YAĞMÂ-i CENDAKĪ

(يغماء جندقى)

Mîrzâ Ebü’l-Hasen Rahîm b. Hacı İbrâhîm Kulî Yağmâ-i Cendakī (1782-1859)

Hicivleriyle tanınan İranlı şair.

Deştikevîr’in merkezinde Yezd ile Simnân arasında yer alan Cendak’a bağlı Beyâbânek’in Hûr köyünde doğdu. Küçük yaşlarda deve çobanlığı yaptı. Köy çocuklarıyla birlikte deve otlatırken maiyetiyle oradan geçen bölge hâkimi Emîr İsmâil Han Arab-ı Âmirî’nin sorduğu sorulara verdiği cevaplarla dikkatini çekince Emîr İsmâil Han babası Hacı İbrâhim’in izniyle onu himayesine aldı. Bir süre eğitim gördükten sonra emîrin özel ulaklığını yapmaya başladı. Bu sırada Rahîm’in yazı konusundaki yeteneğini de farkeden İsmâil Han onu kendi özel kâtibi olarak görevlendirdi. Rahîm yerine Ebü’l-Hasan adını alan Cendakī, kâtiplik görevini sürdürürken “Mecnûn” mahlasıyla ilk şiir denemelerini ortaya koydu. Bölgede gücünü arttıran İsmâil Han, merkezî otoriteye karşı çıkınca 1216’da (1802) Kaçar hükümeti tarafından üzerine gönderilen ordu karşısında yenilgiye uğrayıp Horasan’a kaçtı. Cendak’ta kalan Ebü’l-Hasan, Simnân ve Damgan Valisi Serdâr Zülfikar Han tarafından bu şehre yönetici tayin edilen Câfer Sultan’ın Afganlılar’la savaşmak için hazırladığı ordusuna asker olarak katıldı. Sefer sırasında okuduğu şiirlerle kumandanın dikkatini çekti ve Serdâr Zülfikar Han’ın huzuruna çıkarıldı. Kaba tavırları ve şiire ilgisizliğiyle bilinen Serdâr, önce onun askerlikte kalmasını istediyse de kumandanın ricası üzerine kendi özel kâtipliğiyle görevlendirmeyi kabul etti.

