ZENCÂNÎ, Şehâbeddin

(شهاب الدين الزنجاني)

Ebü’l-Menâkıb Şihâbüddîn Mahmûd b. Ahmed b. Mahmûd b. Bahtyâr ez-Zencânî el-Bağdâdî

(ö. 656/1258)

Şâfiî fakihi.

573 (1177) yılında İran’ın Zencan şehrinde doğdu. Bazı eserlerde künyesi Ebü’s-Senâ olarak kaydedilir (İsnevî, II, 15; İbn Kādî Şühbe, II, 126). İbn Irs (gelincik) lakabıyla da anılır (Tâcü’l-Ǿarûs, “Ǿars” md.; İbn Nâsırüddin, VI, 238). Çağdaşı olan tarih ve biyografi müelliflerinden İbnü’n-Neccâr el-Bağdâdî ile İbnü’s-Sâî’nin verdiği bilgiler bu âlimlerin eserlerinden günümüze ulaşan bölümlerde yer almamakta, Zehebî yanında diğer bazı müellifler bunlardan kısmî nakiller yapmaktadır. Bunun gibi dönemin tarihçilerinden Atâ Melik el-Cüveynî ile Kitâbü’l-Ĥavâdiŝ’in meçhul müellifinin kaydettiği mâlûmat da sınırlıdır. İbnü’l-Fuvatî, Zencânî’nin oğluna ait biyografide babası hakkında daha önce bilgi verdiğini söylemekle birlikte (MecmaǾu’l-âdâb, I, 87) onun da eserinin bu kısmı günümüze ulaşmamıştır. Bağdat’a yerleştiği ve Abdülkādir-i Geylânî’nin oğlu Abdürrâzık’ın kızı ile evlendiği (Zehebî, XXIII, 345) kaydı dışında kaynaklarda ailesi ve tahsil hayatına dair fazla bilgi bulunmamakta ve fakih, usulcü, müfessir, muhaddis, dilci olarak anılmakta, özellikle fıkıh, hilâfiyat ve usûl-i fıkıh alanlarında öne çıktığı görülmektedir. Hakkında yapılan “şeyhü’ş-Şâfiiyye, zamanının allâmesi, ilim denizi” gibi nitelemeler onun ilim muhitlerindeki saygınlığını ve Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh’ın topladığı yetmiş hadisi icâzetle rivayet etmesi için Zencânî’yi seçmiş olması (a.g.e., XXII, 197) yöneticiler nezdinde dikkate değer bir itibara sahip olduğunu göstermektedir.

Yeteneği ve şöhreti sayesinde birçok resmî görevde bulunan Zencânî hayatının önemli bir kısmını devlet hizmetinde geçirdi. Önce Bağdat’ın doğusunda Bâbülezec bölgesindeki Sikatiyye Medresesi’nde muîdlik yaptı. Ardından kadı nâibliğine ve 623 (1226) yılında Bağdat kādılkudâtlığına tayin edildiyse de altı ay sonra görevinden azledildi. Bir süre vakıf nâzırlığını ve Sevâd arazisiyle ilgili işlerin idaresini üstlendi. 625’te (1228) Bağdat Nizâmiye Medresesi müderrisliğine getirildi. Ancak bir buçuk yıl sonra müderrislikten de azledildi. Ardından tayin edildiği divan görevinden de alındı. 633’te (1236) Müstansıriyye Medresesi müderrisliğine getirildi. Bu arada defalarca elçilik göreviyle Şîraz’a gönderildi (a.g.e., XXIII, 345). Zencânî’nin bu müderrislik görevinde ne kadar kaldığı konusunda açıklık bulunmamakla birlikte İbn Tağrîberdî’nin Moğol istilâsı sırasındaki katliamda öldürülenler arasında Müstansıriyye Medresesi müderrisi olarak Zencânî’yi de zikretmesi (en-Nücûmü’z-zâhire, VII, 68) ölümüne kadar bu görevi sürdürdüğünü düşündürmektedir.

