ZEYNEB

(زينب)

Zeyneb bint Muhammed

(ö. 8/629)

Hz. Peygamber’in kızı.

Hicretten yirmi üç yıl önce Mekke’de dünyaya geldi. Hz. Muhammed’in Hatice’den doğan ilk kızıdır. Annesi ve kardeşleriyle birlikte müslüman oldu. Teyzesi Hâle bint Huveylid’in oğlu Ebü’l-Âs ile evlendi. Bu evliliğin İslâmiyet’ten önce (Abdürrezzâk es-San‘ânî, VI, 144) veya İslâmiyet’in ilk yıllarında gerçekleştiğine dair iki rivayet vardır. Câhiliye devrinde evlenmeleri uzak bir ihtimaldir, ancak küçük yaşta evlilik teklifini olumlu karşılayıp söz kesilmiş olması da mümkündür. Kocası Mekke’nin zenginlerindendi ve kendisine emanet bırakılacak derecede güvenilir bir kimseydi. Bu evlilikten Ali ve Ümâme adlı iki çocukları doğdu. Ebü’l-Âs, Zeyneb’in müslüman olması yönündeki teklifini kabul etmese de onun dinî inancına karışmadı. Müşrikler, Zeyneb’i boşadığı takdirde kendisini dilediği kızla evlendirmeyi vaad ettikleri halde o buna razı olmadı ve eşini boşamayacağını ilân etti.

Resûl-i Ekrem ve diğer çocukları Medine’ye hicret edince Zeyneb kocası izin vermediği için Mekke’de kaldı. Kocası Bedir Gazvesi’ne müşriklerin safında katılıp esir düştü. Müşrikler esirlerinin serbest bırakılması için fidye gönderdiklerinde Zeyneb de bir miktar mal ve annesinin evlenirken kendisine hediye ettiği gerdanlığı yolladı. Hz. Peygamber gerdanlığı görünce çok duygulandı ve ashabından gerdanlıkla birlikte kızının gönderdiği malın kendisine iade edilmesini, kocasının da serbest bırakılmasını istedi. Resûl-i Ekrem, damadını Mekke’ye vardığında Zeyneb’i Medine’ye göndermesi şartıyla serbest bıraktı. Ebü’l-Âs da dönüşünde Zeyneb’in Medine’ye hicretine izin verdi. Zeyneb kocasının kardeşi Kinâne ile Medine’ye doğru yola çıktı. Kendisi, Hz. Peygamber tarafından gönderilen Zeyd b. Hârise ile ensardan bir sahâbîye Mekke’nin dışında Batn-ı Ye’cec mevkiinde teslim edilecekti (Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 121; Hâkim, IV, 45-46). Bazı Kureyşliler onların yola çıktığını öğrenince peşlerine düştüler; Hebbâr b. Esved ile Nâfi‘ b. Abdükays, Zûtüvâ’da kendilerine yetiştiler. Hebbâr, Zeyneb’in devesini mızrağıyla ürkütünce Zeyneb bir kayanın üstüne düştü ve kaburga kemiği kırıldı, bu arada karnındaki çocuğu düşürdü ve ölünceye kadar bu kırığın acısını hissetti. Ebû Süfyân Kinâne’ye, Kureyşliler’in düşmanı olan birinin kızını gözleri önünde alıp götürmesinin doğru olmadığını ve geceleyin yolculuk yapmalarının daha uygun olacağını söyledi. Geceleyin yola çıkan Kinâne, Zeyneb’i Zeyd b. Hârise’ye teslim etti. Bu olay üzerine bir seriyye yollayan Resûl-i Ekrem, Hebbâr ile Nâfi‘in yakalanıp öldürülmelerini emretti. Fakat seriyyeye katılanlar onları bulamadı. Hebbâr da Mekke fethinden sonra Medine’ye dönerken müslüman oldu.

Kocasının müslüman olmaması bir araya gelmelerine engel teşkil ettiğinden altıncı yılın sonuna kadar Zeyneb Medine’de, kocası Mekke’de yaşadı. Ebü’l-Âs’ın bu zaman içinde Uhud Savaşı’na katıldığı zikredilmektedir (Abdürrezzâk es-San‘ânî, VII, 171). Ebü’l-Âs, 6 (628) yılında Kureyşliler’in kendisine teslim ettiği ticaret mallarıyla birlikte Suriye’den dönerken Zeyd b. Hârise kumandasındaki bir seriyye onu ve yanındakileri esir alıp mallarına el koydu. Fakat Ebü’l-Âs ellerinden kaçtı ve geceleyin Medine’ye gitti. Zeyneb’i bularak ondan kendisine eman verilmesini, Kureyşliler’in ticaret malının da iadesini istedi. Zeyneb ona eman verdiğini bildirdi ve babasından isteğinin yerine getirilmesini rica etti. Resûl-i Ekrem, her müslümanın eman verme yetkisinin bulunduğunu söyleyip Zeyneb’in isteğini kabul etti, ancak karı-koca olarak bir araya gelmelerinin mümkün olmadığını söyledi. Ebü’l-Âs, Mekke’ye dönünce malları sahiplerine teslim etti. Ardından Mekkeliler’e İslâmiyet’i kabul ettiğini bildirdi ve kendilerinin mallarına el koyacağı zannına kapılmamaları için daha önce müslüman olduğunu açıklamadığını belirtti. 7. yılın (629) Muharrem ayında Medine’ye hicret etti. Resûl-i Ekrem de onların daha önceki nikâhlarıyla evliliklerinin devamına izin verdi.

