VAKFİYE

(الوقفيّة)

Bir vakfın kurucusu tarafından düzenlenen vakfın işleyişiyle ilgili resmî belge.

“Vakfedilen bir malın hangi hayır işlerinde kullanılacağını, ne şekilde yönetileceğini gösteren senet” anlamındaki vakfiyyenin (vakıfnâme) İslâm medeniyeti tarihinde önemli bir yeri vardır. Vakıfların başlangıçta sözlü olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra bazı aksaklıklar yüzünden


vakıf şartlarının yazılarak belirlenmesine ihtiyaç duyulmuş, bu durum vakfiyelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Böylece vakfiyeler tesis edilen vakfın nasıl idare edileceği, nerelere ne gibi harcamalar yapılacağı, kaç kişinin çalışacağı, bunlara ne kadar maaş ödeneceği, harcamaların hangi gelirlerle karşılanacağı, vakıftan kimlerin ne şekilde faydalanacağı gibi hususların vâkıf tarafından ayrıntılı biçimde belirlendiği belgeler haline gelmiştir. Vakıflar müslümanlar arasındaki dayanışma ve yardımlaşmanın en güzel ifadesidir. Bundan dolayı vakfiyelerde bunu yansıtan âyetlere yer verilmiştir. Bu âyetlerde ifade edilen hususlar şöylece sıralanabilir: Gönül hoşluğuyla ödünç vermek (el-Hadîd 57/18; el-Müzzemmil 73/20), Allah yolunda mal harcamak (el-Bakara 2/195, 261), fakiri yedirip içirmek (el-Fecr 89/18; el-Mâûn 107/3), sadaka vermek (en-Nisâ 4/114), hayrat yapmakta yarışmak (el-Bakara 2/148; Âl-i İmrân 3/114).

Ortaçağ İslâm devletlerine ait vakfiyeler üç şekilde günümüze ulaşmıştır. 1. Orijinal vakfiyeler. Vâkıf tarafından düzenlenen orijinal metni bugüne kadar gelen vakfiyelerdir. Zamanımıza intikal eden XIII ve XIV. yüzyıllara ait orijinal metinler vakfiyelerin umumiyetle tomar şeklindeki kâğıtlar üzerine yazıldığını göstermektedir (Hoffmann, s. 22). Bu vakfiyelere örnek olarak İlhanlı Veziri Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’nin el yazısını içeren, Rab‘-ı Reşîdî’ye ait 1 Rebîülevvel 709 (9 Ağustos 1309) tarihli vakfiye zikredilebilir. 2. Vakıf kitâbeleri. Orijinal vakfiye metinlerinin özetlerini içerir. Bu tür kitâbeler umumiyetle vakfın tesisinden kısa süre sonra tertip edilir ve ait oldukları binalar üzerine konurdu. Ortaçağ’a ait vakfiyelerin çoğunun zaman içerisinde yok olmasından dolayı günümüze ulaşan vakıf kitâbeleri büyük bir öneme sahiptir. Vakıf kitâbelerinin bir kısmı Max van Berchem, Halil Ethem, Gaston Wiet, Ernst Emil Herzfeld tarafından Matériaux pour un Corpus Inscriptionum Arabicarum ve Etienne Combe, J. Sauvaget ve G. Wiet tarafından Répértoire chronologique d’épigraphie arabe adlı eserler içerisinde neşredilmiştir. 3. Vakfiye sûretleri. Vakfiyelerin zamanla eskiyip yıpranması yüzünden sonraki dönemlerde vakfiye sûretlerinin (sevâd) hazırlanmasına ihtiyaç duyulmuştur. Yine bu dönemlerde denetim ve kontrol amacıyla defterlere kaydedilen bazı vakfiye sûretleri de günümüze ulaşmıştır. Selçuklu ve Beylikler devrine ait vakfiye sûretlerinin kaydedildiği defterlerin önemli bir kısmı bugün Ankara’da Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Gerek sahteciliğe açık olmaları dolayısıyla gerekse istinsah hataları yüzünden vakfiye sûretlerinin çok dikkatli bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Bunların dışında kroniklerde ve münşeat mecmualarında bazı vakfiyelerin sûretlerine veya hulâsalarına rastlamak mümkündür. Meselâ Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin el-Muntažam fî târîħi’l-mülûk ve’l-ümem adlı eserinde yer alan (IX, 66) vakfiye bunlara örnek gösterilebilir. Vakfiyede medresenin Şâfiîler için yaptırıldığı, vakfedilen arazi, çarşı ve dükkânlardan elde edilen gelirlerin medreseye tahsis edildiği, buraya Şâfiî bir müderris, bir vâiz, bir hazînü’l-kütüb, bir mukrî, Arap dili gramerini öğretecek bir hoca tayin edildiği, ferrâş ve kapıcıların da Şâfiî olması gerektiği belirtilmiş; ayrıca nâib, mütevelli, muîd, vâiz, müftü, nâzıru’l-vakf, hattat, müstensih ve hâdimlerden teşekkül eden personele de vakıf gelirlerinden tahsisat ayrılacağı, vakfın yönetiminin Nizâmülmülk ve evlâdına ait olduğu kaydedilmiştir (DİA, XXXIII, 189). Yine Ortaçağ’a ait bazı vakıf kayıtları fıkıh kitapları içerisinde zamanımıza intikal etmiştir. Burhâneddin Muhammed Mâze’nin (ö. 570/1174) Muĥîŧ adlı eserinde metni kaydedilen, Batı Karahanlılar’ın kurucusu İbrâhim Tamgaç Han’ın Semerkant’ta yaptırdığı cami, medrese, meşhed, talebe odaları ve hastahaneden oluşan külliyenin Receb 458 (Haziran 1066) tarihli vakfiyesi bunlardandır. Ortaçağ İslâm dünyasında zamanla yok olması ihtimaline karşı vakfiyelerin birkaç nüsha şeklinde tanzim edildiği ve bu nüshaların farklı yerlerde saklandığı bilinmektedir.

