ZEBÛR

(زبور)

Kur’an’da Hz. Dâvûd’a indirilen kutsal kitaba verilen ad.

Müslüman âlimlere göre zebûr kelimesinin kökeni “yazmak” anlamındaki zebr masdarıdır (Lisânü’l-ǾArab, “zbr” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “zbr” md.; Taberî, VII, 687; Fahreddin er-Râzî, XI, 109). Zebr “akıl, düşünce; yazı, taşa nakşetme” gibi mânalara gelmekte; zibr (çoğulu zübûr) ve zebûr ise (çoğulu zübur) “yazılı metin, kitap” anlamı taşımaktadır (Lisânü’l-ǾArab, “zbr” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “zbr” md.). Zebûr ismi herhangi bir kitabı, genellikle de hikmetli sözlere


hasredilmiş, şer‘î hüküm içermeyen kitapları ve bilhassa Dâvûd peygambere indirilen kutsal kitabı ifade etmek için kullanılmıştır (Tâcü’l-Ǿarûs, “zbr” md.; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “zbr” md.). Bir başka görüşe göre yazısı ağır olan kitaplarla kutsal kitaplar içinde anlaşılması güç olanlar zebûr diye adlandırılmıştır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “zbr” md.). Arthur Jeffrey, zebûr kelimesinin Arapça zebr ile bağlantılı olmakla birlikte, Mezmûrlar (Psalter) için kullanılan yahudi veya hıristiyan kaynaklı bir kelimenin bozulmuş hali olması gerektiğini ileri sürmüştür (The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, s. 148-149). Jeffrey ayrıca bazı şarkiyatçılar tarafından öne sürülen, kelimenin İbrânîce zimra (melodi, şarkı, övgü), Süryânî ve Etiyopya dillerinde mazmo(u)r (şarkı, ilâhi; İbrânîce/Ârâmîce mizmor) veya fazla kabul görmese de İbrânîce sefer (kitap) kelimelerinin bozulmuş şekli olduğu tezlerine karşı, gerek “zebere” fiilinin gerekse zebûr kelimesinin İslâm öncesi dönemde eski Arap şiirinde “yazı” mânasında yaygın kullanıma sahip olmasının, bu kelimenin mazmor (mizmor) -ve dolayısıyla zimra- kelimesine dayandığı görüşünü zayıf bir ihtimal haline getirdiğini belirtmiştir (a.g.e., a.y.). Arapça’da zebûrdan başka mizmâr/mezmûr (çoğulu mezâmîr) kelimesi bulunmakta, bu da “üflemeli çalgı, kaval” mânasına gelmektedir. Bir hadisinde Resûl-i Ekrem’in Hz. Dâvûd’un Zebûr’u güzel sesiyle ve nağmeyle okuyuşunu kaval sesine benzeterek, güzel sesli olan Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye, “Sana Dâvûd’un kavallarından biri verilmiş” dediği nakledilmiştir (Lisânü’l-ǾArab, “zmr” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “zmr” md.; Buhârî, “Feżâǿilü’l-Ķurǿân”, 31; Müslim, “Śalâtü’l-müsâfirîn”, 235, 236).