Bu görevini altı yıl sürdüren Ebü’l-Hasan bir komplo sonucu Serdâr Zülfikar Han’ın hışmına uğrayıp tutuklandı, mallarına el konuldu. Hapiste Serdâr’ın adamlarınca şiddete mâruz kaldı ve Tahran’a kaçıp Şah Abdülazîm Türbesi’ne sığındı. Burada kendi durumunu anlatan bir gazel yazarak mahlasını da “Yağmâ” şeklinde değiştirdi. Bir süre devlet adamlarından uzak durup seyahate çıktı, bu arada Bağdat ve Kerbelâ’ya gitti. Seyahatlerinin sonunda döndüğü Cendak’ta ilk evliliğini yaptı. Şehirde altı ay oturduktan sonra Kaçarlar’ın merkezi Tahran’a gitti. Bu sırada yeni bir görevle Tahran’a gelen Serdâr Zülfikar Han ile bazı dostları vasıtasıyla barıştı. Ardından bir süre Kum şehrinde ikamet etti. Dönemin kültür ve siyaset adamlarından Mirza Muhammed Ali Mâzenderânî ve Mirza Mehdî Melikü’l-Küttâb ile birlikte Encümen-i Müfâkehe adıyla bir mizah cemiyeti kurdu. Kurucularının farklı şehirlere gitmesi sonucu cemiyet dağıldı. Meşhed’e geçen Yağmâ burada kısa bir süre kaldıktan sonra Kâşân’a yerleşti. Kâşân’da ikinci defa evlendi; Tahran’a yaptığı bir seyahatte dönemin güçlü veziri Hacı Mirza Akāsî ile tanışıp onun saygısını ve dostluğunu kazandı. Bu sayede Kaçar Muhammed Şah’ın sarayında saygın bir konuma yükseldi. Akāsî’nin ricasını geri çevirmeyip Kâşân’a vezir olarak gitti. Şehirdeki bazı ileri gelen kişilerin ahlâkî zaaflarına dair kaleme aldığı Ħulâśatü’l-iftiżâĥ adlı hiciv manzumesinde eleştirdiği kimselerin onun şarap içtiğine dair bir şâyia çıkarmaları üzerine mahkeme tarafından kırbaçla cezalandırılmasına karar verildi. Yağmâ’nın bu cezayı hak etmediğine inanan bazı din adamları araya girip onu cezadan kurtardı. 1254’te (1838) Muhammed Şah’ın Afganistan’a düzenlediği seferde onun maiyetinde bulunan Vezir Akāsî’nin davetiyle bu sefere katıldı ve Herat’a gidip bir süre orada ikamet etti. Hayatının sonunda Simnân’a yerleşmeyi düşündüyse de büyük oğlu Mirza İsmâil Hüner’in ısrarı üzerine doğum yeri olan Hûr’a döndü ve 16 Rebîülâhir 1276 (12 Kasım 1859) tarihinde burada vefat etti. Mezarı İmamzâde Seyyid Dâvûd Türbesi yanındadır. Yağmâ günlük dilin imkânlarını şiire taşıması, toplumsal sorunları yalın biçimde dile getirmesi, hiciv ve mersiyede biçimsel yenilikler gerçekleştirmesi sebebiyle geriye dönüşçü şairlerden ayrılmış ve bu yönüyle İran Meşrutiyeti dönemi şairlerinin ilgisini çekmiştir. Kapsamlı bir tahsil hayatı olmayan ve Arapça bilmediğini mektuplarında ifade eden Yağmâ, yazı ve mektuplarında halk diline girmemiş Arapça kelime ve terkipleri kullanmaktan özellikle kaçınarak sade Farsça’dan yana bir tavır takınmıştır.

Eserleri. Yağmâ’nın şiirlerini ve münşeatını yakın dostlarından Hacı Muhammed İsmâil bir araya getirmiş, daha sonra onun oğlu Mirza Abdülbâkī tarafından Külliyyât-ı Yaġmâ adıyla iki cilt halinde basılmıştır (Tahran 1282/1866). Yağmâ bir mektubunda Hacı Muhammed İsmâil’in başkalarına ait bazı şiirleri de kendi şiirleri arasına kattığından ve bu konuda yaptığı uyarıları dikkate almadığından yakınır. Bu derlemede “Gazeliyyât-ı Cedîd” adlı bölümdeki gazellerin “Sultan” mahlasını kullanan Şehzade Seyfüddevle’ye, birkaç kıtanın Molla Muhammed Hasan Behrâm-ı Simnânî’ye, bazı manzume ve mektupların da şairin oğlu Mirza İsmâil Hüner’e ait olduğu tesbit edilmiştir. Nesir ve şiirleri Münşeǿât ve Ġazeliyyât-ı Ebü’l-Ĥasan Cendaķī adıyla da basılmıştır (Bombay 1302). Daha sonra Seyyid Ali Âl-i Dâvûd Yağmâ’nın bütün eserlerini, şaire nisbet edilen kısımları ayıklayıp yukarıda değinilen derlemeye girmeyen şiirleri de eklemek suretiyle iki cilt halinde yeniden neşretmiştir (Tahran 1357 hş./1978). Yağmâ’nın bu yeni külliyatında klasik tarzda lirik gazeller, mizah şiirleri ve hicviyeler, karamsar şiirler, mersiyeler, ayrıca şairin oğullarına, arkadaşlarına, şehzadelere ve ilim adamlarına yazdığı mektuplar yer almaktadır. Külliyatın I. cildi divanını, II. cildi de nesirlerini içermektedir. Yağmâ, birkaç örnek yazdıktan sonra terkettiği kaside tarzı dışında bütün klasik şiir kalıplarında ürün vermiştir. Gazel, müstezad, mesnevi, kıta ve rubâî onun en çok kullandığı nazım biçimleridir. Şiirleri konu bakımından lirik şiirler (gazeller), mizahî şiirler ve hicviyeler, mersiyeler olarak üç ana bölümde değerlendirilebilir. Klasik tarzdaki gazelleri onun güçlü şiir yeteneğinin kanıtı sayılabilecek niteliktedir. Ancak şiirdeki şöhretini mizahî şiirlerine ve hicviyelerine borçludur. Kâşân’da yazdığı Ħulâśatü’l-iftiżâĥ adlı mesnevi burada yaşanmış bir olaya dayanır. Śukûkü’d-delîl mesnevisi methiye görünümlü bir hicviyedir. Şairin Serdâr Zülfikar Han’ı eğlendirmek amacıyla kaleme aldığı mizahî gazeller Serdâriyye başlığı altında bir araya getirilmiştir. Bir bütünlük taşımayan bu gazeller sövgülerle başlayıp Serdâr’ın övgüsüyle sona erer. Cendakī’nin şiirlerinin bir kısmı Ġazeliyyât ve Serdâriyye adıyla da


