YAŞMAK

Türkçe’de “örtmek, gizlemek, kapatmak” anlamındaki yaşurmaktan gelen yaşmak kadınların örtünmede kullandıkları, başla birlikte yüzü ve ağzı örten, iki parçadan oluşan kumaş parçasını ifade eder. Kadınların namaz kılarken başlarına örttükleri büyük yazmanın adı da yaşmaktır. Ayrıca ocak üstündeki sergen ve yanındaki gözlere, bacalarda davlumbaza ve arı kovanlarının önündeki çıkıntıya yaşmak denir. Bunun yanında yaşmak, mihrap ve büyük cami kapılarının üst kısımlarına yapılan huniye benzer süslü kısımlar için kullanılan bir sanat tarihi terimidir. Kelime Osmanlı hâkimiyetindeki Arap coğrafyasına “yaşmâğ/yâşmâğ” olarak geçmiştir. Bunun “şemâğ/şimâğ” şekli Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Irak, Suriye ve Ürdün’de erkeklerin genelde agelle tutturdukları baş örtüsü (kûfiye, şâl, gutra) ve özellikle kırmızı çizgilisi için kullanılmaktadır.

Yaşmağın Arapça’da “lisâm, bürku‘, kınâ‘, nikāb” gibi karşılıkları vardır. Bilhassa Kuzey Afrika’da ve Sahrâ’da yaygın olan lisâm bedevîlerin solunum organlarını sıcağa, soğuğa, toza ve böceklere karşı korumak, ayrıca gizlenmek amacıyla gözleri açık kalacak biçimde yüzlerini örttükleri kumaş parçasıdır; “kadınların yüzlerine örttükleri tül” anlamına da gelir. Bu örtü burun kanatlarına kadar indirilirse lifâm


adını alır. Lisâm ve lifâmın eş anlamlı olduğu ve göz dışında yüzü örtmek için kullanıldığı da belirtilir (Lisânü’l-ǾArab, “lsm” md.). Çöldeki aşırı sıcaklar ve kum fırtınalarına karşı korunma ihtiyacı erkekler için bu kıyafet tarzını ortaya çıkarmıştır. Lisâm solunum yollarının zarar görmesini önlediği gibi kişinin tanınmasına da imkân vermediği için kan davaları başta olmak üzere bedevî kabileler arasında çıkması muhtemel çatışmaları da önlerdi.

Araplar’da İslâm öncesinde de görülen lisâm İslâmiyet’ten sonra bilhassa Afrika’da yayılmıştır. Lisâm takma Müslümanlık’tan önce Sanhâce kabilesi ve diğer bazı Berberî kabilelerin şiârı olmuş, Endülüs’ün fethinden sonra da İspanya’ya geçmiştir (Kalkaşendî, V, 183). Sanhâce’nin kollarından Lemtûne kabilesinin eli silâh tutan erkeklerinin hepsi sefere çıkınca toprakları hücuma uğramış, kabilenin kadınları, erkek kılığında yüzlerini lisâm ile örterek düşman askerlerinin topraklarına zarar vermeden çekilmelerini sağlamıştı (İbnü’l-Esîr, IX, 472). Kuzey Afrika ve Endülüs’te hüküm süren Murâbıtlar, devleti kuran Lemtûne kabilesi mensupları yüzlerini peçeyle örttükleri için el-Mütelessimûn (el-Mülessimûn) diye de anılır. Günümüzde Büyük Sahrâ’da yaşayan Sanhâce kabilesinin küçük kollarından Tevârikler (Tuareg) arasında bu âdet hâlâ varlığını korumaktadır.

Türk dilinde baş örtüsünün değişik adlarından biri olan yaşmak sözlü ve yazılı kültürde yer alır. Başta Dede Korkut olmak üzere destanlarda ve halk hikâyelerinde sıkça geçmesi Türkler arasında İslâm öncesinden beri varlığını göstermektedir. Dîvânü lugāti’t-Türk’te bulunan “kadın yaşmağı” anlamındaki “saraguç” kelimesi (I, 487) yaşmağı Türkler’in İslâmiyet’i kabul ettikten sonra da kullandıklarını ortaya koymaktadır. Tarih boyunca çeşitli şekillerde kullanılan yaşmağın altına hotoz, takke ve üsküf gibi başlıklar konulurdu. Yaşmak özellikle XIII. yüzyıldan itibaren yazılı kültürde yaygın bir şekilde yer almaya başlamıştır. Selçuklu nakkaşı Abdülmü’min el-Hûyî’nin resimlediği bir Varaka ve Gülşâh nüshası ile (TSMK, Hazine, nr. 841) diğer bazı buluntularda başlıkla birlikte kullanılan yaşmağın uçları boynu sarar ya da omuzları örter ve yandan bağlanır; bazan da arkadan etek ucuna kadar iner. Bu dönemde bazan ince tül peçeyle beraber kullanılan yaşmakların sarı renkli veya kırmızı üzerinde altın yaldızlı benekleri olan çeşitlerine de rastlanmaktadır.

Yaşmak Türkler’in Anadolu’ya yerleşmesinden sonra da devam etmiş ve müslüman kadınların sokakta giydikleri, XV. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan feracenin en önemli tamamlayıcısı haline gelmiştir. Padişah tarafından damatlığa seçilen kişinin gelin sultan için gönderdiği ağırlıklar arasında yaşmakla tamamlanan ferace mutlaka bulunurdu. Osmanlı döneminde, Mekke emîrinin merkezde hazırlanan tayin beratı gönderilmeden önce yeşil atlas bir keseye konulup üzerine altın kozak takıldıktan sonra yaşmakla örtülmesi yaşmağın farklı bir kullanımını göstermektedir. Batılı seyyahların, büyükelçilerin ve tarihçilerin yazdıkları eserlerde yer alan tasvirlerde, albümlerde ve yazmalardaki minyatürlerde Osmanlı kadın kıyafetlerinin ana unsurlarından birinin yaşmak olduğu görülür.

XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yaşmak baş örtüsü yanında süs amacıyla da kullanılmaya başlamıştır. Özellikle başa giyilen hotozun üzerinde türlü şekillerde gittikçe incelen, şeffaflaşan ve gevşek bağlanan, zenginler ve saraylılar tarafından kolalanan çeşitli renklerdeki yaşmaklar şehir hayatının vazgeçilmez unsurlarından biri haline gelmiştir. Lâle Devri’nde (1718-1730) Kâğıthane, Göksu gibi mesirelerde rastlanan ve dışa dönük bir hayat yaşamaya başlayan saray kadınları ile zengin hanımları yaşmaklarını başlarına almayı âdet edinmişlerdi. Gittikçe küçülen yaşmak baş örtüsünden çok bir süs ve moda aracı olmuş, baş örtüsü yerine kadının yüz güzelliğine gizem veren bir aksesuar niteliği kazanmıştır.

Çeşitli ince kumaşlardan yapılan yaşmak kapalı ve açık olmak üzere iki şekilde bağlanırdı. Kapalı bağlamada yaşmağın her iki parçası ikiye katlandıktan sonra alt parça burun üstünden geçirilerek ensede bağlanır, üst parça da kaşların üzerinden başa ve alına sarılırdı. Açık bağlamada ise üst yaşmak alın üzerinden bağlanır ve yüz açıkta kalırdı. Yaşmak, uçları omuzlardan aşağıya feracenin üstünden sarkıtılarak kullanıldığı gibi bu kısımlar feracenin yakasından içeriye de alınırdı. Genç kızlar daha çok ince dokulu şeffaf yaşmakları tercih eder ve bunları çiçek desenli hotozlarının üzerine örterlerdi. Orta ve ileri yaşlı kadınlarda ise yaşmak kalın olur ve yüzü açıkta bırakıp sade biçimde bağlanırdı. Yaşmak kullanan kadınların gözleri ve burunları, kısmen de kaşları ve ağızları görünürdü. Orta oyununda zenne rolünü oynayanların yaşmak tutunduklarını belirten Ahmed Râsim saraylı yaşmağı denilen kolalı yaşmak için şunları söyler: “Saraylı yaşmağı âdeta şeffaf, hafif tülden yapılmış bir fanusu andırırdı. Her kadın yaşmak tutunmasını beceremez, kadının zevk sahibi olması gerekirdi. Yaşmak tutunmak zarafeti Said Halim Paşa’nın zevcesi Emine ve Şair Nigâr Hanım ile sona erdi” (Muharrir Bu Ya, s. 84). 1726’da çıkarılan bir hükümle yaşmaklarda üç değirmiden fazla yemeni kullanılması emredilmiştir (Ahmed Refik, s. 86-88). 1870 tarihli bir emirnâme ile de ferace ve ince yaşmak yasaklanmış, 1889’da ince yaşmakla bütünleşen, şemsiye ve eldivenle şıklığı tamamlanan feracenin yerine çarşaf giyme mecburiyeti getirilmiş, daha sonra da yaşmağın kapalı mekânlarda baş örtüsü olarak kullanımı sürmüştür. Tülbent ya da yazmalarının alt yarısını yaşmak gibi bağlayarak gözler dışında bütün yüzü gizleme âdetine Anadolu köylerinde bugün de rastlanabilmektedir (fıkhî yönü için bk. TESETTÜR).

BİBLİYOGRAFYA:

Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, I, 487; R. Dozy, Dictionnaire détaillé des noms des vêtements chez les arabes, Amsterdam 1845, s. 399-400; Kāmûs-ı Türkî, s. 1237, 1530; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, IV, 338-339; XVII, 113; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil (trc. Abdülkerim Özaydın), İstanbul 1987, IX, 227-229, 472; XI, 401, 410; İbn Hallikân, Vefeyât, VII, 128-130; İbn Battûta, er-Riĥle (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Rabat 1417/1997, IV, 269; İbn Haldûn, el-Ǿİber, VI, 241; Kalkaşendî, Śubĥu’l-aǾşâ, V, 183; Ahmed Râsim, Muharrir Bu Ya, İstanbul 1926, s. 81-85; Ahmed Refik [Altınay], Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı: 1100-1200 (İstanbul 1930), İstanbul 1988, s. 86-88; Özden Süslü, Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Ankara 1989, s. 41-42, 59, 99, 127, 151, 157; Nureddin Sevin, Onüç Asırlık Türk Kıyâfet Târihine Bir Bakış, Ankara 1990,


s. 95-96, 98, 101-102; A. Pignol, el-Libâs ve’z-zîne fi’l-Ǿâlemi’l-ǾArabî (trc. Nebîl Süleyman), Beyrut 1412/1992, s. 21-22; Melek Sevüktekin Apak v.dğr., Osmanlı Dönemi Kadın Giyimleri, Ankara 1997, s. 62, 72, 100-101, 105; Receb Abdülcevâd İbrâhim, el-MuǾcemü’l-ǾArabî li-esmâǿi’l-melâbis, Kahire 1423/2002, s. 56-57, 340, 408, 451, 500-501, 538; Muhammed Makar, el-Libâsü’l-Maġribî min bidâyeti’d-devleti’l-Merîniyye ile’l-Ǿaśri’s-SaǾdî, Rabat 1427/2006, s. 121-123; W. Björkman, “Lithām”, EI² (İng.), V, 769-770.

Mustafa Sabri Küçükaşcı