ZEYNÜ’l-ELHÂN

(زين الألحان)

Lâdikli Mehmed Çelebi’nin (ö. XVI. yüzyılın başları) mûsiki nazariyatına dair eseri.

Tam adı Zeynü’l-elĥân fî Ǿilmi’t-teǿlîf ve’l-evzân olan eser Mehmed Çelebi’nin mûsiki nazariyatına dair kaleme aldığı ilk çalışmasıdır. Arapça yazılarak II. Bayezid’e ithaf edilmiş olup bazı yazarların Fâtih Sultan Mehmed’e ithaf edildiği yönündeki ifadeleri doğru değildir. Telif tarihi bilinmiyorsa da Nuruosmaniye Kütüphanesi’nde kayıtlı bulunan (nr. 3655) nüshasının sonunda Hüseyin Hüsâmeddin Efendi’nin sonradan tahminî yazım tarihi diye eklediği 888 (1483) yılı, eserin Türkçe tercümesi göz önünde bulundurularak yapılmış yerinde bir tesbittir. Eserin diğer Arapça nüshaları,


Nuruosmaniye Kütüphanesi nüshasından XX. yüzyılda çoğaltılmış olup Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi (Arel Yazmaları, nr. 105, 1923 tarihli), İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı (nr. K-20, 1335/1916 tarihli) ve Kahire Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye’de (Fünûn-ı Cemîle, nr. 350, neşre 12, 1924 tarihli) bulunmaktadır.

Müellif eserini padişaha sunduktan bir yıl sonra Türkçe’ye çevirmiştir. Bazı Arapça cümleleri aynen bırakılan eserin tesbit edilen en eski nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir (TY, nr. 4380) ve ferâğ kaydında 10 Rebîülâhir 889 (7 Mayıs 1484) tarihi görülmektedir. Türkçe diğer iki nüshadan Konya Mevlânâ Müzesi Kütüphanesi’nde bulunan nüsha (nr. 2192) 1262’de (1846) Mevlevî Hemdem Çelebi tarafından vakfedilmiştir. Eseri tanıtan Abdülbaki Gölpınarlı (Katalog, II, 271), “Kâğıt, imlâ ve yazı bakımından zamanına aittir” sözüyle onun XVIII. yüzyılın ilk yarısında istinsah edildiğine işaret etmiş olmalıdır. Diğer nüsha Ankara’da Millî Kütüphane’de kayıtlı olup (İbn Sînâ Salonu, Yz. A.1267) İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki nüshadan Mehmed Tâhir tarafından istinsah edilmiştir. Eserin Türkçe’sinde mütercim belirtilmediği için bunun Lâdikli Mehmed Çelebi’ye ait olamayacağı ileri sürülmüşse de müellifin ilk eseri olan Zübdetü’l-beyân ile Zeynü’l-elhân nüshasındaki hatların aynı oluşu, ayrıca kâğıt özellikleri, Hüseyin Hüsâmeddin ile Hüseyin Sadettin Arel’in (Türk Musikisi Kimindir, s. 17) belirttikleri gibi Zeynü’l-elĥân’ın müellifi tarafından tercüme edildiği kanaatini desteklemektedir.

Zeynül-elĥân bir mukaddime, üç makale (bölüm) ve bir hâtimeden ibarettir. Mukaddimede mûsiki ilminin, nağme ve îkāın tanımları yapılır, güzel sesle okumanın önemine Kur’an’dan âyetlerle işaret edilir, bestecilikte kullanılan on yedi sesten söz edilir, insan sesine en uyumlu çalgıların üflemeli ve telli çalgılar olduğu vurgulanır. Eserin birinci bölümünde perde ve perde bölgelerinin taksimi ve telin aralıklara bölünmesiyle Safiyyüddin el-Urmevî’nin metodu üzere on yedi nağme açıklanır. Ayrıca zamanın icrâcılarının perde bölgelerine perde ve girift dediklerine dikkat çekilmesi mûsiki terminolojisi bakımından önemlidir. Daha sonra mülâyim aralıklar, o dönemde kullanılan on dört aralık, aralıklar ve sınıflandırılması, aralıkların iki yöntemle bulunuşu, mülâyim ve mütenâfir seslere yol açan sebepler, dörtlü ve beşli nağmeler anlatılır. İkinci bölümde, doksan bir daireden oluşan makamlar arasında dönemin meşhur makamları rasttan başlanıp uşşakta biten on iki makam, yedi âvâze, dört şube ve terkipler izah edilir. Üçüncü bölüm îkāa ayrılmıştır. Önce îkāın tarifi ve îkāı oluşturan fâsıla, veted gibi bilgiler verilir. Vuruşların zamanı ve giderleri insanın konuşmasındaki hızlı, orta ve yavaş derecedeki süratlerle açıklanır. Birçok çeşidi bulunan îkāın kudemâ nezdinde sayısının altı olduğu belirtilerek Safiyyüddin el-Urmevî’nin altı îkāı açıklanır. Eserin en önemli yönü müellifin kendi zamanında kullanılan, berefşanla başlayıp darb-ı fetihle sona eren on sekiz usulün ardından halk arasında kullanılan cerr-i hafîf ile rikâb îkā‘larını ilâve etmesi ve her usulü sadece zamanıyla değil aynı vuruşlarıyla tarif etmesidir. Eserin hâtimesinde mûsikinin etkisinden ve faydalarından bahsedilir.

