ZEYTÛNE CAMİİ

Tunus’ta VII. yüzyılın sonunda inşa edilen cami.

Başkent Tunus’ta çarşıların ortasında yer alır ve şehrin büyük camisi olmasından dolayı Câmiu’l-kebîr (Tunus Ulucamii) adıyla da anılır. İlk defa Emevî valilerinden Hassân b. Nu‘mân’ın 80’de (699) tesis ettiği yapıyı İbnü’l-Habhâb 114-116 (732-734) yıllarında yenilemiştir. Daha sonra Abbâsî Halifesi Müstaîn-Billâh’ın emriyle Ağlebîler’den II. Ziyâdetullah tarafından genişletilerek yenilenen cami, Fâtımî halifelerinden Azîz-Billâh zamanında 381-385 (991-995) yılları arasında mihrap önü kubbesi ve avludaki revakları ile tekrar inşa edilip bezenmiştir. Tunus’ta idareyi elinde bulunduran hükümdarların camiye olan ilgisi devam etmiş, Horasânîler hânedanı zamanında caminin doğu ve kuzey kapıları yenilenmiştir. Kitâbelere göre doğudaki kapıyı Abdurrahman b. Muhammed İbnü’l-Fakīh Mahriz 457’de (1065), kuzey cephesinin ortasındaki kapıyı da 474’te (1082) Şeyh Ebû Muhammed Abdülhak b. Abdülazîz b. Horasan açtırmış, Hafsîler zamanında 648 (1250) yılında Müstansır-Billâh avlunun doğusuna bir çeşme ilâve ettirmiştir. 716’da (1316) yine Hafsîler’den Ebû Yahyâ Zekeriyyâ’nın tamir ettirdiği camide, 822’de (1419) avlunun minare yönündeki revaklarda Ebû Fâris Abdülazîz el-Mütevekkil bir kütüphane kurmuştur. Caminin güneydoğu köşesinde Hafsîler’den Ebû Amr Osman da 854’te (1450) kütüphane yaptırmıştır.

Zeytûne Camii’ne olan ilgi Türk döneminde de sürmüş, ilk olarak 991 (1583) yılında mihrap ve minberin süslemeleri yenilenmiştir. Bunun üzerindeki kitâbeye göre 1084’te (1673-74) cami imamı Tâcülârifîn Osmâniyye’l-Karşî tarafından mihrap önü kubbesi yenilenmiş, aynı tarihte caminin doğu cephesini saran bir revak eklenmiştir. Daha sonra Hammûde Paşa minareyi tamir ettirmiş ve şerefesini ahşap korkuluklarla çevirtmiştir. Murad Bey, üzerinde 1084 (1673-74) tarihli bir kitâbe bulunan Kur’an dolabının süslemelerini yeniletmiştir. Mihrabın solundaki imam odası, giriş kapısı üzerinde yer alan kitâbesine göre 1211 (1797) yılında Vekîlü’l-hâc Ali Bû Hacle tarafından tamir edilmiştir. 1834 ve 1896 yıllarında minare önemli bir onarım geçirerek bugünkü görünümünü kazanmıştır.

Dikdörtgen bir alanı kaplayan cami, harim ve bunun önünde revaklı avlu ile kuzeydoğu yönündeki revaklardan meydana gelmektedir. Revakların kuşattığı kuzeydoğu cephesi dışında dar geçitli kapalı çarşıların çevrelediği yapı, dıştan ancak kare gövdeli yüksek minaresi ve kare kaide üzerindeki yüksek kasnağa oturan dilimli iki kubbesiyle algılanabilmektedir. Avluya ve kuzeydoğu cephesindeki revaklara açılan kapılardan geçilen ibadet mekânı ortada ve yan kenardakiler daha geniş, mihraba dik on beş nefin mihrap önünde enlemesine bir nefle kesilmesinden oluşan bir plana sahiptir. Dikey neflerin ortasında Sîdî Ukbe Camii’nde görüldüğü gibi kıbleye paralel bir kemer dizisi uzanmaktadır. Mihrap önü bölümü ve bunun eksenindeki, avluya açılan revakların orta bölümü kubbe, diğer yerler düz çatı ile örtülmüştür. 54 × 26 m. boyutlarındaki harimde enlemesine uzanan yedi sıra halindeki sütunlar birbirine at nalı kemerlerle bağlanmıştır. Üstlerinde kompozit başlıkların bulunduğu, farklı renklerdeki damarlı mermerden sütunlar mihrap önünde ve avluya bakan yönde ikili olarak sıralanmaktadır. Sütun başlıklarının üzerindeki yüksek impost bölümleri kabartma şeklinde yapılmış lotus, rûmî ve kıvrık dallardan meydana gelen, üslûplaştırılmış bitki kompozisyonları ile süslenmiştir.

