VELİAHT

(ولاية العهد)

Bir hükümdarın kendisinden sonra tahta geçmek üzere belirlediği kişi.

Sözlükte “bir işi üstlenen kimse, sahip” anlamındaki velî ile “antlaşma, yükümlülük” anlamındaki ahd kelimelerinden meydana gelen velî-ahd (veliyyü’l-ahd) “bir yükümlülüğü üstlenen, taahhüt eden kimse” demektir. Terim olarak halife ve hükümdarların kendilerinden sonra tahta geçmek üzere belirledikleri kişileri ifade eder. Veliaht terimi “veliyyü ahdi’l-müslimîn” (müslümanların yönetim sorumluluğunu üstlenen kişi) terkibinin kısaltılmış biçimidir. Veliahtlar hükümdarın oğlu veya kardeşi olabileceği gibi hânedanın diğer mensupları arasından da seçilebilirdi. Abbâsî Halifesi Me’mûn’un Ali er-Rızâ’yı veliaht tayin etmesi örneğinde görüldüğü gibi bunun istisnalarına da rastlanmaktadır.

Hilâfet veya saltanatın veraset yoluyla belirlenmesi usulünü ilk defa, oğlu Yezîd’i kendine veliaht yapan Emevî Devleti’nin kurucusu Muâviye b. Ebû Süfyân uyguladı. Daha sonra Yezîd de aynı uygulamayı sürdürdü ve oğlu Muâviye’yi veliaht tayin etti. II. Muâviye’nin veliaht belirlemeden görevden ayrılması ile ortaya çıkan siyasî kriz, Câbiye toplantısında Emevî ailesinden Mervân b. Hakem’in halifeliğe ve aynı aileden Hâlid b. Yezîd b. Muâviye ile Amr b. Saîd el-Eşdak’ın veliahtlığa getirilmesiyle çözüldü. Daha sonra bu veliahtları azleden Mervân b. Hakem, oğulları Abdülmelik ile Abdülazîz’i sırayla kendisine veliaht tayin etti. Mervân’ın ardından gelen Ömer b. Abdülazîz dışındaki Emevî halifelerinin tamamı bu uygulamayı devam ettirdi ve oğulları yanında bazan da kardeşlerini veliahtlığa getirdi. Bir isyan sonucu iktidarı ele geçiren III. Yezîd ve II. Mervân dışındaki Emevî halifelerinin hepsi bir önceki halife tarafından veliaht tayiniyle bu makama oturdu.

Abbâsîler’de de bir iki istisna dışında bu uygulamanın sürdürülmesi İslâm dünyasında verasete dayalı hilâfetin iyice yerleşmesiyle neticelendi. Me’mûn, bu uygulamaya karşı çıkıp Ali evlâdından İmam Ali er-Rızâ’yı kendisine veliaht tayin ettiyse de Ali er-Rızâ halifeden önce vefat etti. Daha sonra Me’mûn’un veliaht tayin ettiği kardeşi Mu‘tasım-Billâh halifelik makamına geçti. Halife Vâsiķ-Billâh oğlunu


veliaht olarak belirlemeden vefat edince devlet adamları kardeşi Mütevekkil-Alellah’a biat edip hilâfetin Abbâsî ailesinde kalmasını sağladı. Abbâsî halifeleri, siyasî ve askerî otoritelerini kaybettikleri Sâmerrâ dönemiyle Büveyhî ve Selçuklular’ın nüfuzu altına girdikleri dönemlerde de veliaht tayin etme geleneğini sürdürdüler. Bu iki gücün istekleri doğrultusunda halifeleri azledip yerine bir başkasını getirdikleri zamanlarda bile -siyasî düşüncelerle de olsa- halifelik için Abbâsî ailesi dışında herhangi birini tayin etme yoluna gitmediler. Bağdat Abbâsî hilâfetinin yıkılışına kadar halifelik veliaht tayini usulüyle Abbâsî ailesinde devam etti. Aynı şekilde Endülüs Emevî Devleti, Fâtımî ve Mısır Abbâsî halifeliklerinde de halifeler bu usulle iş başına geldi.

Başta Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular olmak üzere müslüman Türk devletlerinde de aynı usul benimsendi. Ancak Türkler arasındaki İslâm öncesi hâkimiyet anlayışı sebebiyle veliaht tayinleri taht kavgalarını engelleyemedi. Memlükler’de bir sultanın tahtı ele geçirebilmesi, aralarında soy bakımından bir üstünlük bulunmayan diğer Memlük emîrlerine karşı kazanacağı siyasî ve askerî başarılarına bağlıydı. Memlük sultanları kendilerinden sonra oğullarını veliaht tayin etme yoluna gittilerse de bu çoğu zaman ya kabul görmedi yahut veliaht başa geçmesinden bir müddet sonra güçlü emîrler tarafından görevden uzaklaştırıldı. Memlükler’in çağdaşı olan Delhi Türk sultanları da veliaht belirleme usulünü uyguladı, ancak bu uygulama pratiğe pek yansımadı. Kırım Hanlığı’nda da veliahtlık müessesesi mevcuttu ve veliahtlar “kalgay” unvanıyla anılırdı (DİA, XXIV, 259). Diğer taraftan Osmanlılar’da veliaht tayini usulü bulunmamakla birlikte saltanat babadan oğula geçerdi. Padişahın vefatından sonra toplanan devlet adamları ve askerler sevilen bir şehzadeyi merkeze çağırırlardı. 1617’de I. Ahmed’in ölümü üzerine yeni bir uygulama ile yerine oğlu değil kardeşi I. Mustafa getirildi. Giderek hânedanın en yaşlı erkek üyesi tahta geçti; bu uygulama “ekberiyet” usulünü ortaya çıkardı ve veliahtlık Osmanlı saray teşkilâtı içinde yerini aldı. Günümüzde de Suudi Arabistan, Ürdün, Katar ve Bahreyn gibi müslüman devletlerinde veliaht tayiniyle iş başına gelme uygulaması devam etmektedir.

