VEHHÂB

(الوهّاب)

Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

Sözlükte “karşılıksız vermek, bağışlamak, daha çok vermek” anlamındaki vehb (hibe) kökünden türemiş mübalağalı bir sıfattır. Esmâ-i hüsnâdan biri olarak “karşılık beklemeden bol bol veren” demektir (İbnü’l-Esîr, s. 980). Vehb kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi beş yerde geçmekte, bunların üçünde vehhâb şeklinde zikredilmektedir (Âl-i İmrân 3/8; Sâd 38/9, 35). Fiil kalıplarında olanlardan biri insana, biri Cebrâil’e (veya onun vasıtasıyla Allah’a), diğerleri Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilmiş, yedi âyette, “Rabbim, rabbimiz lutfet, bağışla” (heb lî, heb lenâ) anlamında geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-MuǾcem, “vhb” md.). İki yerde Allah’ın dilediğine kız evlâdı, dilediğine erkek çocuk verdiği ifade edilmekte, diğerlerinde O’nun peygamberlere yönelik lutufları anlatılmaktadır. Dua ve niyaz içeren emir sîgalarından birinde dinî ilimlerde derinleşmiş âlimlerin (râsihîn), diğerlerinde peygamberlerin Cenâb-ı Hak’tan talepleri dile getirilmektedir. Vehhâb ismi Tirmizî ve İbn Mâce’nin esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almaktadır (“DaǾavât”, 82; “DuǾâǿ”, 10). Âl-i İmrân sûresinde (3/ 7-8) dinî ilimlerde derinleşmiş âlimlere nisbet edilen duanın benzeri Hz. Peygamber’in dualarında görülmekte (Müsned, VI, 302; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 99), Resûlullah’ın yaptığı çeşitli dualara başlangıç niteliğinde zikredilen tesbih metninde de vehhâb ismi tekrarlanmaktadır (Müsned, IV, 54).

Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân adlı eserinde esmâ-i hüsnâya özel bir önem atfeden Ebû Mansûr el-Mâtürîdî vehhâb ismini de yorumlamaktadır. Buna göre insanın sahip olduğu bütün iyilik ve mutluluk vesileleri sadece ilâhî lutuf ve ihsanın eseridir, kulların bunlara hak kazandığından söz edilemez. Zira üzerine gerekli olan bir işi yerine getiren kimse için vehhâb sıfatı kullanılmaz (XII, 216). Esmâ-i hüsnânın etimolojisi için müstakil bir eser kaleme alan Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî de aynı görüşe katılır (İştiķāķu esmâǿillâh, s. 126; krş. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vhb” md.). Ebû Süleyman el-Hattâbî vâhib ile vehhâb arasındaki farkı şöyle açıklar: Dünya servetinden karşılıksız veren kimse vâhib, verme işini maddî ve mânevî alanlarda çok ve sürekli tekrar eden kimse vehhâbdır. Hattâbî daha sonra yorumuna şöyle devam eder: İnsanlar başkalarına daha çok maddî değerler hibe edebilirler. Bunun yanında onlar meselâ onulmaz hastalığa yakalanan kimseye şifa, kısır bir anneye çocuk, yoldan çıkmış kimseye hidayet, belâlara gömülmüş insana kurtuluş lutfedemezler. Vehhâb olan Allah Teâlâ’nın ise bütün bunlara gücü yeter (Şeǿnü’d-duǾâǿ, s. 53). Ebû Abdullah el-Halîmî vehhâbı Allah’ın fiilî sıfatları meyanında O’nun kâinatı idare etmesiyle ilgili görmüş, insanlar arası hediyeleşmenin önemine de karşılıklı sevgiyi yaşatması bakımından vurgu yapmıştır.

Gazzâlî gerçek anlamda cömertliğin ve lutufkârlığın yalnız Allah’a mahsus olduğunu söyler; insanlarda görülen övgü ve sevgiye ihtiyaç duyma, yergiden kurtulma, şeref ve ün kazanma gibi amaçlar


vehhâb sıfatıyla bağdaşmaz. Hatta cehennem korkusu ve cennet arzusu da doruk noktasındaki bağış vasfıyla uyuşmaz. Kâmil insan Allah’a sadece O’nun rızası için kulluk eder. Kulun Cenâb-ı Hakk’ı sevmesi kölenin efendisini bir amaçla sevmesi gibi değil babanın evlâdına mahabbet beslemesi gibidir (el-Maķśadü’l-esnâ, s. 87-88). Kulun vehhâb isminden nasibi, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ın lutfettiği nimetleri O’nun kullarına sadece kendi rızasını elde etmek için vermesidir, çünkü Allah’ın kulundan razı olması diğer bütün nimetlerin fevkindedir. Esmâ-i hüsnânın insanla ilgili grubu içinde yer alan vehhâb ismi kerîm, mâni‘, muğnî, rahmân, rahîm, raûf ve rezzâk gibi isimlerle anlam yakınlığı içinde bulunur.

BİBLİYOGRAFYA:

İbnü’l-Esîr, en-Nihâye (nşr. Râid b. Sabrî İbn Ebû Alefe), Amman, ts. (Beytü’l-efkâri’d-devliyye), s. 980; Lisânü’l-ǾArab, “vhb” md.; Müsned, IV, 54; VI, 302; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 90; Mâtürîdî, Teǿvîlâtü’l-Ķurǿân (nşr. Mustafa Yavuz), İstanbul 2008, XII, 216; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiķāķu esmâǿillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 126; Hattâbî, Şeǿnü’d-duǾâǿ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/ 1984, s. 53; Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuǾabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/ 1979, I, 200; Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâǿ ve’ś-śıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 237a-238b; Kuşeyrî, et-Taĥbîr fi’t-teźkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 40; Gazzâlî, el-Maķśadü’l-esnâ (Fazluh), s. 87-90; Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aķśâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 120a-121b; Fahreddin er-Râzî, LevâmiǾu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1396/ 1976, s. 231-234.

Bekir Topaloğlu