Dili, türü ve içeriği düzenlendiği zamana ve yere göre farklılık göstermekle birlikte vakfiyelerin umumiyetle mukaddime, asıl metin ve hâtime kısımlarından oluştuğu görülmektedir. Besmele ile başlayan mukaddimede Allah’a hamd ve peygambere övgüden sonra, eğer vakıf hükümdar veya yüksek devlet erkânından biri tarafından tesis edilmişse vâkıfın adı ve unvanları uzun uzadıya zikredilerek dindarlığı ve hayrata düşkünlüğü methedilir. Ardından gelen asıl metinde vakfedilen arazi ve diğer gayri menkullerin mahiyeti ve sınırları açık bir şekilde belirtilir, vakfa tahsis edilen gelirler ve bunların işletilme biçimi izah edilir. Daha sonra vakfın yönetimi ve denetimi, bu işle görevli kimselere verilecek tahsisatın miktarı, bunların tayin ve azilleri anlatılır. Vakfiyenin hâtimesinde ilgili âyet ve hadisler yazılır; vakfiyeyi bozmaya veya vâkıf tarafından konulan şartları değiştirmeye teşebbüs edecek kimselere beddua edilir, metnin sonuna da şahitlerin adları kaydedilir. Hükümdar ve devlet adamlarının düzenlediği vakfiyelerde devrin pek çok tanınmış şahsiyetinin şahit olarak yazıldığı görülmektedir. Vakfiyeler ancak kadı tarafından tescil edilerek şer‘î sicile geçirildikten sonra hukukî geçerlilik kazanır. Umumiyetle vakfiyelerin arkasına yazılan bir menşurla vakfa tahsis edilen topraklardan muayyen haracın alınması ve diğer örfî vergilerin talep edilmemesi emredilir.

Vakıf müessesesinin Ortaçağ İslâm dünyasında son derece yaygın olmasına rağmen bu dönemden günümüze ulaşan vakfiye sayısı azdır. Bilinen ilk vakfiye kaydı Kudüs’te olup 290 (903) tarihini taşımaktadır. Vakfiyelerin XIII. yüzyıla kadar Arapça kaleme alındığı anlaşılmakta, Anadolu’da ilk defa XIII ve XIV. yüzyıllarda tanzim edilen bazı vakfiyelerde Arapça’nın yanında Moğolca, Farsça ve Türkçe’nin de kullanıldığı görülmektedir. İran coğrafyasında XIV. yüzyıl başlarından itibaren Arapça’nın yanı sıra Farsça vakfiyelere rastlanmaktadır. Vakfiyelerde XVI. yüzyıldan itibaren Osmanlı coğrafyasında Türkçe, İran coğrafyasında Farsça giderek yaygınlık kazanmıştır.

Vakfiyeler tarihî birer belge olmanın yanında sosyal tarih, ekonomi ve kültür tarihi araştırmaları için önemli bilgiler içeren değerli kaynaklardır. Bilhassa mescid, medrese, dârüşşifâ, hankah ve kervansaraylara ait vakfiyeler eğitim, tıp, sanat ve mimari tarihi araştırmaları için diğer kaynaklarda hemen hiç bulunmayan bilgiler içermektedir. Bunlar arasında sıradan insanların, köylülerin, sanat ve ticaret erbabının gündelik hayatlarına dair mâlûmat özellikle dikkate değerdir. M. Fuad Köprülü’nün ifadesiyle cemiyetin hakiki bünyesini bu vesikalar sayesinde öğrenmek mümkündür (İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, s. 319).