Zeyneb henüz otuz bir yaşında iken Medine’de vefat etti; ölüm sebebi hicret sırasında yaşadığı hazin olaydan kaynaklandığı için şehid sayıldı (Nüveyrî, X, 212; Şevkânî, s. 282). Cenazesini Hz. Peygamber’in hanımları Sevde ve Ümmü Seleme ile sahâbîlerden Ümmü Atıyye ve Ümmü Eymen yıkadı. Resûl-i Ekrem cenazenin nasıl yıkanacağını onlara tarif etti ve kendi izârını vererek kızının vücuduna kefen olarak sarılmasını istedi (Müslim, “Cenâǿiz”, 40), cenaze namazını bizzat kendisi kıldırdı. Kızı Bakī‘ Mezarlığı’na defnedilirken çok üzgün halde kabre inen Resûl-i Ekrem’in kabirden çıkarken tebessüm ettiği, sebebi sorulunca da kızının kabir azabının şiddetine dayanamayacağını düşünerek onun kabir azabı çekmemesi için dua ettiğini ve duasının kabul edildiğini söylediği rivayet edilmiştir (Hâkim, IV, 49). Zeyneb’in Dımaşk veya Kahire’de medfun olduğuna dair bilgi doğru değildir. Zeyneb’in oğlu Ali henüz ergenlik çağına ulaşmadan vefat etti; kızı Ümâme ise teyzesi Hz. Fâtıma’nın isteğiyle onun vefatından sonra Hz. Ali ile evlendi ve Hasan ile Hüseyin’e annelik yaptı.

Peygamber ailesinin diğer fertleri gibi Zeyneb de güzel bir ahlâka sahipti. Resûlullah onu sever ve överdi. Ebü’l-Âs’ın Zeyneb’in faziletinden bahseden bazı beyitleri bulunmaktadır (a.g.e., IV, 47). Zeyneb, İslâm’ın yayılması için gayret göstermiş, babasına yardım etmeye çalışmış, Resûl-i Ekrem, Mekke’de İslâm’ı tebliğ ederken müşrikler tarafından üzerine toprak atıldığında yetişip babasının yüzünü yıkamış, babası da kendisine, “Babam kötü duruma düşecek diye korkma!” demiştir (Taberânî, XX, 342). Resûlullah, Zeyneb ve çocuklarıyla yakından ilgilenir, zaman zaman çok sevdiği torunu Ümâme omzunda olduğu halde namaz kılardı (Ebû Dâvûd, “Śalât”, 165). Ümâme ağır bir hastalık geçirdiğinde Zeyneb babasına haber gönderip eve gelmesini istemiş, Resûl-i Ekrem eve gelip torununu o halde görünce ağlamış ve ağlamanın Allah’ın verdiği merhamet duygusundan kaynaklandığını belirtmiştir (Taberânî, I, 135). Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethi sırasında da Zeyneb’in oğlu Ali’yi terkisine bindirdiği rivayet edilmiştir (a.g.e., XXII, 424).

BİBLİYOGRAFYA:

Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muśannef (nşr. Habîbürrahman el-A‘zamî), Beyrut 1403/1983, V, 225; VI, 144; VII, 168, 171; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 657; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt, VIII, 30-36; Belâzürî, Ensâb, I, 397-400; Taberânî, el-MuǾcemü’l-kebîr (nşr. Hamdî Abdülmecîd es-Selefî), Kahire, ts. (Mektebetü İbn Teymiyye), I, 135; XX, 342; XXII,


424; Hâkim, el-Müstedrek (Atâ), IV, 45-51; Abdülganî b. Abdülvâhid el-Makdisî, Cüzǿ fîhi zevâcü Ebi’l-ǾÂś b. er-RebîǾ bi-Zeyneb binti Resûlillâh śallallāhü Ǿaleyhi ve sellem (nşr. Müsâid Sâlim el-Abd el-Câdir, Liķāǿü’l-Ǿaşri’l-evâħir bi’l-Mescidi’l-Ĥarâm [38] içinde), Beyrut 1423/2002; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), VII, 130-131; İbn Beşküvâl, Ġavâmiżü’l-esmâǿi’l-mübheme (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid-M. Kemâleddin İzzeddin), Beyrut 1407/1987, I, 71-73, 150-153; İbn Hacer, el-İśâbe, IV, 312-313; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, X, 211-212; Zehebî, AǾlâmü’n-nübelâǿ, I, 334-335; II, 246-250; Şevkânî, Derrü’s-seĥâbe (nşr. Hüseyin b. Abdullah el-Amrî), Dımaşk 1404/1984, s. 280-282; Talat Sakallı, “Ebü’l-Âs”, DİA, X, 293-294; Mehâ el-Mübârek, “Zeyneb binti’r-Resûl Muĥammed śallallāhü Ǿaleyhi ve sellem”, MevsûǾatü’l-ǾArabiyye, Dımaşk 2004, X, 515-516.

Aynur Uraler