Muâviye’nin, oğlu Yezîd’i veliaht tayin etmesi İslâm dünyasında hilâfetin saltanata dönüşmesi olarak görülmüş ve o günden bu yana tartışmaları beraberinde getirmiştir. Şiîler imamın (halifenin) nasla tayinini kabul ederken Hâricîler halifenin seçimle belirlenmesi görüşündedir. Sünnî anlayışta ise Muâviye’nin oğlu Yezîd’i veliaht tayin etmesi hakkında farklı görüşlere sahip iki grup vardır. Bu uygulamaya karşı çıkan birinci gruba göre Hz. Ömer’i veliaht belirleyen Hz. Ebû Bekir oğlunu veya ailesinden birini bu işle görevlendirmemiş, ardından Ömer de buna izin vermemiştir. Hz. Ali kendisinden sonra oğullarını veliaht tayin etmesini isteyenlere, “Bunu size ne emrederim ne de yasaklarım” demiştir. Muâviye’nin, oğlu Yezîd’i veliahtlığa getirme konusunda ısrar etmesi ve Yezîd’in bir halifeye yakışmayacak hayat tarzı bu grubun yönelttiği eleştiriler arasındadır. İkinci gruba göre halife, kendisinden sonra ümmetin ihtilâfa düşmemesi ve birliğinin bozulmaması için böyle bir tasarrufta bulunabilir. Nitekim Hz. Ebû Bekir, Ömer’i halef bırakmış, Ömer de halifenin belirlenmesini altı kişilik şûrâya havale etmiştir. Ayrıca İslâm toplumunda dinî hassasiyetin giderek zayıflayıp yerini kabile asabiyetine ve iktidar hevesine bırakması yüzünden Muâviye’nin lâyık olanı daha lâyık olana tercih edip oğlunda ısrar ettiğini, başka birini belirlemesi halinde toplum tarafından bunun kabul görmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Nitekim Muâviye b. Yezîd ile Ömer b. Abdülazîz’in veliaht tayini konusundaki farklı tutumları olumlu sonuç vermemiştir. Bunun yanında halifenin oğlunu veliaht tayin edemeyeceğine dair bir nas bulunmamaktadır. Hulefâ-yi Râşidîn’in uygulamasından hareketle halef tayin etme usulünü kabul eden İslâm hukukçularının birçoğu verasete dayalı veliahtlık uygulamasını bu statüde görmüştür. Araştırmacılar, bu uygulamayı başlatan Muâviye’nin Arap siyasî kültüründe mevcut olan biat geleneğinden ve Bizans ile Sâsânî devletlerinde uygulanan veraset usulünden etkilendiği görüşündedir.

Öte yandan veliaht tayini usulünde zaman içerisinde birtakım uygulama farklılıkları göze çarpmaktadır. Başlangıçta veliahtın belirlenmesi sırasında Mervân b. Hakem’den itibaren iki veya Hârûnürreşîd örneğinde olduğu gibi üç veliaht birden tayin edilmiştir. Kendi çocukları henüz bulûğ çağına ermediğinden kardeşini veya aileden bir başkasını birinci sırada, kendi oğlunu ikinci sırada gösterenler bulunduğu gibi bulûğ çağına ermemiş oğullarını doğrudan veliaht tayin edenler de vardır. Nitekim II. Yezîd kardeşi Hişâm’ı birinci sırada, oğlu Velîd’i ikinci sırada veliaht tayin ederken Hârûnürreşîd oğlu Emîn’i beş yaşında veliaht tayin etmiştir. Emevîler devrinde veliahtlığa getirilecek kişinin annesinin “ümmü veled” olmamasına dikkat edilirken bu anlayış sonraki dönemlerde terkedilmiştir. Mervân b. Hakem’den itibaren halifelerin mevcut veliahtları azledip kendi oğulları için biat alma girişimlerine sıkça rastlanmaktadır. Özellikle Emevîler’de görülen bu uygulama hânedan ailesinde devleti yıpratan iç çekişmelere yol açmıştır.

