ZENTA

1697’de Osmanlı ordusunun Kutsal İttifak güçleri tarafından bozguna uğratıldığı yer.

Günümüzde Sırbistan Cumhuriyeti’nin Voyvodina eyaletine bağlı Baçka bölgesinde bir şehir olup (2011 nüfusu 18.397) Macarca Szenta, Sırpça Senta şeklinde anılır. Şehir Tuna’nın kollarından Tisa nehrinin sağ kıyısında yer alır. Bugün önemli bir tarımsal ticaret merkezi, aynı zamanda bir sanayi şehridir (dokuma, mobilya, makine). Zenta’nın bulunduğu kesimin tarihi eski çağlara kadar iner. Bir yerleşim yeri olarak adı ilk defa 1216’da Szintarev şeklinde geçer. Uzun süre Macar Krallığı idaresinde kalan kasaba 1241-1242’de Moğol akınlarına hedef olmuştur. Bir ara Sırp despotlarının nüfuzu altına girdikten sonra 1506’da Macar Kralı II. Vladislav zamanında serbest bir şehir statüsü kazandı. Bu sırada bir kale, iskele ve manastırdan ibaret yerleşme yeri durumundaydı. 1526’da Mohaç Savaşı’nın ardından Macar Krallığı yıkılınca Voyvodina bölgesini ele geçiren Çar Yovan’ın (Jovan Nenad) nüfuzu altına girdi. 1527’de Yovan’ın öldürülmesinden sonra Osmanlı himayesindeki Macar Kralı Zapolya’nın idaresine katıldı. 1541’de Budin eyaleti teşkil edilince şehirde doğrudan Osmanlı hâkimiyeti kuruldu ve Segedin sancağına bağlandı. XVII. yüzyılın ortalarında Evliya Çelebi burayı küçük bir palankası olan kasaba şeklinde tarif eder. Birkaç dükkân, bahçeler, kiliseden çevrilme bir caminin yer aldığını yazar. Kasabanın bulunduğu yer, özellikle 1683’te Osmanlılar’ın Viyana bozgunu sonrasında stratejik açıdan büyük önem kazandı. Osmanlı birlikleriyle Habsburglar’ın başını çektiği müttefik kuvvetler arasındaki ilk çarpışmalar 1686 Ekiminden itibaren başladı. Fakat Zenta’ya asıl önem kazandıran savaş 11 Eylül 1697’de kasaba yakınlarında Tisa nehri geçidinde vuku buldu. Zenta bozgunu diye anılan bu mücadele Avrupa tarihinde, Osmanlılar’ın Macaristan’dan tamamen çıkarılmasının son halkasını teşkil eden bir dönüm noktası olarak kabul edilir.

II. Viyana Kuşatması’nın ardından kaybedilen toprakları geri almak için sefere çıkan II. Mustafa 1695 ve 1696’daki seferlerde başarılı olunca üçüncü bir sefere daha karar vermişti. Sefer 12 Nisan 1697 günü tuğlar dikilerek ilân edildi. 18 Haziran’da padişah ordunun başında Edirne’den


hareket etti. 1 Ağustos’ta Sofya’dan ayrılan ordu Niş’e doğru ilerledi. Bir taraftan da Belgrad muhafızı Amcazâde Hüseyin Paşa’ya gönderilen hükümlerle Tuna ve Sava nehirleri üzerine birer köprü inşa ettirmesi bildirildi. Henüz ordunun Varadin’e mi yoksa Orta Macaristan ve Erdel’e mi yöneleceği belli değildi. Bu iki nehir üzerine köprü kurularak müttefiklerin hazırlık yapması engellenmek isteniyordu. Habsburglar bu yüzden güçlerini Varadin, Orta Macar ve Erdel bölgesinde dağınık halde tutmak zorunda kalacaktı. 10 Ağustos’ta varılan Belgrad’da seferin yönünü belirlemek için toplantı yapıldı. Belgrad’a çağrılan Tımışvar muhafızı Koca Câfer Paşa’nın Orta Macar ve Erdel’e gidilmesi yolundaki fikri toplantıda öne çıktı. Ordu Pançova (Pančevo) istikametine yönelecek, Titel’den sonra Segedin Gyula (Göle) ve Yanova alınacak, oradan Varadin’e geçecekti. Habsburg müttefik güçlerinin başında bulunan Prens Eugen, Osmanlı ordusunun Varadin’e saldıracağını tahmin ediyor, ancak kesin bir bilgi edinemediği için orduyu seyyar halde tutuyordu. Osmanlılar’ın Pançova’ya doğru ilerlemeye başlaması üzerine Prens Eugen yeni bir harekât planı hazırladı. Bu son gelişmeyle Osmanlılar’ın doğrudan Varadin’e değil Orta Macar ve Erdel’e saldıracağını anlamıştı. Osmanlı ordusu 20 Ağustos’ta Pançova’ya ulaştı. Fakat Avusturya ordusunun Titel ve Segedin arasında bulunduğu öğrenilince harekât planı tekrar gözden geçirildi ve Titel’e saldırılmasına karar verildi.

