal indirip bindirirken konakladıkları Üsküdar’da çok sayıda hana ihtiyaç duyulduğu muhakkaktır, ancak Evliya Çelebi’nin verdiği rakam abartılı görünmektedir. Bu hanların en önemlileri 1930’lu yıllara kadar sağlam durumda kalan Mihrimah Sultan Külliyesi içindeki kervansaray, Atik Vâlide Külliyesi içinde bugün sağlam durumda olan kervansaray ile Çinili Külliyesi’ne ait günümüze ulaşamayan Kösem Sultan ve Gülfem Hatun kervansaraylarıdır. Posta tatarlarına mahsus III. Mustafa Hanı ile şahin, doğan gibi yırtıcı kuşlarla avlananlara ait yazlık hanlar ve ünlü Bekâr Hanı Doğancılar’da bulunuyordu. Bir grup han ise Atpazarı’ndaydı.

Üsküdar’ın bedesteni sahilde Yeni Vâlide İmareti’nin yanındadır. Rum Mehmed Paşa vakfı olan arastası (Bat Pazarı, Sipahiler Çarşısı) bunun etrafında gelişmiştir. Meydan açılırken yıkılan elli civarındaki dükkânın ve tabakhânenin temelleri Marmaray kazılarında ortaya çıkmıştır. Çarşının mükemmel bir planı Pervitich Sigorta Planları’nın Üsküdar paftasında bulunmaktadır. Gülfem Hatun Çarşısı, Mimar Sinan Hamamı ile Gülfem İmareti arasında bulunmaktaydı. İç kesimlerdeki çarşılar Toptaşı civarında ve Doğancılar’da yer alıyordu. Gülfem Hatun Çarşısı’nın ortasındaki taş köprünün kenarlarında sıra halinde dükkânların olması ilgi çekicidir. Üsküdar’da halen tarihî bir köprü bulunmasa da Hans Dernschwam de Hradiczin, mart ayında bile suyu cılız akan suyun üzerinde (herhalde Çavuşderesi) bir taş köprünün olduğunu söyler (İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, s. 207).

Doğuya yapılan seferlerin hareket noktasını teşkil etmesi sebebiyle Üsküdar’ın gösterdiği hızlı gelişme sonucunda padişah ve devlet ileri gelenlerinin konaklamaları, dinlenmeleri için saray, kasır, köşk ve konaklar inşa edilmiştir. Türk döneminde kurulan Ayazma Sarayı, sahilde Üsküdar Sarayı (Kavak Sarayı), Selimiye’de III. Mustafa Sarayı, Şemsi Paşa Kasrı (Şerefâbâd), İmrahor’da Rüstem Paşa Kasrı, Sultantepe’de Mihrimah Sultan ve Piyâle Paşa kasırları, Tunusbağı’nda Siyavuş Paşa Kasrı, Doğancılar’da Hasan Paşa Kasrı günümüze ulaşmamıştır. Koşuyolu-Validebağı’nda Sultan Abdülaziz’in av köşkü ve Âdile Sultan Kasrı, Acıbadem’de Ahmed Râtib Paşa Köşkü (şimdi Çamlıca Kız Lisesi), Nakkaştepe’de Abdülmecid Efendi Köşkü, Altunîzâde İsmâil Paşa Konağı, Marko Paşa Köşkü, Nakkaştepe eteğinde Molla Cemil Efendi Köşkü, Salacak’ta Çürüksulular Köşkü, Üsküdar’ın en önemli sivil mimarlık eserlerindendir. Boğaziçi’nin her iki yakasında olduğu gibi Üsküdar sahilinde de yalılar bulunmaktaydı. Bunların günümüzde mevcut en güzel örneği Kuzguncuk’taki Fethi Ahmed Paşa Yalısı’dır. Üsküdar’ın büyük iskelesi şimdiki vapur iskelesinin bulunduğu yerdeydi. Öküzlimanı’ndaki iskele büyükbaş hayvanların naklinde kullanılıyordu. Atların taşınmasına mahsus iskeleden başka kayıkların kullandığı iskele, Balaban İskelesi, Gümrük İskelesi ile (Kavak İskelesi) saraylara ait özel iskeleler vardı.

Üsküdar’daki en önemli askerî tesis III. Selim döneminde Nizâm-ı Cedîd askerleri için yapılan Selimiye Kışlası’dır. Güvenlik ve asayiş için kurulan karakol binaları içinde merkez karakolu dahil olmak üzere Haydarpaşa, Selâmsız, Nuhkuyusu ve İcadiye karakolları yıkılmıştır. Ayazma Karakolu harap durumdadır. Nakkaştepe Karakolu yapılan yenilemeyle mimari kimliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Mevcut durumdaki Çinili, Şemsipaşa ve Paşalimanı karakolları Batı’ya özgü üslûp özellikleri taşıyan, giriş cepheleri sütunlu çıkmalar ve duvar pâyeleriyle belirginleştirilmiş, dönemin mimari özelliklerini taşıyan örneklerdir. Şimdi Adalet Tarihi Müzesi olan Üsküdar’ın mahkeme binası gördüğü restorasyonla günümüze kadar gelebilmiştir.