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, IX, 66; Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Târîħ-i Mübârek-i Ġāzânî (nşr. K. Jahn), London 1940, s. 208-212; a.mlf., Vaķfnâme-yi RabǾ-i Reşîdî (nşr. Müctebâ Mînovî - Îrec Efşâr), Tahran 2536/1978; Hasan el-Bâşâ, el-Fünûnü’l-İslâmiyye ve’l-veżâǿif Ǿale’l-âŝâri’l-ǾArabiyye, Kahire, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye), III, 1304-1308; A. D. Papazian, Persidskie dokumenty Matenadarana, II, Kupcie, vypusk, pervyj (XIV-XVI vv.), Erevan 1968, s. 405-411; Refet Yinanç, İlk Selçuklu Vakfiyeleri (doçentlik tezi, 1979), AÜ DTCF, tür.yer.; M. Fuad Köprülü, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi (haz. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1983, s. 309-420; Nûş Âferîn Ensârî


(Muhakkık), “Vaķfnâmehâ ve Târîħ-i Kitâbħâne ve Kitâbdârî”, Yâdnâme-i Edîb-i Nîşâbûrî (nşr. Mehdî Muhakkık), Tahran 1365/1986, s. 97-120; Seyyid Rükneddin M. Yezdî - Seyyid Şemseddin Muhammed b. Rükneddin M. Yezdî, “CâmiǾu’l-ħayrât”, Yâdigârhâ-yi Yezd (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 1374/1995, II, 391-558; B. Hoffmann, Waqf im mongolischen Iran: Rašīduddīns Sorge um Nachruhm und Seelenheil, Stuttgart 2000, s. 22, 32-37; Osman Gazi Özgüdenli, “Bir İlhanlı Şehir Modeli: Reb‘-i Reşîdî’de Meslekler, Görevliler ve Ücretler”, Osmanlı Öncesi ile Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemlerinde Esnaf ve Ekonomi Semineri, Bildiriler, İstanbul 2003, I, 105-126; Îrec Efşâr, “Vaķfnâme-i Se Dîh der Kâşân”, Ferheng-i Îrânzemîn, IV, Tahran 1335/1956, s. 122-138; Mohammad Khadr, “Deux actes de waqf d’un qarakhanide d’Asia centrale”, JA, CCLV/3-4 (1967), s. 304-334; Hüseyin Mahbûbî Erdekânî, “Sevâd-i Vaķfnâme-i Dih-i Nemek ez Rûy-i Ħaŧŧ-i ǾAlâǿüddevle-i Simnânî”, Ferheng-i Îrânzemîn, XIX (1352/1973), s. 10-18; J. Sourdel-Thomine, “Inscriptions seljoukides et sales à coupoles de Qazwin”, REI, XLII/1 (1974), s. 41-90; İhsan İşrâkī, “Şerĥî ber Vaķfnâme-i Emîr Ħumârŧâş b. ǾAbdullāh-i Ǿİmâdî der Mescid-i CâmiǾ-i Ķazvîn”, Berresîhâ-yi Târîħî, XIII/2, Tahran 1357/ 1978, s. 56-76; A. Iwatake, “The Waqfs of the Nizam Family in Fourteenth-Century Yazd”, Shirin, LXXII/3, Tokyo 1989, s. 1-46; a.mlf., “The Dar al-Siyada of Ghazan Xan”, Toyoshi-Kenkyu, L/4, Kyotoshi 1993, s. 48-82; Muhammed Mürsî Muhammed, “el-Veşâǿiķu’l-vaķfiyye ve devrühâ fî işrâǿi târîħi’l-ĥađârati’l-İslâmiyye”, et-Tesâmuĥ, sy. 14, Maskat 1427/2006, s. 151-163; Kemâl M. Mansûrî, “Nümûźecü’l-Ǿimâreti’l-vaķfiyyeti’l-İslâmiyye beyne nažariyyâti’l-Ǿimâre ve nažariyyeti cevdeti’l-ħidemât”, Evķāf, IX/17, Küveyt 2009, s. 15-69; Abdülkerim Özaydın, “Nizâmiye Medresesi”, DİA, XXXIII, 189.