Prens Eugen şaşkınlık içinde Türk tarafını adım adım izlerken Osmanlı ordusu 27 Ağustos’ta köprüden geçip Titel Kalesi’ni aldı. Titel’in fethine rağmen padişahın hâlâ Tisa nehrinin karşı tarafında beklemesi Prens Eugen’in Osmanlı sefer planını anlamasını güçleştiriyordu. 30 Ağustos’ta II. Mustafa ve Osmanlı ordusu Titel’den ayrılıp gösteriler eşliğinde Tisa nehrinden geçti. Avusturya birliklerinin uzakta olduğu yönündeki haberler üzerine yapılan toplantıda Vezîriâzam Elmas Mehmed Paşa daha önce karşı çıktığı Varadin’e yürünmesi fikrini savunmaya başladı. Ancak Varadin’e saldırmak için güzergâhta dokuz farklı yerde köprü kurmak ve bataklık arazileri aşmak gerekiyordu. Türkler’in Varadin’e yönelmesiyle Prens Eugen birliklerinin bir kısmını 2 Eylül’de buraya yardım için yola çıkardı. Segedin Kalesi saldırıya açık hale geleceğinden Eugen oraya da bazı birlikler gönderdi. Müttefiklerin Varadin önlerinde tabyalara yerleşmesi kaleyi fethetmek amacıyla hazırlık yapan Osmanlı ricâlini telâşa düşürdü. Bunun üzerine Osmanlı ordusu, isyan eden Tökeli İmre’nin başında bulunduğu Macarlar’la da iş birliği yapmak için istikametini tekrar Segedin’e çevirdi ve 8 Eylül’de Zenta Kalesi’ni zaptetti. Bu sırada yine bir plan değişikliği yapıldı. Küçük Kanije önlerinde köprü kurulması yerine Zenta önlerinden Tisa nehrinin geçilmesine karar verildi. Nehir üzerine tombazlardan oluşan bir köprü inşasına başlandı. Prens Eugen’in hızla yaklaştığı haberleri geldiğinden bir an önce karşı yakaya ulaşılması gerekiyordu. Ancak bu bölge nehri aşmak için uygun bir yer değildi ve saldırıya açık bir arazi durumundaydı. Osmanlı ordugâhında yoğun bir çalışma başlatıldı, Tisa nehri üzerine seksen üç araba tombazından büyük bir köprü kuruldu. Köprüden ilk önce otâğ-ı hümâyun, iç halkı, rikâb-ı hümâyun ağaları, hazîne-i âmire ile padişah geçti. Onları yeniçeri, sipahi ve silâhdarlar, cebeciler, cephane, yedi kolonborna, on iki şâhî ve üç havan topuyla birlikte topçu ve top arabacı ocakları neferleri takip etti (10 Eylül). Ertesi gün diğer asker ve mühimmat malzemelerinin geçişi sürdü. Prens Eugen’in 60.000 kişilik bir orduyla Segedin’e yardıma geldiği ve bir saldırı planladığı yönünde haberler ulaşınca köprü ve Tisa nehriyle Habsburg birlikleri arasında sıkışmamak için bazı kuvvetler onları karşılamak amacıyla ileriye yollandı.