Zehebî, tarihçi Zahîrüddin Ali b. Muhammed el-Kâzerûnî’den (ö. 697/1297-98) naklen Moğollar’ın Bağdat’ı ele geçirdiklerinde (656/1258) yaptıkları katliam sırasında Zencânî’nin de öldürüldüğünü belirtir. Safedî, İbn Tağrîberdî, Sübkî, İbn Kādî Şühbe, İsnevî, el-Melikü’l-Eşref İsmâil b. Abbas gibi tarih ve tabakat müelliflerinin bir kısmı Zehebî’den naklen, bir kısmı da onu anmadan aynı bilgiyi tekrarlar. Buna karşılık devrin önemli kaynaklarından Kitâbü’l-Ĥavâdiŝ’in müellifi Zencânî’yi bu olaydan sonra vefat edenler arasında sayar (s. 367). Hülâgû’nun maiyetinde olaya şahit olan ve ardından Irak eyaletinin yönetimi kendisine verilen tarihçi ve devlet adamı Cüveynî de Zencânî ve Şerefeddin el-Merâgī’nin halk için eman dilemek üzere Hülâgû’ya gönderildiklerini, Zencânî’nin Bağdat’ın ele geçirilmesinden kısa bir süre sonra vefat ettiğini belirtir (Târîħ-i Cihângüşâ, III, 290, 475). Zencânî’nin oğlu İzzeddin Ahmed b. Mahmûd da devrin önde gelen âlimlerinden olup 655 (1257) yılında Bağdat’ın Batı kesimi kadılığına, 658’de (1260) Atâ Melik el-Cüveynî tarafından kādılkudâtlığa tayin edilmiş ve uzun zaman bu görevde kalmıştır (Kitâbü’l-Ĥavâdiŝ, s. 352, 373; İbnü’l-Fuvatî, I, 88; V, 633).

Zencânî’nin getirildiği makamlarda uzun süre kalamayıp sürekli azledilmesine gerekçe olarak yaptığı haksızlıklar, dünya sevgisi ve mal mülk hırsı gösterilmektedir. İbnü’n-Neccâr, tayin edildiği makamlar


yüzünden gurura kapılan Zencânî’nin bütün görevlerinden alınarak hapse atıldığını, haksız yoldan elde ettiği mallarının müsadere edildiğini ve 15.000 dinar ödemeye mahkûm edildiğini bildirir. Zencânî böylece bütün servetini kaybedip fakir duruma düşmüş, bir müddet sonra da serbest bırakılmıştır (Zehebî, XXIII, 345-346). İbnü’n-Neccâr’ın bu değerlendirmesinde akranlar arasında çekemezlik ihtimali bulunmakla birlikte söz konusu eleştiriler hakkında gerek Zehebî gerekse diğer tabakat müelliflerinin suskun kalması dikkat çekicidir. İbnü’n-Neccâr’ın bahsettiği azil ve hapis olayının Zencânî’nin Bağdat kādılkudâtlığına getirilmesinden önce meydana gelmesi, buna rağmen Bağdat başkadılığı ve Nizâmiyye ile Müstansıriyye medreseleri müderrisliği gibi önemli görevlere getirilmesi onun ilmî otoritesini göstermesi bakımından kayda değer bir husustur. 646 (1248) yılında Müstansıriyye Medresesi’ndeki dört mezhep müderrisinin vezir tarafından çağrılıp derslerde kendi kitaplarını değil “teeddüben ve teberrüken” önceki ulemânın (meşâyih) eserlerinin okutulmasının istenmesi üzerine Zencânî’nin, “Onlar ricâl idiyse biz de ricâliz” şeklinde karşılık vermesi de (Kitâbü’l-Ĥavâdiŝ, s. 268) kendisine olan güvenini ve cesaretini ortaya koymaktadır.