Osman Gazi Özgüdenli




Türk ve Osmanlı Tarihi. Karahanlı Hükümdarı İbrâhim Tamgaç Han’ın 458 (1066) yılında Semerkant’ta yaptırdığı külliyeye gelir sağlamak üzere tesis ettiği vakıfların vakfiyeleri İslâmî dönem Türk tarihinin bilinen ilk vakfiye örneklerindendir. Bunlardan biri M. Hadr tarafından neşredilmiştir (JA, CCLV/3-4 [1967], s. 307-325). Osmanlı dönemi vakfiyelerine örnek teşkil eden bu metin Hz. Peygamber’in bu konudaki hadisleriyle ve özellikle kalıcı hayrı (sadaka-i câriye) teşvik eden hadisiyle başlamaktadır. Arapça düzenlenen vakfiyenin hükümdarın huzurunda okunup “kendi dilince” (Türkçe) açıklanarak onayı alındıktan sonra tescil edildiği vakfiyede belirtilmiştir. Vakfiyenin arka sayfasında Semerkant kadısının vakfiyeyi şahitler huzurunda tasdik ve tescil ettiği, imzayı (tevkī‘) kendi eliyle yazdığı kaydedilmiştir (Şahin, sy. 31 [2008], s. 237). Zeki Velidi Togan, İstanbul ve Kayseri kütüphanelerinde bazı Karahanlı devri vakfiyelerine rastladığını söyler (TY, V/11 [329], [1966], s. 7-10).

Anadolu Selçukluları dönemine ilişkin tesbit edilebilen vakfiye sayısı sekseni aşkındır (Yüksel, Anadolu Selçukluları, I, 310). En eskisi 440 (1048) tarihli olup çoğunun sonraki dönemlerde yapılan ve birçok istinsah hatası içeren sûretleri mevcuttur. Farsça bir vakfiye dışında (hicrî 725 tarihli Şâdî Bey b. İzzeddin Balaban Vakfiyesi, VGMA, nr. 990/162) diğerleri Arapça kaleme alınmıştır. Selçuklu ümerâsı tarafından tesis edilen vakıflara ait orijinal vakfiyelerin başında besmeleden sonra, bütün Selçuk dönemi belgelerinde olduğu gibi tuğra yerinde kırmızı mürekkeple “es-sultan” yazıldığı görülmektedir (Turan, XII/45 [1948], s. 84). Kitâbelerde olduğu gibi hemen hemen bütün Selçuklu vakfiyelerinin giriş kısmında sultanın adı zikredilmiştir. Selçuklu devrine ait elli sekiz vakfiyenin sadece onunda vakıftan rücû ve murâfaa kaydı bulunmaktadır. Geri kalan, rücû ve murâfaa kaydının yer almadığı kırk sekiz vakfiyede vâkıf için kullanılan unvan ve lakaplar yazılmış ve değişik hususlar için şahit gösterilmiştir. Rücû ve murâfaa kaydı olmayan bazı vakfiyelerde, evâil-i Muharrem 695 (Kasım 1295) tarihli Şeyh Süleyman vakfiyesinde (VGMA, nr. 595/31/27) vakfiyeyi tescil eden kadı, müctehid imamlardan “vakfettim” (vakaftu) kavliyle vakfın sıhhat ve cevazına kāil olanların görüşüne istinaden vakfın tescil ve lüzumuna karar verdiğini belirtmiştir. Kadı ve kādılkudât tarafından tasdik ve tescil edilen bu dönem vakfiyelerinde görevlilere vazife ve cihet mukabilinden verilen paranın ve hububat gibi ölçülebilen nesnelerin miktarlarının yarısı vakfiyeye yazılmıştır (Muallim Cevdet, sy. 1 [1938], s. 35-38). Selçuklu devri vakfiyeleri tomar halindedir. Karatay’ın kervansaray vakfiyesi gibi eni 0,27, boyu 10,64 metreyi aşan birçok vakfiye mevcuttur.

İlhanlı Hükümdarı Gāzân Han’ın İslâmiyet’i kabulünden sonra Tebriz yakınlarında yaptırdığı türbe ile diğer hayır kurumlarına ilişkin 1 Rebîülevvel 709 (9 Ağustos 1309) tarihli vakfiye bu döneme ait en hacimli vakfiyedir; Cemâziyelâhir 710’da (Kasım 1310) Tebriz Kadısı Mecdüddin Abdullah b. Ömer ve 15 Şevval 710’da (7 Mart 1311) Kādılkudât Ebü’z-Zafer b. Hasan tarafından tescil edilmiştir. Bu tarihten itibaren 809 (1406) yılına kadar vuku bulan dava veya teftişler neticesinde dönemin Hanefî ve Şâfiî kadılarınca düşülen tescil tevkīî kayıtlarının ikisi Farsça, diğerleri Arapça’dır (Vaķfnâme-i RabǾ-i Reşîdî, s. 23-34). Gāzân Han bu vakıflara şer‘an kendi mülkü olan toprak ve emlâk vakfetmiş, vakfının sıhhatine dair birçok âlim ve müftüden fetva almış, vakfiyesini yedi nüsha halinde tanzim ve tescil ettirmiştir. Timurlular devrine ait Ali Şîr Nevâî’nin Çağatayca vakfiyesinin İsmail Hikmet Ertaylan tarafından neşredilen metninin tarihi ve şahitler kısmı bulunmamaktadır (Vakfiye, s. 17-55). Eski Sovyet İlimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü’ndeki yazmalar bölümünde kayıtlı (nr. B. 670), Sultan Timur b. Şeybânî Han’ın zevcesi Mihr Sultan Hanım’ın vakfiyesi de geniş hacmiyle (107 varak) dikkat çekmektedir. Bu vakfiyenin hattına bakarak orijinal metin veya ondan istinsah edilmiş nüsha olabileceği söylenmektedir.