Zebûr kelimesi Kur’an’da bilhassa Dâvûd’a nisbetle üç âyette (en-Nisâ 4/163; el-İsrâ 17/55; el-Enbiyâ 21/105), çoğul şekli olan zübur ise altı âyette (Âl-i İmrân 3/184; en-Nahl 16/44; eş-Şuarâ 26/196; el-Fâtır 35/25; el-Kamer 54/43, 52) geçer. Nisâ ve İsrâ sûrelerinde yer alan “Dâvûd’a da Zebûr’u verdik” ifadesiyle ilgili olarak Taberî, kıraat âlimlerinin çoğunluğunun kelimeyi “Zebûr isimli kitap” mânasında -özel isim olarak- zebûr şeklinde okuduğunu, kırâat-i seb‘a imamlarından Hamza b. Habîb’in okuyuşuna tâbi olan bir kısım Kûfeli kurrânın ise aynı kelimenin “kitaplar ve yazılı sayfalar” anlamında -cins ismi olarak- zübûr şeklindeki okunuşunu tercih ettiğini belirtmiştir (CâmiǾu’l-beyân, VII, 687-688; ayrıca bk. Tâcü’l-Ǿarûs, “zbr” md.). Taberî’ye göre Mûsâ’ya verilen kitaba Tevrat, Îsâ’ya verilene İncil, Muhammed’e verilene Furkān dendiği gibi Dâvûd’a verilen kitaba da Zebûr ismi verilmiş, bu sebeple Araplar arasında “Dâvûd’un Zebûr’u” tabiri kullanılmıştır (CâmiǾu’l-beyân, VII, 688; ayrıca bk. İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 370). Taberî Zebûr’un Dâvûd’a öğretilmiş dua, hamd ve övgü sözlerinden oluştuğunu, helâl ve haramla farz ve ceza bahislerini içermediğini söylemektedir (CâmiǾu’l-beyân, XIV, 626). Aynı şekilde Kurtubî, Dâvûd’a nisbet edilen Zebûr’un ahkâm ve helâl-haram konularını içermeyen bir hikmet ve öğüt kitabı olduğunu ve 150 sûreden meydana geldiğini bildirmiştir (el-CâmiǾ, VII, 223). Yine Kurtubî’nin belirttiğine göre kelimenin aslı “sağlamlaştırma” (tevsîk) mânasındadır; bağlantısının kuvvetli oluşu dolayısıyla Dâvûd’un kitabına Zebûr ismi verilmiştir. Dâvûd, Zebûr’u okuduğunda güzel sesini duyan herkes, insanlar, cinler, kurt, kuş bütün hayvanlar etrafında toplanırdı (a.g.e., a.y.). Dâvûd’un Zebûr’u yetmiş ayrı makamda okuduğu, bu esnada İsrâiloğulları’nın âlimlerinin, halkın, cinlerin ve şeytanların gelip sıralar halinde arkasında durduğu, yabani ve yırtıcı hayvanların onun yakınına kadar geldiği, kuşların ona gölge yaptığı, o sırada suların akmayı ve rüzgârın esmeyi kestiği rivayet edilmiştir (Sa‘lebî, s. 210; İbn Kesîr, Ķaśaśü’l-enbiyâǿ, II, 251-252; ayrıca bk. Sâd 38/18-19).

Enbiyâ sûresinde geçen, “Zikrden sonra Zebûr’da yazdık ki yeryüzüne sâlih kullarım mirasçı olacaktır” meâlindeki âyette (21/105) Zebûr ve zikr kelimeleriyle ilgili farklı yorumlar yapılmıştır. Zebûr, Allah tarafından peygamberlere indirilen bütün kutsal kitaplar, Tevrat, İncil ve Kur’an; sadece Kur’an; Mûsâ’dan sonraki peygamberlere indirilen kitaplar veya Dâvûd’un Zebûr’u şeklinde; zikr ise içinde her şeyin yazılı olduğu, semada Allah katında bulunan kitapların aslı yani ilk kitap, levh-i mahfûz, ilim veya Tevrat, Mûsâ’nın Tevrat’ı olarak açıklanmıştır (Taberî, XVI, 431-434; Zemahşerî, II, 895; Fahreddin er-Râzî, XII, 229-230; Kurtubî, XIV, 300-301; İbn Kesîr, Tefsîr, IX, 457). Âyetlerde geçen zübur da genellikle peygamberlere indirilen kutsal kitaplar diye anlaşılmıştır. Zebûr’da yazıldığı belirtilen, “Yeryüzüne sâlih kullarım mirasçı olacaktır” ifadesinin bir benzeri, yahudi geleneğinde büyük kısmı Dâvûd’a nisbet edilen Mezmûrlar kitabında yer almaktadır: “Sâlihler yeryüzünü miras alacak ve orada sonsuza kadar yaşayacak” (37/29). Enbiyâ sûresindeki âyete, “iman ve itaat üzere olanların cennet yurduna hak kazanması” anlamını verenlerin yanı sıra genellikle son ümmet olan Hz. Muhammed ümmetini müjdeleyen bir ifade şeklinde, ayrıca İsrâiloğulları’nın kutsal topraklara yerleşmesi şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (her iki görüş için bk. Taberî, XVI, 435, 437; Zemahşerî, II, 895; Kurtubî, XIV, 301; İbn Kesîr, Tefsîr, IX, 457). Öte yandan İslâm kaynaklarında hadis olduğu rivayet edilen, “Hikmetin başı Allah korkusudur” sözünün (Aclûnî, I, 507) aynısı da Mezmûrlar’da geçmektedir (111/10; ayrıca bk. Eyub, 28/28). Yaratılışa, kâinatın düzenine ve Allah’ın kudretine işaret eden 104. mezmûr ile farklı Kur’an âyetleri arasında da benzerlik görülmektedir (EI2 [İng.], XI, 372).