Osmanlı ordusunun Zenta önlerinde Tisa nehrini aşmaya başladığı haberlerine Prens Eugen bir türlü inanamıyordu. Zira arkalarında hızla yaklaşan Habsburg ordusu varken köprüden geçmeye çalışmak çok tehlikeli bir işti. Eugen en kötü ihtimalle Osmanlılar’ın ordularını ikiye ayırdıklarını, bir kısmının Tisa nehrinden geçerek Erdel taraflarını zaptetmek için gideceğini, diğer kısmının ise Segedin üzerine yürüyeceğini düşünüyordu. Tisa nehrini geçen grubun ardına düşmek imkânsız gibiydi. Çünkü ağır toplar geride bırakılmıştı ve uzun bir takip için yeterli erzak yoktu. Bu sebeple Eugen en azından Segedin düşmeden yardım edilmesi kararında ısrar ediyordu. Ancak 11 Eylül’de Boşnak Câfer Paşa esir alındığında düşünceleri değişti. İşkenceyle tehdit edilen Câfer Paşa padişahın, sipahinin ve bütün ağırlıkların köprüden geçtiğini ve Osmanlı ordusunun bir kısmının Zenta tarafında bulunduğunu anlattı (Memoirs of Prince Eugen of Savoy, s. 50-51). Câfer Paşa’nın ifadeleri gözcülerin ve diğer esirlerin verdiği bilgilerle örtüşüyordu. Eugen yine de bunlara inanmayıp durumu bizzat görmek istedi. Osmanlı ordugâhını gözleyebileceği bir yere gitti. Burada gördükleri istihbarat kaynaklarını doğruluyordu. Böylece Osmanlı ordusunu sıkışık durumda yakalama fırsatını elde etmişti. Yine de âni bir saldırı yerine daha temkinli hareket etmeyi düşünüyordu. Fakat Osmanlı birliklerinin düzensiz şekilde çekilmeye çalıştığı yönünde alınan yeni bir haber üzerine hemen saldırı emrini verdi.

11 Eylül günü ikindi vaktinde savaş düzeni almış müttefikler yoğun top ve tüfek atışına başladı. Asıl taarruza ise saat altıdan sonra geçildi. Önce Osmanlılar tarafından terkedilen ilk metris zaptedildi. Daha sonra ikinci metrise iki defa hücum düzenlendiyse de buradaki askerler yerlerini terketmedi. Üçüncü saldırıda da arabalarla oluşturulan çift siper ve kalın zincirlerle iki sıra halinde tahkim edilen savunma hattı aşılamadı, ayrıca yoğun top ateşi hücumun başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açtı. Hatta bir ara yıpranan sağ kanada destek için Kont Rabutin’in birliklerinin kaydırılması Habsburg ordugâhını saldırıya açık hale getirmiş, fakat Osmanlı askerlerinin savunma durumundan çıkamaması yüzünden müttefik ordusu büyük bir tehlikeden kurtulmuştu. Ağır kayıplar vermesine rağmen kesin bir üstünlük elde edemeyen Eugen, Osmanlı ordugâhına başka bir cepheden saldırmaya karar verdi. Yeni saldırı yönü Segedin’di. Osmanlılar, Segedin yönünden bir taarruz beklemedikleri için bu yöndeki metris yeterince tahkim edilmemişti (Anonim Osmanlı Târihi, s. 128; Kantemir, III, 278-279).

Prens Vaudemont kumandasında Segedin tarafına giden Avusturya süvarisi birden Osmanlı ordugâhına saldırdı ve bunlara mukavemet etmek mümkün olmadı. Osmanlı askerlerinin nehre doğru kaçtığını gören Avusturya ordusunun sol kanadı yoğun tüfek atışlarıyla Segedin tarafındaki yamaçlardan taarruza geçti. Kaçan Osmanlı askerleri nehri aşmak için köprüye akın etti. Ancak köprünün sağ ve sol tarafına arabalarla siperler oluşturulduğundan askerler birbirini ezerek Tisa nehrine döküldü ve çoğu boğuldu. Bu arada Osmanlı sağ kanadında da büyük bir bozgun yaşanıyordu. Sağ kolun bozulmasıyla ordugâhın merkezi kuşatıldı. Prens Eugen de Stirya alayının başında bizzat savaşa katıldı. Osmanlı askerlerinin bir kısmı savunmanın artık mümkün olmadığını görünce yine köprüye doğru kaçmaya başladı. Bunu gören Sadrazam Elmas Mehmed Paşa köprünün iki tombazını kaldırdı ve


askerleri cepheye geri döndürmeye çalıştı. Hatta elindeki kılıçla köprünün önüne gelip kaçanları engellemek istemesi hayatına mal oldu. Habsburg birlikleri Osmanlılar’ın kaçış yolunu tutarak köprüyü parçaladı, nehri geçemeyen askerler neredeyse tamamen imha edildi.