Memlük sultanları ve emîrleri tarafından tesis edilen vakıfların yönetim ve denetim sistemleri hakkında kaynaklarda geniş bilgi yer almakla birlikte bu dönemden günümüze çok az vakfiye ulaşmıştır. Bunlardan Sultan Kayıtbay’ın medrese ve türbesine dair 879 (1474) tarihli vakfiyeyi 1938’de Leo Aryeh Mayer neşretmiştir. Bu vakfiye XV. yüzyıla aitse de daha eski Memlük vakfiyelerinin tertip ve mahiyeti hakkında bir fikir verecek niteliktedir. 667’de (1268) Sultan Baybars tarafından tesis edilen bir vakfa ait vakfiyenin XVI. yüzyılda istinsah edilen bir nüshası Topkapı Sarayı Müzesi’nde Sinan Paşa koleksiyonunda (nr. 185) muhafaza edilmektedir. Memlük devrinde “kitâbü’l-vakf” adı altında anılan vakfiyelerin orijinal veya istinsahlarının genellikle kaybolmasına karşılık bir tür vakfiye hulâsasından ibaret birçok kitâbe halen ait bulundukları binalar üzerinde yer almaktadır. Büyük bir kısmı yayımlanan bu kitâbeler sayesinde XIII-XV. yüzyıllara ait Memlük vakıf belgelerinin düzenleri ve içeriklerine dair bilgi edinilmektedir. Memlük vakfiyelerinde en belirgin husus vâkıfın bütün resmî unvanlarının özel bir itina ile yazılmasıdır. Ramazanoğulları gibi bazı Türkmen beylikleri vakfiyelerinin inşa tarzında Memlük etkisi açık biçimde görülmektedir (Sahillioğlu, sy. 10 [1973], s. 137). Osmanlı devrinde Mısır’da tesis edilen vakıfların vakfiyelerinde de Memlük inşa geleneğinin devam ettiği anlaşılmaktadır.

Anadolu beyliklerine ait vakfiyelerin inşa tarzında ise Selçuklu geleneğini sürdürenlerin yanı sıra Memlük ve Osmanlı etkisinde kalanlara da rastlanmaktadır. Germiyanoğlu Yâkub Bey’in Anadolu’da bilinen ilk Türkçe vakfiyesinin özeti mahiyetindeki kaya kitâbesi dışında beyliklere ait diğer bütün vakfiyeler Arapça kaleme alınan ve istinsah hataları ihtiva eden sûretlerdir. Niğde kadısı ile Molla Fenârî tarafından tescil edilen Karamanoğlu Ali Bey’in vakfiyesi gibi hacimli vakfiyelerin (boyu 9,85 m., eni 25 cm.) rulo halinde birbirine eklenen kâğıtlardan oluştuğu, vasıl yerlerine de “sahh” kaydının düşüldüğü görülmektedir (Uzunçarşılı, VD, sy. 2 [1942], s. 45-46). Çok az bir kısmı bugüne ulaşabilen Beylikler dönemi vakfiyelerinden on ikisi neşredilmiştir (Yüksel, VD, sy. 30 [2007], s. 37).

Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde Osmanlı devrine ait 27.000’i aşkın vakfiye ve zeyil bulunmaktadır. Rebîülevvel 724 (Mart 1324) tarihli Farsça Orhan Gazi vakfiyesi dışında (Uzunçarşılı, TTK Belleten, V/19 [1941], s. 277-288) bütün vakfiyeler Arapça veya Türkçe kaleme alınmıştır. Orhan Bey’in Hüseyin Hüsâmeddin tarafından yayımlanan ve ilk Türkçe vakfiye olarak tanıtılan Cemâziyelâhir 761 (Nisan 1360) tarihli vakfiyesi tercümedir (TOEM, XVI/17 [94], [1926], s. 284-301); çünkü dil ve üslûp bakımından Eski Anadolu Türkçesi özelliklerini taşımamaktadır. XVI. yüzyıl başlarına kadar Arapça, bu yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Arapça’nın yanı sıra Türkçe de yazılan Osmanlı vakfiyelerinin bu tarihten itibaren çoğunlukla Türkçe düzenlendiği görülmektedir. Esasen XVI. yüzyıldan itibaren bürokratik işlemlerde kolaylık sağlamak amacıyla eski sultanların vakfiyeleri Arapça’dan Türkçe’ye çevrilmiştir. Meselâ II. Bayezid’in Edirne imaretine dair vakfiyesi 29 Receb 913’te (4 Aralık 1507) Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Kanûnî Sultan Süleyman devrinde 16 Safer 960’ta (1 Şubat 1553), Vâlide Sultan Medresesi müderrisine padişahlara ait Arapça yazılan ve tomar halinde Hazîne-i Âmire’de muhafaza edilen vakfiyelerin Türkçe’ye çevrilmesi hususunda hüküm yazılmıştır (Uzunçarşılı, TTK Belleten, V/20 [1941], s. 550). İlk devir kul kökenli Osmanlı ümerâsının vakfiyelerinin üzerinde padişah tuğrası yer almaktadır. Osmanlı hânedanına mensup kadınların vakfiyelerinin başında da, “Mûcebince amel ve hareket oluna” türünden ihtarların bulunduğu hatt-ı hümâyunlar mevcuttur. Osmanlı uygulamasında, tesis edilen vakfın mevkufatı hem Anadolu hem Rumeli’de bulunuyorsa tanzim edilen vakfiyenin kadı tescilinden sonra her iki eyalet kazaskerince tasdik edildiği görülmektedir. Zamanla vakıf şartları uygulanamaz hale geldiğinde gelirleri Haremeyn veya Medine fukarasına tahsis edilen vakıfların vakfiyeleri üzerinde Haremeyn evkafı müfettişinin tasdik ve mührüne rastlanmaktadır. Ebû Hanîfe’ye göre vakıftan dönme (rücû) mümkün olduğundan Osmanlılar’ın ilk devirlerinde birçok vârisin hak sahibi sıfatıyla mahkemelere başvurduğu ve yetkililerin zor durumda kaldığı belirtilmektedir (İpşirli, Tarih ve Sosyoloji Semineri, s. 160). Bundan dolayı Osmanlı vakfiyelerinin % 70’inde rücû ve murâfaa kaydı yer almaktadır (İpşirli, Cumhuriyetin 80. Yılında, s. 75). Öyle ki XVI. yüzyılda bu uygulama vakıf tesisinde bir nevi rükün haline getirilmiş, bu konuda Ebüssuûd Efendi’den fetva dahi alınmıştır.

Vakıf kütükleri, tapu tahrir defterleri ve şer‘iye sicillerinde yer alan sûretlerin dışında vakfiyeler rulo yahut kitap şeklinde kaleme alınmıştır. XVI. yüzyıldan öncesine ait bütün vakfiyelerin rulo halinde yazıldığı görülmektedir. Kitap şeklinde kaleme alınan vakfiyeler XVI. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış olup ekserisi padişahlara, hânedan kadınlarına, vezirlere ait tezhipli vakfiyelerdir. Bazı yapılar üzerinde vakfiye sûretlerine rastlanmaktadır; bunlar çoğunlukla vakfiye özetlerinden ibarettir. Asıl vakfiyenin tanzim ve tescilinden birkaç yıl sonra taşa, mermere veya kayalara kazılarak yazılmıştır. Bu tür kaya vakfiye kitâbelerinin ilk örnekleri Germiyanoğlu Yâkub Bey’in 814 (1411) tarihli vakfiyesiyle Amasya’daki Beyazıt Paşa İmareti’nin 11 Zilhicce 820 (19 Ocak 1418) tarihli vakfiyesidir. Biri kayaya, diğeri caminin son


cemaat revakının üst kornişindeki kırmızı taşlı kuşağa kazılmıştır. Vakıflarda yolsuzlukların engellenmesi amacıyla taşa veya mermere kazılan bu vakfiye sûretleri İlhanlı ve Memlük geleneğine dayalı bir uygulama gibi görünmektedir. Bunlardan başka fıkıh ve münşeat mecmualarına, kitap zahriyelerine, hatta Ahî Yûsuf Sinan Tekkesi vakfiyesinde görüldüğü gibi aşure kepçesi üzerine yazılan vakfiye sûretleri de vardır. Bazı vakıf kitapların 1a yüzünde görülen, vâkıfın mesleğini, adını, baba adını, vakfın nereye ve ne maksatla yapıldığını, vakıf şartlarını özetleyen vakıf mühürleri de bir tür özet vakfiye sûreti kabul edilebilir.

