VÂLİHÎ

(والهى)

(ö. 996/1588)

Vâiz ve şair.

Edirneli olup adı bilinmemektedir; “Vâlihî” mahlasıdır. Âşık Çelebi, Kurd Muarrif diye tanınan bir zatın oğlu olduğu için kendisine Kurdzâde denildiğini bildirir (Meşâirü’ş-şuarâ, I, 547). Düzenli bir medrese eğitimi alan Vâlihî bir süre ilmiye mesleğinde kaldı. Kınalızâde Hasan Çelebi’nin naklettiğine göre gençliğinde güzeller peşinde koşup bâde meclislerinde mey ve mahbubun “vâlih”i (şaşkın) olan şair ilmiye tarikini ve bu hayatı terkedip tasavvufa yöneldikten sonra vâizlik mesleğini seçti (Tezkire, II, 1032-1033). İbrâhim Gülşenî’ye intisap etmek için gittiği Kahire’de şeyhin ölümü üzerine oğlu Ahmed Hayâlî’ye intisap etti ve bir müddet sonra Edirne’ye dönerek irşad faaliyetine başladı. Verdiği ateşli vaazlarla kısa sürede büyük şöhret kazandı (İA, XIII, 187-188).

Âşık Çelebi, “vâiz-i rüsvâyî” diye nitelediği bir vâizle arasında geçen hadiseden ötürü Vâlihî’nin padişah tarafından Edirne’den sürüldüğünü belirtir (Meşâirü’ş-şuarâ, I, 548). Atâî bu hadisenin 971 (1563-64) yılında vuku bulduğunu bildirir (Zeyl-i Şekāik, s. 365). Âşık Çelebi’nin bahsettiği vâiz-i rüsvâyî Murâdiye hatibi Emîr olmalıdır. Atâî’nin naklettiğine göre halk arasında Vâiz Emîr diye şöhret bulan bu zatın asıl ismi Abdülkerim’dir ve Melâmî tarikatının esaslarını yaymaya çalışmaktadır. Büyüklere dil uzattığı için bir iki defa sürgüne gönderilmiştir (a.g.e., s. 597).


Öyle görünüyor ki büyüklere dil uzatan Vâiz Emîr ile birlikte Vâlihî de bu dönemde yoğunlaşan Râfizîler hakkındaki takibattan nasibini almıştır. 971 (1563-64) tarihli Ruûs Defteri’nde bu hadiseyle ilgili bir kayıtta ilhâd ile suçlanan Edirne’deki Murâdiye Camii hatibi Emîr ve akrabaları Kûçek Emîr, Rûşenî, Muslihuddin adlı müderrislerle Vâlihî adlı vâizin şehirden sürülüp İstanbul ve Bursa’da da oturmalarına izin verilmediği bildirilmektedir (BA, KK, Ruûs Defterleri, nr. 218, s. 84). Tezkiresini yazdığı tarihte (976/1568) Vâlihî hâlâ sürgünde olmalı ki Âşık Çelebi, onun için “Ümîddir ki yine ilhâm-ı ilâhî ile günahları af ve hatt-ı siyahları defter-i eyyâmdan mahv oluna inşâallah” demektedir (Meşâirü’ş-şuarâ, I, 548).