Avusturya kaynaklarında savaş meydanında veya nehre düşerek ölen Osmanlı askerinin sayısı 30.000 civarında gösterilir. Yaklaşık 4000 asker de esir düşmüştü (Memoirs of Prince Eugen of Savoy, s. 52; Angeli, s. 111). Bazı Osmanlı kaynaklarında ise kayıp miktarının 7-8000 dolayında olduğu belirtilir. Sadrazam Elmas Mehmed Paşa, Koca Câfer Paşa, Anadolu Beylerbeyi Mısırlızâde Vezir İbrâhim Paşa, Adana Beylerbeyi Vezir Fazlı Paşa, Diyarbekir Beylerbeyi Kavukçu İbrâhim Paşa, Maraş Beylerbeyi Yûnus Paşa, Rumeli Beylerbeyi Küçük Câfer Paşa, birçok sancak beyi ve kumandan hayatını kaybetmişti (Nusretnâme, s. 323; Kantemir, III, 281). Osmanlı tarafının kayıpları çok büyük olmamakla beraber asıl mesele tecrübeli kumandanların çoğunun savaş meydanında kalmasıydı. Müttefik tarafında ise yirmi sekiz subay ve 401 er ölmüş, 133 subay ve 1465 er yaralanmıştı. 12 Eylül sabahı Habsburg askerleri Osmanlı ordugâhına girince yedi tuğ, 423 sancak, seksen yedi topla birlikte Osmanlı ordusunun çok sayıda teçhizat ve mühimmatını ele geçirdi (Angeli, s. 111). Nehrin karşısındaki ordunun tamamen yok edildiği haberini padişaha gecenin ilerleyen saatlerinde Bozoklu Mustafa Paşa bildirdi. Gece yarısı padişah otağında bir toplantı yapıldı. Burada Avusturya ordusu üzerine yürüme veya Tımışvar’a çekilme konuları tartışıldı. Sonunda Osmanlı ordusu Tımışvar’a doğru yola çıktı. Bazı tarihçiler, Prens Eugen’in üzerlerine geldiğini öğrenen Osmanlı kuvvetlerinin nehri geçmek yerine sipere girip savunma yapmış olması durumunda bu bozgunun yaşanmayacağını dile getirmişlerdir. Zira Prens Eugen hem donanım olarak genel bir saldırıya hazır değildi hem de asıl niyeti Segedin’e yardım ulaştırmaktı. Bu yüzden Zenta “Eugen’in bile beklemediği” bir zaferdi. 1683’te başlayan büyük Türk savaşlarının sonuncusu olan Zenta, Osmanlılar’a karşı teşkil edilen mukaddes ittifakın önemli bir başarısı kabul edilmiş ve Batı dünyasında büyük bir heyecana yol açmıştır. Bu bozgun aynı zamanda kaybedilen toprakları yeniden kazanma gayret ve düşüncelerinin sonunu getirmiştir. 1699’da imzalanan Karlofça Antlaşması da bu bozgunun bir neticesidir.

BİBLİYOGRAFYA:

Târîh-i Vak‘anâme-i Ca‘fer Paşa, Macar İlimler Akademisi, Doğu Külliyatı, Török F., nr. 60, vr. 157a-166a; Anonim Osmanlı Tarihi: 1099-1116/1688-1704 (haz. Abdülkadir Özcan), Ankara 2000, s. 126-128, 613-626; Târîh-i Mehmed Giray (1094-1115/1682-1703): Değerlendirme-Çeviri-Metin (haz. Uğur Demir, yüksek lisans tezi, 2006), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s. 96-97; P. Rycaut, The Turkish History: The Origin of that Nation and the Growth of the Ottoman Empire with the Lives and Conquests of their Feveral Kings and Empires, London 1704, II, 551-552; Silâhdar, Nusretnâme: Tahlil ve Metin (haz. Mehmet Topal, doktora tezi, 2001), MÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, s. 276-325; Uşşâkīzâde İbrâhim, Uşşâkīzâde Târihi (haz. Raşit Gündoğdu), İstanbul 2005, I, 274-280; D. Kantemir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi (trc. Özdemir Çobanoğlu), Ankara 1980, III, 260-282; Marsigli, Osmanlı İmparatorluğunun Askerî Vaziyeti, s. 214-215, şekil 29; Memoirs of Prince Eugen of Savoy (trc. W. Mudford), New York 1811, s. 49-55; A. Arneth, Prinz Eugen von Savoyen, Wien 1864, s. 98-107; M. E. von Angeli, Feldzüge gegen die Türken 1697-1698 und der Karlowitzer friede 1699, Wien 1876, tür.yer.; Gy. Dudas, Zenta Csata, Szeged 1886; Romen Kaynak ve Eserlerinde Türk Tarihi I: Kronikler (haz. Mehmet Ali Ekrem), Ankara 1993, s. 203; Orhan F. Köprülü, “İlm-i Nücûma Âid Bir Risâlenin Tarihî Kaynak Olarak Ehemmiyeti”, TD, II (1950), s. 317-318; Mücteba İlgürel, “Zenta”, İA, XIII, 535-538; Geza David, “Zenta”, EI² (İng.), XI, 492.

Erhan Afyoncu