Osmanlı döneminde vakfiyelerin tanzimine dair geniş bilgi ve kaynaklar bulunmakta, bunların başında şer‘î mahkemelerce verilen belgelerin kaleme alınışını örneklerle açıklayan eserler gelmektedir. Meselâ Çavuşzâde Mehmed Aziz’in Dürrü’s-sukûk’ü (I, 153-227) ve Yûsuf Ziyâeddin Efendi’nin Câmiu envâri’s-sukûk ve lâmiu’z-ziyâ li-zevi’ş-şükûk’ünde (s. 184 vd.) vakfiyelerin tanzim şeklini gösteren bölümler yer almaktadır. Bu eserlerin ilgili kısımlarında gayri menkul vakfiyeleri, nakit para vakfiyeleri, gayri müslim vakfiyeleri veya zeyil vakfiye, vakfiye kenarına yazılacak herhangi bir kaydın yazımına dair örnekler de bulunmaktadır. Münşeat mecmualarında veya fıkıh kitaplarında da eski vakfiye örnekleri vardır; bunların arasında edebî ve etkileyici vakfiye metinlerine de rastlanmaktadır.

Vakfiyeler genellikle şu bölümlerden oluşur: 1. Tescil tevkīi veya tasdik ibaresi. Veliyyü’l-emr tarafından yetkili kılınmış kadı vakfın lüzumuna ve tesciline karar verebilir. 2. Davet. Allah’a hamdüsenâ ve resulüne salâtüselâmı içeren bölümde âyet ve hadisler bağlamında dünyanın fâni ve âhiretin bâki olduğu, vakıf kurmanın önemi vb. bilgiler edebî bir üslûpla anlatılır; ancak bu kısım vakfiyenin hukukî bir rüknü sayılmaz. 3. Vâkıfa dair bilgiler. Bunlar vâkıfın adı, baba adı, mesleği ve ikamet yeri gibi kişisel ayrıntılardır. 4. Mevkufun tarifi ve tasviri. Vakfedilen mal ve mülkün miktarı, bulunduğu yer ve sınırları, iktisap şekli, inşa veya ihya edilen hayratın cinsi ve türü belirtilir. 5. Vakıf şartları. Vakfedilen mal ve mülkün icar ve işletme biçimi ve süresi, elde edilen vakıf gelirinin hangi alanlarda nasıl kullanılacağı, vakıf görevlilerine ve mensuplarına ödenecek ücret ve tahsisatı belirten şartlardır. 6. Mütevelli tarifi. Vakfiyelerde iki tür mütevelli bulunur. Birincisi tescil mütevellisidir, vakfın tescil işleminin tamamlanmasıyla görevi sona erer. İkincisi vâkıfın vakfının tevliyetini bıraktığı ve niteliklerini açıkladığı kimselerdir. 7. Vakıftan rücû ve murâfaa ile hâkimin kararı. Mezhep imamlarının vakıf konusundaki görüş farklılığından dolayı ortaya çıkan bir uygulamadır. Vâkıfın ölümünden sonra vârislerinin veya hayatta iken kendisinin pişman olması ihtimaline karşı vakfın iptalinin önlenmesine ilişkin bir rükündür. 8. Beddua bölümü. Burada vakfa yönelik olumsuz tasarrufları önlemek için vakfiyeden vakfiyeye değişen lânetler ve beddualara yer verilmiştir. 9. Tarih. Vakfiyenin bitiminde hicrî tarih yazıyla Arapça olarak yazılır. 10. Şühûdü’l-hâl. Vakıf tesisinde aleniyet şarttır, ayrıca İslâm hukukunda bir belgenin değeri zeylinde yer verilen şahitlere bağlıdır. Bunun için vakfiyenin tanziminde hazır bulunanların bir kısmının isimleri ve meslekleri yazılır. Nezaret, tevliyet veya evlâdiyet hak ve iddialarına dair zamanla sahte vakfiyeler tanzim edilmiş, bunların şer‘î mahkeme sicillerine kaydedildiği de olmuştur.