Üsküdar’ın tarihî müslüman mezarlığı 75 hektarlık bir alanı kaplayan Karacaahmet Mezarlığı’dır. Fetihten önce Türkler’in denetimi altında bulunduğu yıllardan itibaren (XIV. yüzyıl) ortaya çıkan kabristan İstanbul’un ele geçirilmesinden sonra şehrin Anadolu yakasında kesintisiz biçimde kullanılmıştır. Bu mezarlık sanatsal değerleri yüksek, Türk hat sanatı açısından son derece değerli mezar taşlarını bünyesinde saklayan bir müze gibidir.


Bülbülderesi Mezarlığı’nın geçmişinin XVII. yüzyılın ortalarına kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Mezarlığın bir kısmına Selânikliler gömüldüğü için Selânikliler Mezarlığı adını almıştır. Üsküdar’ın Ermeni, Rum ve Mûsevî mezarlıkları Bağlarbaşı’nda birbirine bitişik konumdadır. Yüksek bir duvarla çevrili mezarlık alanının sağ ve sol yanı Ermeniler’e, orta kısmı Rumlar’a aittir. Saray mimarlarından Kirkor ve Serkis Balyan, şair Mateos Zarifyan ve Bedros Turyan burada gömülüdür. Mûsevî mezarlığı ise Mahir İz caddesine bakan kısımdadır. Nakkaştepe’deki Yahudi Maşatlığı da sanatsal yönden çok değerli mezar taşlarına sahiptir. Haydarpaşa Asker Hastahanesi’nin arkasında denize nâzır tepede yer alan İngiliz Mezarlığı, Kırım Harbi’nde yaralı olarak buradaki hastahaneye getirildikten sonra veya çıkan kolera salgını sonucunda ölen müttefik İngiliz askerlerinin gömüldüğü mezarlıktır. İngiliz şarkiyatçısı Edward Denison Ross ile Macar savaş kahramanı Guyon Richard burada gömülüdürler. Mezarlığın ortasında yer alan, kaidesi granit, üst kısmı mermerden yapılmış anıt 1857’de Kraliçe Victoria tarafından diktirilmiştir (ayrıca bk. DİA, ilgili maddeler).

BİBLİYOGRAFYA:

H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü (trc. Yaşar Önen), Ankara 1992, s. 207; Evliya Çelebi, Seyahatnâme, I, 472- 476; İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 17, 19, 25; İbrahim Hilmi Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, İstanbul 1945, II, 253-481; R. Janin, Constantinople byzantine, Paris 1950, s. 450-451; Konyalı, Üsküdar Tarihi, I-II; Semavi Eyice, Bizans Devrinde Boğaziçi, İstanbul 1976, s. 49-52; a.mlf., “Fetihten Önceki Üsküdar”, Üsküdar Sempozyumu I: 23-25 Mayıs 2003: Bildiriler (ed. Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2004, s. 17-20; Affan Egemen, İstanbul’un Çeşme ve Sebilleri, İstanbul 1993, tür.yer.; Mehmet Nermi Haskan, İstanbul Hamamları, İstanbul 1995, s. 12-14, 28-29, 41-44, 77-81, 102-105, 135-138; a.mlf., Yüzyıllar Boyunca Üsküdar, İstanbul 2001, I-III; Mustafa Özdamar, “Üsküdar Namazgâhları”, Üsküdar Sempozyumu I: 23-25 Mayıs 2003: Bildiriler (ed. Zekeriya Kurşun v.dğr.), İstanbul 2004, I, 97-105; İsmail Orman, “Osmanlı Su Medeniyeti: Üsküdar’daki Su Tesisleri Bağlamında Bir Değerlendirme”, a.e., I, 117-136; Tülay Sezgin, “Üsküdar’da Hatun Türbeleri”, a.e., II, 139-154; Şehrazat Karagöz, “Marmaray Projesi Üsküdar Meydanı Açkapa İstasyonu Arkeolojik Kurtarma Kazıları”, 15. Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu (24-26 Nisan 2006), Ankara 2007, s. 137-166; a.mlf., “Khrysopolis’in Koloni Kenti Olarak Tarihte Yeri”, Gün Işığında İstanbul’un 8000 Yılı, İstanbul 2007, s. 32-53; Şeniz Atik, “Marmaray İstasyon Projesi Kapsamında Üsküdar Meydan Kazısı-1”, a.e., s. 54-63; Cahit Baltacı, “XV- XVI. Asırlarda Üsküdar Medreseleri”, Uluslararası Üsküdar Sempozyumu V: 1-5 Kasım 2007: Bildiriler (ed. Coşkun Yılmaz), İstanbul 2008, I, 97-102; Nuray Güler, “Üsküdar’ın Merkezi: Gülfem Çarşısı (XVI. Yüzyıl)”, a.e., I, 451-466; Nimet Bayraktar, “Üsküdar Kütüphaneleri”, VD, sy. 16 (1982), s. 45-59; Behçet Ünsal, “Sinan’ın Son Bir Eseri Üsküdar-Büyük Hamamı’nın Aslî Şekline Dönüşümü”, Taç, I/1, İstanbul 1986, s. 23-28; Enis Karakaya, “Üsküdar’ın Bizans Devri Arkeolojisi”, İstanbul, sy. 46, İstanbul 2003, s. 74-76.

Enis Karakaya