yayımlanmıştır (Tahran 1337 hş.). “Ķaśśâbiyye” ve “Aĥmedâ” başlıklı bölümler de “Serdâriyye” gibi mizah ve hiciv gazellerinden meydana gelir. Yağmâ’nın mizahî şiirleri ve hicviyeleri en az gazelleri kadar başarılı olup şiirde taklit ve tekrarın had safhaya ulaştığı “geriye dönüş dönemi”nde (sebk-i bâzgeşt) yenilik ve özgünlük unsurları içermesi bakımından dikkate değerdir. Bazıları muharrem merasimlerinde “ravza” olarak okunmak üzere yazılan mersiyeleri ise Fars şiirinde nisbeten yeni sayılabilecek bir biçim olan müstezad tarzında kaleme alınmıştır. Mersiyelerinde daha önce kullanılmayan bir kalıba yer vermesi onun yeni bir mersiye türü geliştirdiği şeklinde yorumlanmıştır.

BİBLİYOGRAFYA:

MecmûǾa-i Âŝâr-i Yaġmâ-yi Cendaķī (nşr. Seyyid Ali Âl-i Dâvûd), Tahran 1367 hş., neşredenin girişi, I, 5-9, 23-72; II, 4-9; Rızâ Kulı Han Hidâyet, MecmaǾu’l-fuśaĥâǿ (nşr. Müzâhir Musaffâ), Tahran 1382 hş., III/1, s. 1784-1788; Browne, LHP, IV, 337-344; Yahyâ Âryanpûr, Ez Śabâ tâ Nîmâ, Tahran 1350 hş., I, 109-117; Mahmûd Hidâyet, Gülzâr-ı Câvidân, Tahran 1353 hş., III, 1767-1771; Ahmed Dîvân Bîgî Şîrâzî, Ĥadîķatü’ş-şuǾarâǿ (nşr. Abdülhüseyin Nevâî), Tahran 1366 hş., III, 2121-2127; Şems Lengerûdî, Mekteb-i Bâzgeşt, Tahran 1372 hş., s. 292-302; Ali Asgar Şemîm, Îrân der Devre-i Salŧanat-i Ķācâr, Tahran 1374 hş., s. 408-409; Kayser Emînpûr, Sünnet ve Novǿâverî der ŞiǾr-i MuǾâśır, Tahran 1383 hş., s. 286, 298, 315; Han Melik Sâsânî, “Mîrzâ Ebü’l-Ĥasan Yaġmâ-yi Cendaķī”, Yaġmâ, XIX/1, Tahran 1345 hş., s. 24-27; C. İsmâilzâde, “Vîjegîhâ-yi Hünerverî der ŞiǾr-i Yaġmâ-yi Cendaķī” (trc. Hüseyin Muhammedzâde Sadîk), a.e., XXVIII/4 (1354 hş.), s. 239-247; V. Minorsky, “Yaghmā Ғјandaķī”, EI² (İng.), XI, 238.

Hicabi Kırlangıç