Yahudi kutsal kitabının (Tanah/Ahd-i Atîk) “Kutsal Yazılar” (Ketuvim) bölümü içinde yer alan, dua-hikmet kitabı özelliğine sahip Mezmûrlar kitabı, İbrânîce ismiyle “sefer tehillim” (kısaca tillîm/tille), şiir biçiminde yazılmış 150 mezmûrdan ya da ilâhiden oluşur (farklı mezmûr sayıları -meselâ 147- için bk. Kudüs Talmudu, Sabbath 16,1, 15c.; Ahd-i Atîk’in Grekçe tercümesinde ise mezmûrlar kısmı 151 bölümden oluşmaktadır). Bu mezmûrlardan üçte ikisinin başlangıç cümlesinde kime ait oldukları belirtilmiştir. Bunların yetmiş üçü Dâvûd’a, ikisi Süleyman’a, biri Mûsâ’ya, yirmi dördü ibadet sırasında çalgı çalmakla görevli olan Levililer’e atfedilmiştir. Söz konusu başlangıç cümlelerinde çoğunlukla mezmûr, meselâ “Dâvûd’un mezmûru” (mizmor le David), “şarkı” (şir) ve Rabb’i övün mânasında “halleluyah” gibi ifadeler kullanılmakta, daha seyrek olarak dua (tefila) vb. İbrânîce kelimeler bulunmaktadır. Yahudi geleneğinde Mezmûrlar kitabına adını veren “tehilla” (övgü) kelimesi sadece 145. mezmûrun başında geçmektedir. Bâbil Talmudu’nda yer alan bir açıklamaya göre Mezmûrlar kitabı zafer, melodi, öğretici, ilâhi, şarkı, mutluluk, övgü, dua, şükür ve “halleluyah”tan oluşan on kelime üzerine kurulmuş olup bunların en büyüğü “halleluyah”tır; zira bu kelime ilâhî ismi (yah) ve övgüyü (hallel) aynı anda içermektedir (Pesahim, 117a). Genellikle müzik eşliğinde söylenen Tanrı’ya hamd, ağıt ve yakarış, iman ikrarı, dua ve öğüt cümlelerinin yer aldığı Mezmûrlar kitabı yahudi ve hıristiyan dua geleneğinin baş klasiği olma özelliğine sahiptir. Akademik çevrelerde ise mevcut haliyle mezmûrların, atfedildikleri şahıslara aidiyeti şüpheli olan, Kral Dâvûd dönemiyle sürgün sonrası dönem arasında (m.ö. X-V. yüzyıllar) oluşturulmuş kompoze bir metin olduğu,


kutsal kitap kanonuna dahil edilmesinin daha geç bir dönemde gerçekleştiği görüşü hâkimdir. Buna karşılık mezmûrların daha eski kökenli olup bunlara ikinci mâbed döneminde ilâveler yapıldığı görüşünü savunanlar da vardır (Dâvûd’a atfedilen yazılara/ilâhilere yönelik en erken atıflar için bk. II. Makkabiler, 2/13; Philo, “De Vita Contemplative”, 25; Luka, 24/44). Kitâb-ı Mukaddes mütercimi Ali Ufkî Bey’in ilk on dört mezmûru hece vezniyle Türkçe’ye çevirisi Paris’te Bibliothèque Nationale’de (Şark Yazmaları, Suppl. Turc, nr. 472) bulunmaktadır. Vehb b. Münebbih’e ait bir tercümeden de bahsedilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

Taberî, CâmiǾu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Riyad 1424/2003, VII, 687-688; XIV, 626; XVI, 431-435, 437; Sa‘lebî, ǾArâǿisü’l-mecâlis, s. 210; Zemahşerî, el-Keşşâf, Kalküta 1276, II, 895; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîĥu’l-ġayb, XI, 109; XII, 229-230; Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-CâmiǾ (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Beyrut 1427/2006, VII, 223; XIV, 300-301; İbn Kesîr, Ķaśaśü’l-enbiyâǿ, II, 251-253; a.mlf., Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm (nşr. Mustafa Seyyid Muhammed v.dğr.), Cîze 1421/2000, IV, 370; IX, 457; A. Jeffrey, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 148-149; Aclûnî, Keşfü’l-ħafâǿ, I, 507; M. Jastrow, A Dictionary of the Targumim, the Talmud Babli and Yerushalmi and the Midrashic Literature, New York 1903, II, 755; L. Koehler-W. Baumgartner, The Hebrew and Aramaic Lexicon of the Old Testament (trc. M. E. J. Richardson), Leiden 1996, I, 273-274; II, 566; M. H. Manser, Critical Companion to the Bible: A Literary Reference, New York 2009, s. 311-323; J. Horovitz-[R. Firestone], “Zabūr”, EI² (İng.), XI, 372-373; N. M. Sarna, “Psalms, Book of”, Encyclopaedia Judaica, Detroit 2007, XVI, 663-675; “Vehb b. Münebbih”, DİA, XLII, 609; “Ali Ufkî Bey”, DİA, II, 457.

Salime Leyla Gürkan