Eserleri. Zehebî Zencânî’nin birçok eser yazdığını belirtmekle birlikte (AǾlâmü’n-nübelâǿ, XXIII, 346) kaynaklarda ona nisbet edilen eserlerin sayısının beşi geçmemesi çoğunun Moğol istilâsında yok olduğunu düşündürmektedir. 1. Taħrîcü’l-fürûǾ Ǿale’l-uśûl. Müellifin usulcü ve fakih kimliğini değerlendirmeyi mümkün kılan elde mevcut yegâne eseridir. Bu eserinde Zencânî, Şâfiîler ile Hanefîler arasında ihtilâflı bulunan fıkıh usulü ve fıkıh kaidelerini esas alarak her iki mezhebin bu konudaki gerekçelerine yer vermiş, ardından bu kaidelerin fer‘î meselelere uygulanmasını örneklerle açıklamıştır. Fıkıh konularına göre düzenlenen eser, görüş ayrılıklarını usûl-i fıkıh ve fıkıh kaideleri altında ele alması bakımından Debûsî’nin Teǿsîsü’n-nažar’ı ile birlikte hilâfiyat türüne yeni bir boyut kazandırmış, sadece hilâfiyat değil aynı zamanda kavâid literatürünün de önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Mukaddimede Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh’a yaptığı dualardan Zencânî’nin bu eseri Nâsır-Lidînillâh’ın vefatından (622/1225) önce kaleme aldığı anlaşılmaktadır. Muhammed Edîb Sâlih’in neşrettiği eserin (Dımaşk 1382/1962; Beyrut 1398/1978; Riyad 1420/1999) Davut İltaş tarafından yapılan Türkçe tercümesi basım aşamasındadır. 2. Tervîĥu’l-ervâĥ fî tehźîbi’ś-Śıĥâĥ. Cevherî’nin eś-Śıĥâĥ adlı kamusunun muhtasarıdır. Zencânî yaptığı muhtasarın eś-Śıĥâĥ’ın beşte biri kadar bir hacme sahip olduğunu, bunu da ihtisar ederek onda bire düşürdüğünü ifade eder. Bu ikinci eser bazı yazmalarında Muħtârü’ś-Śıĥâĥ, bazılarında Tenķīĥu’ś-Śıĥâĥ adıyla geçmekte, müellifin asıl adı değiştirmemiş olabileceği de belirtilmektedir (Hüseyin Nassâr, II, 504). eś-Śıĥâĥ’ın ilk ve en başarılı ihtisarlarından kabul edilen bu çalışmayı Abdüsselâm Muhammed Hârûn ve Ahmed Abdülgafûr Attâr Tehźîbü’ś-Śıĥâĥ adıyla yayımlamıştır (I-III, Kahire 1372/1952). Tervîĥu’l-ervâĥ ise Muhammed Sâlih Şerîf Askerî tarafından Tahran Üniversitesi Edebiyat ve İnsan Bilimleri Fakültesi’nde doktora tezi olarak neşre hazırlanmış (2006), daha sonra da basılmıştır (I-II, Tahran 2011). 3. Dürerü’l-ġurer ve netâǿicü’l-fiker. Müellifin Taħrîcü’l-fürûǾdaki atıflarından (s. 147, 348) bu eserin Şâfiî fıkhına dair olduğu anlaşılmaktadır. 4. es-Siĥrü’l-ĥalâl fî ġarâǿibi’l-maķāl. Bu da Şâfiî fıkhına dair bir eserdir (Keşfü’ž-žunûn, II, 981). 5. Tefsîrü’l-Ķurǿân (Cüveynî, III, 475; Sübkî, VIII, 368).

BİBLİYOGRAFYA:

Şehâbeddin ez-Zencânî, Taħrîcü’l-fürûǾ Ǿale’l-uśûl (nşr. M. Edîb Sâlih), Beyrut 1978, s. 36, 147, 348; Cüveynî, Târîħ-i Cihângüşâ, III, 290, 475; Kitâbü’l-Ĥavâdiŝ (nşr. Beşşâr Avvâd Ma‘rûf-İmâd Abdüsselâm Raûf), Beyrut 1997, s. 17, 186, 268, 352, 367, 373; İbnü’l-Fuvatî, MecmaǾu’l-âdâb fî muǾcemi’l-elķāb (nşr. Muhammed el-Kâzım), Tahran 1416, I, 86-88, 256; V, 633; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, XXII, 197; XXIII, 345-346; Safedî, el-Vâfî, XXV, 292-293; Sübkî, Ŧabaķāt (Tanâhî), VIII, 368; İsnevî, Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyye, II, 15; el-Melikü’l-Eşref İsmâil b. Abbas el-Gassânî, el-ǾAscedü’l-mesbûk (nşr. Şâkir Mahmûd Abdülmün‘im), Beyrut-Bağdad 1395/1975, s. 507, 636-637; İbn Nâsırüddin, Tavżîĥu’l-Müştebih (nşr. M. Naîm el-Araksûsî), Beyrut 1414/1993, VI, 238; İbn Kādî Şühbe, Ŧabaķātü’ş-ŞâfiǾiyye, II, 126; İbn Hacer, Tebśîrü’l-müntebih, III, 941; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire, Kahire 1929, VII, 67, 68; Keşfü’ž-žunûn, II, 981, 1073; Brockelmann, GAL Suppl., I, 196; Nâcî Ma‘rûf, Târîħu Ǿulemâǿi’l-Müstanśıriyye, Kahire 1396/1976, I, 134-135; Hüseyin Nassâr, el-MuǾcemü’l-ǾArabî: Neşǿetühû ve teŧavvürüh, Kahire 1968, II, 503-504; Ahmad Atıf Ahmad, Structural Interrelations of Theory and Practice in Islamic Law, Leiden 2006, s. 57-59, ayrıca bk. İndeks; Ahmed Muhtâr Ömer, “Zencânî, Ebü’l-Beķāǿ”, Mv.AU, XI, 282-285; Davut İltaş, “Zencânî’nin ‘Tahrîcü’l-Fürû‘ ale’l-Usûl’ İsimli Eseri Üzerine Bir Değerlendirme”, Bilimname, V/13, Kayseri 2007, s. 67-109.

Davut İltaş