Vâlihî 982’de (1574) tamamlanan Selimiye Camii’ne vâiz tayin edildi. Tayin tarihi kaynaklarda zikredilmemektedir. 991 (1583) tarihli bir mühimme kaydında Selimiye Camii’nde vâizlik yapan Vâlihî’ye cami kütüphanesindeki kitapları mütalaa etmesi için izin verildiği belirtildiğine göre (BA, MD, nr. 51, s. 79) bu tarihten önce göreve getirilmiş olmalıdır. Vâlihî, Serdar Lala Mustafa Paşa’nın şark seferine katıldı. 28 Receb 986 - 15 Receb 987 (30 Eylül 1578 - 7 Eylül 1579) tarihleri arasındaki tayinleri ve bazı hadiseleri ihtiva eden bir ruûs defterinde Vâlihî’ye dair iki kayıt vardır. Bunlardan birincisinde Mustafa Paşa’nın doğu seferi esnasında kendisine tahsis edilen mîrî develerden vâiz Vâlihî Efendi’ye de bir katar deve verildiği bildirilmektedir (BA, KK, Ruûs Defterleri, nr. 232, s. 397). İkinci kayıtta halen Şirvan’da müftü ve müderris olan Mevlânâ Vâlihî’nin 150 akçe ile Demirkapı kadılığına tayin edildiği belirtilmektedir (a.y., s. 3). Âlî’nin Nusretnâme’de naklettiğine göre “vâizler zümresinin meczubu” Vâlihî bu sefer esnasında Özdemiroğlu Osman Paşa, Şirvan şehirlerinden Ereş’i fethettiğinde bu şehirdeki ulucamide kılınan ilk cuma namazında III. Murad adına coşkulu bir hutbe okuduğu gibi verdiği vaazlarla da askeri coşturmuştur (Eravcı, II, 199-200). Ölümüne kadar Selimiye Camii’ndeki kürsü şeyhliği görevini sürdüren Vâlihî, Hasan Çelebi’ye göre devrinin en ünlü vâizlerindendi, vaazını dinleyenler bu dünyanın elem ve hüzünlerini unutur, nasihat ve irşadlarıyla da kendilerinden geçerlerdi (Tezkire, II, 1033). Vâlihî’nin ölüm tarihi kaynaklarda farklı şekillerde verilir. Atâî ve Ahmed Bâdî Efendi 994 (1586), Abdurrahman Hibrî 996 (1588) yılında vefat ettiğini kaydeder. Ömer Faruk Akün, Atâî ve Ahmed Bâdî’ye dayanarak 994 yılının daha doğru olduğunu ileri sürerse de onun yerine Selimiye Camii vâizliğine Dizdarzâde Mevlânâ Mehmed Efendi’nin tayin edildiğini belirten bir ruûs kaydından anlaşıldığına göre (BA, KK, Ruûs Defterleri, nr. 250, s. 16) bu tarih 996 yılı sonlarıdır. Vâlihî Edirne’de Tunca kenarında Şeyh Şücâ Zâviyesi’ne defnedildi.

Vâlihî vâizliği yanında şairliğiyle de tanınmıştır (Âşık Çelebi, I, 548). Âşık Çelebi şairliğini överken onu Molla Câmî’ye ve Hâfız’a benzetir. Beyânî şiirde yetki sahibi olduğunu (Tezkiretü’ş-şuarâ, s. 226), Kınalızâde Hasan Çelebi de güzel tarihleri bulunduğunu (Tezkire, II, 1033) söyler. Ahdî ise tasavvufî şiirler yazdığını ve Farsça şiirlerinin ehli katında beğenildiğini zikreder (Ahdî ve Gülşen-i Şuarâsı, s. 571). Vâlihî’nin şiirlerine bazı mecmualarda rastlanmaktadır. Bursalı Mehmed Tâhir, mürettep bir divanı olduğunu söylerse de günümüze böyle bir eser ulaşmamıştır. Akün’e göre bu yanlış bilgi Bursalı Mehmed Tâhir’in Vâlihî’yi Üsküplü Vâlihî ile karıştırmasından doğmuştur (İA, XIII, 188).

BİBLİYOGRAFYA:

Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ (haz. Filiz Kılıç), İstanbul 2010, I, 547-549; Ahdî ve Gülşen-i Şu‘arâsı (İnceleme-Metin) (haz. Süleyman Solmaz), Ankara 2005, s. 570-571; Beyânî, Tezkiretü’ş-şu‘arâ (haz. Aysun Sungurhan Eyduran), Ankara 2008, s. 226; Nev‘îzâde Atâî, Zeyl-i Şekāik, İstanbul 1268, s. 364-365, 597; Kınalızâde, Tezkire, II, 1032-1033; Fâik Reşad, Eslâf, İstanbul 1311, I, 139-142; Osmanlı Müellifleri, II, 476; Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi, İstanbul 1939, s. 227-229; H. Mustafa Eravcı, Mustafa Ālī’s Nusretnāme, with the Exception of the Section Dealing with the Rebuilding of the Fortress of Kars, Edition and Study on the History of the Persian Campaign under Lala Mustafa Paşa (doktora tezi, 1998), University of Edinburgh, II, 199-200; Niyazi Adıgüzel, Edirneli Ahmed Bâdî’nin Riyâz-ı Belde-i Edirne Adlı Eserinin Tezkire Kısmı (doktora tezi, 2008), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 368-369; Uğurtan Yapıcı, Edirneli Mevlevî ve Gülşenî Şâirler (yüksek lisans tezi, 2009), Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 118-124; Ömer Faruk Akün, “Vâlihî”, İA, XIII, 187-188; Edith G. Ambros, “Wālihī”, EI² (İng.), XI, 131-132.

İsmail E. Erünsal