Veliaht tayinleri bir ahidnâme ile kayıt altına alınır ve hazırlanan ahidnâme bazan veliahda teslim edilir, bazan da bir kasada, mescid veya Kâbe gibi emniyetli bir mekânda saklanırdı (Taberî, VII, 470; VIII, 278). Bu ahidnâme metinlerinde genellikle halife ile veliahdın isim ve lakapları, veliahdın halifeliği kabul ettiğini bildiren ibare ve şahitlerin isimleri yer almaktadır. Halife tayininde olduğu gibi veliaht tayininde de biat merasimi düzenlenirdi. Halifenin huzurunda gerçekleşen bu merasimde devletin ileri gelenlerinden, vilâyet temsilcileri ve halk kesiminden törene katılan bazı kimselerden sözlü olarak veliahda biat alma usulü Kalkaşendî’deki anlatıma göre (Śubĥu’l-aǾşâ, IX, 280) muhtemelen Abdülmelik b. Mervân döneminden itibaren başlamıştır. Törenin ardından bu tayin valiliklere bildirilerek biat alınması emredilirdi. Biat merasiminde ayrıca veliahda halifeliği sırasında kullanacağı bir lakap verilirdi. Ne zaman ortaya çıktığı bilinmeyen bu âdetin Halife Mehdî-Billâh’ın bu lakabını daha veliaht iken kullanmasından hareketle onunla birlikte başladığı söylenebilir. Abbâsîler devrinde tayinle beraber veliahda “livâü’l-ahd” denilen siyah bir sancak verilir (Taberî, IX, 176), veliaht henüz bulûğ çağına ermemişse kendisine bir vasî tayin edilirdi. Çoğu zaman tecrübe kazanmaları için büyük eyaletlerde valilikle görevlendirilen veliahtların isimleri hutbelerde halifeden sonra zikredilir, paralar üzerine de yazılırdı.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Kuteybe, el-MaǾârif (Sâvî), s. 155; a.mlf., el-İmâme ve’s-siyâse (nşr. Ali Şîrî), Beyrut 1410/1990, I, 188-189; Ya‘kūbî, Târîħ (nşr. Halîl el-Mansûr), Beyrut 1419/1999, II, tür.yer.; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), tür.yer.; İbn Abdürabbih, el-Ǿİķdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî - Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1983, V, 117-121; Mâverdî, el-Ahkâmü’s-sultâniyye: İslâmda Hilâfet ve Devlet Hukuku (trc. Ali Şafak), İstanbul 1996, s. 6-18; İbnü’l-Cevzî, el-Muntažam, V, 121; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, tür.yer.; İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1982, I, 580-594; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, IX, 275, 280, 348-397; Süyûtî, Târîħu’l-ħulefâǿ (nşr. Kāsım eş-Şemmâî


- Muhammed el-Osmânî), Beyrut 1986, s. 350, 355; Uzunçarşılı, Medhal, s. 29, 62, 118, 139, 180, 195, 296, 301-302, 447; Anwar G. Chejne, Succession to the Rule in Islam, Lahor 1979; Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, II, 132-133, 289-292, 495-504; III, 67-71; IV, 169-177; Philip K. Hitti, İslâm Tarihi (trc. Salih Tuğ), İstanbul 1989, I, 311, 488-489; İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, İstanbul 1991, s. 236-237, 244-245, 258-259, 263-264; Vecdi Akyüz, Hilâfetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991, s. 151-194; Hüseyin Atvân, Nižâmü velâyeti’l-Ǿahd ve verâŝeti’l-ħilâfe fi’l-Ǿaśri’l-Ümevî, Beyrut 1411/1991; İsmail Yiğit, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlûkler, İstanbul 1991, s. 134, 159-161, 393-394; a.mlf., “Emevîler”, DİA, XI, 90; Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, Ankara 1992, III, 128-130; M. Ziyâeddin Reyyis, İslâm’da Siyasî Düşünce Tarihi (trc. İbrahim Sarmış), İstanbul 1995, s. 176-186, 189-191, 204-230; Mehmet Ali Kapar, İslâm’ın İlk Döneminde Bey’at ve Seçim Sistemi, İstanbul 1998, s. 62-103, 105-110; a.mlf., Halifeliğin Emevilere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul 1998, s. 47-90; C. Zeydan, İslâm Uygarlıkları Tarihi (trc. Necdet Gök), İstanbul 2004, s. 173-174; Ali Aktan, “Memlûklülerde Saltanat Değişikliği Usulü”, EAÜİFD, sy. 9 (1990), s. 270-277; Hüseyin Tekin Gökmenoğlu, “İslâm Kamu Hukuku ve Siyasi Düşüncesinde Veliahd Tayini ve İstihlaf (Kaynak ve Tarihi Süreç Eleştirisi)”, SÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 7, Konya 1997, s. 245-262; A. Ayalon, “Walī al-ǾAhd”, EI² (İng.), XI, 125-126; Mustafa Fayda, “Ahidnâme”, DİA, I, 535-536; Cengiz Kallek, “Biat”, a.e., VI, 120-124; M. Akif Aydın, “İstihlâf”, a.e., XXIII, 337-339.

Saim Yılmaz