Mehmed Çelebi’nin eserini yazarken Fârâbî’nin, İhvân-ı Safâ’nın ve Safiyyüddin el-Urmevî’nin mûsikiye dair eserlerinden yararlanıldığını gösteren işaretler vardır. Nazariyat eseri yazım metodunda Safiyyüddin’in edvâr yazım ekolü takip edilmiştir. Diğer eserlerde bulunmayan makam bilgileri ve müellifin kendi zamanında kullanıldığını söylediği darb-ı tavîl ve darb-ı kasîr, çârdarb, amel, remel-i kasîr ve remel-i tavîl, serendâz, nîm-sakīl, revan, serîü’l-hezec, muhaccel, cerr-i hafîf gibi usullerden söz edilmesi eserin özgün bir çalışma olduğunu ortaya koymaktadır. Bununla birlikte müellif, er-Risâletü’l-fetĥiyye’de belirttiği gibi geçmişte kullanılıp kendi zamanında bulunmayan usullerden söz etmez. Mûsiki tarihinde nazariyat dönemlerini ifade etmek için “kudemâ, müteahhirîn ve fî-zamâninâ” olmak üzere üç dönemden söz edilir. Çalgılardan sadece şah-rûdun adı geçer.

Zeynü’l-elĥân ancak XX. yüzyılda müzikologların dikkatini çekmiştir. Esere doğu Türk müziğiyle ilgilenen D’erlanger, Henry George Farmer dışında Türkiye’de ilk defa değinen kişi Rauf Yektâ Bey’dir (1924). Rauf Yektâ ve Mehmet Suphi Ezgi nazariyat kitaplarını yazarken Zeynü’l-elĥân’dan faydalanmışlardır. Gültekin Oransay, Lâdikli’nin eserlerinde bahsettiği usul ve makamların tam bir listesini diğer eserlerle birlikte vermiştir (Prof. Dr. Gültekin Oransay Derlemesi I, s. 107 vd.). Farmer’in eserin adını yanlış aktardığını kaydetmekle birlikte, Türkçe’sinden hiç söz etmeyen Amnon Shiloah’ın Zeynü’l-elĥân’ı, müellifinin mûsikiyle ilgili nazariyat konusunda ikinci eseri ve salt Arap mûsikisi teorisi olarak göstermesi yanlıştır (The Theory of Music, s. 264, 266). Özellikle Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid dönemi İstanbul mûsiki tarihinin önemli kaynaklarından olan eserde verilen bilgiler Selçuklular ve Anadolu beylikleri mûsikisine de ışık tutmaktadır. Zeynü’l-elĥân’ın İstanbul ve Konya’daki Türkçe nüshaları üzerine Ruhi Kalender doktora tezi (1982, AÜ İlâhiyat Fakültesi), Ankara nüshası üzerine Nejla Dalkıran lisans bitirme çalışması (1983, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü) ve Ahmet Pekşen eseri dil açısından ele alan yüksek lisans tezi (2002, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) hazırlamıştır. Bununla birlikte eserin yayınından sonra müzikolojiye uygun bir incelemesinin yapılması gerekmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Mehmed Çelebi el-Lâzikî, er-Risâletü’l-fetĥiyye fi’l-mûsîķā (nşr. Hâşim M. Receb), Küveyt 1406/1986, s. 9; Keşfü’ž-žunûn, II, 1236; Osmanlı Müellifleri, II, 51; Abbas el-Azzâvî,


Mûsîķa’l-ǾIrâķıyye fî Ǿahdi’l-Moġūl ve’t-Türkmân, Bağdad 1370/1951, s. 64-65; H. G. Farmer, The Sources of Arabian Music, Leiden 1965, s. 62, 318; Gölpınarlı, Katalog, II, 271; A. Shiloah, The Theory of Music in Arabic Writings, München 1979, s. 264, 266-267; H. Sâdeddin Arel, Türk Musikisi Kimindir, Ankara 1988, s. 17; Prof. Dr. Gültekin Oransay Derlemesi I (haz. Serhad Durmaz-Yavuz Daloğlu), İzmir 1990, s. 107 vd.; M. Cihat Can, XV. Yüzyıl Türk Mûsikisi Nazariyâtı: Ses Sistemi (doktora tezi, 2001), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.; Osmanlı Musikî Literatürü Tarihi (haz. Ekmeleddin İnsanoğlu v.dğr.), İstanbul 2003, s. 20-22; Rauf Yekta, “Lâdikli Mehmed Efendi”, Anadolu Mecmuası, 1/1, İstanbul 1340, s. 9-14; Mustafa Yeşil, “Türk Musikisi Bibliyografyası Denemesi”, MM, sy. 221 (1966), s. 139; Recep Uslu, “Ladikli Mehmed Çelebi Üzerindeki Şüpheler”, a.e., sy. 462 (1998), s. 33-38; a.mlf., “XV. Yüzyılda Yazılmış Türkçe Musiki Nazariyatı Eserleri”, TD, XXXVI (2000), s. 462-463; a.mlf., “Türkçe Müzik Teorisi Eserleri Nasıl Çalışılmalı”, Folklor/Edebiyat, sy. 58, Ankara 2009, s. 47, 52, 54; a.mlf., “Mehmed Çelebi, Lâdikli”, DİA, XXVIII, 449; “Mehmed Çelebi, Lâdikli”, TA, XXIII, 405; Öztuna, BTMA, II, 38; Nuri Özcan, “Osmanlılar’da Musikî”, Osmanlı Ansiklopedisi, İstanbul 1993, III, 217.

Recep Uslu