BİBLİYOGRAFYA:

Hicrî 725 Tarihli Şâdi Bey b. İzzeddin Balaban Vakfiyesi, VGMA, nr. 990/162; Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Vaķfnâme-yi RabǾ-i Reşîdî (nşr. Müctebâ Mînovî - Îrec Efşâr), Tahran 2524/1978, s. 23-24; Ali Şîr Nevâî, Vakfiye, Bakü 1926, s. 17-55; Ziyaeddin Efendi, Câmiu en-vâri’s-sukûk ve lâmiu’z-ziyâ li-zevi’ş-şükûk, İstanbul 1284; Çavuşzâde Mehmed Aziz, Dürrü’s-sukûk, İstanbul 1277, I-II; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, İstanbul 1932, s. 79-86; a.mlf., “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi”, TTK Belleten, V/19 (1941), s. 277-288; a.mlf., “Çandarlızade Ali Paşa Vakfiyesi”, a.e., V/20 (1941), s. 550; a.mlf., “Niğde’de Karamanoğlu Ali Bey Vakfiyesi”, VD, sy. 2 (1942), s. 45-46; Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livâsı, s. 20; Ali Himmet Berki, Vakfa Dair Yazılan Eserlerle Vakfiye ve Benzeri Vesikalarda Geçen Istılah ve Tabirler, Ankara 1966, s. 57; M. Fuad Köprülü, İslâm ve Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları ve Vakıf Müessesesi (haz. Orhan F. Köprülü), İstanbul 1983, s. 383-385, 409-420; Günay Kut - Nimet Bayraktar, Yazma Eserlerde Vakıf Mühürleri, Ankara 1984, s. 12-41, 112; G. Winkelhane - K. Schwarz, Der Osmanische Statthalter Iskender Pascha (gest. 1571) und seine Stiftungen in Ägypten und am Bosporus, Berlin 1985; Ahmet Temir, Kırşehir Emiri Caca Oğlu Nur el-Din’in 1272 Tarihli Arapça-Moğolca Vakfiyesi, Ankara 1989; Tarihimizde Vakıf Kuran Kadınlar-Hanım Sultan Vakfiyeleri (nşr. Tarihi Araştırmalar ve Dokümantasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı), İstanbul 1990, tür.yer.; Mehmet İpşirli, “Sosyal Tarih Kaynağı Olarak Şer‘iyye Sicilleri”, Tarih ve Sosyoloji Semineri, 28-29 Mayıs 1990: Bildiriler, İstanbul 1991, s. 160; a.mlf., Cumhuriyetin 80. Yılında Uluslararası Vakıf Sempozyumu (haz. Mehmet Narince), Ankara 2004, s. 75; Sadi S. Kucur, Sivas, Tokat ve Amasya’da Selçuklu ve Beylikler Devri Vakıfları: Vakfiyelere Göre (doktora tezi, 1993), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü; Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1998, s. 359; Mehmet Arslan, Osmanlı: Edebiyat-Tarih-Kültür Makaleleri, İstanbul 2000, s. 384-392; Ali Yardım, Amasya Kaya Kitabesi: Beyazid Paşa İmareti Vakfiyesi, Ankara 2004, s. 4-5; Hasan Yüksel, “Anadolu Selçuklularında Vakıflar”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı (haz. Ahmet Yaşar Ocak), Ankara 2006, I, 310; a.mlf., “Anadolu Beyliklerinde Vakıflar”, VD, sy. 30 (2007), s. 37; Hüseyin Hüsameddin, “Orhan Beyin Vakfiyesi”, TOEM, XVI/17 (94), (1926), s. 284-301; Muallim Cevdet, “Sivas Darüşşifası ve Vakfiyesi”, VD, sy. 1 (1938), s. 35-38; Fıtrat, “Orta Asya’da Arazi Meselesine Dair Üç Vesika”, a.e., sy. 1 (1938), s. 147; W. Ruben, “Budhist Vakıflar Hakkında”, a.e., sy. 2 (1942), s. 179; Osman Turan, “Selçuk Devri Vakfiyeleri, I, Şemseddin Altunaba Vakfiyesi ve Hayatı”, TTK Belleten, XI/42 (1947), s. 223; a.mlf., “Selçuk Devri Vakfiyeleri, III, Celaleddin Karatay, Vakıfları ve Vakfiyeleri”, a.e., XII/45 (1948), s. 84; Zeki Velidi Togan, “Karahanlılar Tarihine Ait Bazı Kayıtlar”, TY, V/11 (329), (1966), s. 7-10; M. Khadr, “Deux actes de waqf d’un qarakhanide d’Asie centrale”, JA, CCLV/3-4 (1967), s. 304-334; Halil Sahillioğlu, “Ramazan Oğulları’ndan Davut Bey oğlu Mahmut Bey Vakfiyesiyle Fağfur Paşa oğlu Ali Bey Paşa Vakfiyesi”, VD, sy. 10 (1973), s. 137; Kamil Şahin, “Karahanlılar Dönemi Dâru’l-Merdâ Hastanesi Vakfiyesi”, a.e., sy. 31 (2008), s. 234-244.

Hasan Yüksel