Güneydoğu duvarının ortasındaki mihrap duvara 1,5 m. girinti yapan yarım daire niş biçimindedir. Yanlardan ikişer sütunçeye oturan at nalı kemeri, kavsarası ve kemer alınlıkları son zamanlarda yenilenen, alçı üzerine bitkisel ve geometrik kompozisyonlarla süslenmiştir. Camide süslemenin yoğunlaştığı mihrap önünü örten kubbeye istiridye yivli tromplarla geçilmektedir. Güneyden duvar, üç yönden geniş ve yüksek at nalı kemerler üzerinde yükselen, içten kaburgalı, dıştan yivli kubbenin kasnağına sekiz pencere açılmış, pencereler ve bunların arasındaki yüzeyler küçük sütunçelerin taşıdığı yuvarlak kemerli niş şeklinde düzenlenmiştir. Kubbeyi taşıyan kemerlerden kasnağın üst hizasına kadar bütün yüzeyler, Endülüs-Mağrib sanatı etkisini gösteren oldukça ince işlenmiş alçı süslemelerle kaplanmıştır. Kemerlerin dış yüzeyinde ve trompların alt hizasında kûfî karakterli onarım kitâbeleri mevcuttur. İç mekânda çatıyı taşıyan kemerlerin üstündeki duvar yüzeylerinde ve üst örtüde süslemeye yer verilmiştir. Orta nefin avlu yönündeki bölümünün üzerini örten daha küçük kubbe sütunlara oturan dört at nalı kemerle taşınmaktadır. Mihrap önünde olduğu gibi istiridye yivli tromplarla geçilen bu kubbenin yuvarlak kemerli pencerelerin açıldığı yüksek kasnağı ve bunun alt bölümü stilize bitkisel ve geometrik kompozisyonların süslediği alçı ile kaplanmıştır. Mihrabın solunda cami görevlileri için ayrılmış küçük mekânlar bulunmaktadır. Harimden bu mekânlara girişi sağlayan kapı dıştan siyah


çizgilerle konturlanan beyaz mermerle kaplanmıştır. Kapı açıklığının üzerinde siyah-beyaz taşlardan oluşan yuvarlak kemerin çevrelediği sülüs hatlı mermer kitâbe 1212 (1797) tarihini vermektedir. Birbiri içine açılan sade kapılarla girilen bu mekânlar düz örtülüdür. Harimin avluya açılan kemerlerinin arası ahşapla kapatılmış, kuzeydoğu duvarı daha kısa tutulan avlu dört yönden revaklarla kuşatılmış, kompozit başlıkların ve yüksek impostların bulunduğu sütunlara oturan at nalı kemerlerin taşıdığı 3,5 m. genişliğindeki revaklar zemini mermerle döşenmiş avludan bir seki ile yükseltilmiştir. Sade silmelerle çevrelenen at nalı kemerlerin üzerinde aralarında renkli taş süslemelerin bulunduğu silmeler bütün avlu cephelerini dolanmaktadır.

Avlunun batı köşesinde yer alan minare 9 m. genişliğinde, 44 m. yüksekliğinde kare bir kule şeklindedir. Minarenin alt bölümü revakların çatı hizasına kadar düz bir yüzey halinde yükselmektedir. Alt kısımdan iki kalın konsolla ayrılan gövde en altta beş sütunçeye bağlanan dilimli kör kemerlerle kaplanmış, sarı renkli taşlarla oluşturulan düz bir yüzey üzerinde bulunan bu düzenleme minare gövdesinin dört cephesinde tekrarlanmıştır. Gövdenin üstünde, alternatif dizilen siyah-beyaz taşlarla dolgulanan düz bir yüzeyden sonra her cephede beşer yüksek at nalı kemerle dışa açılan şerefe bulunmaktadır. Bunun üzerinde ince uzun dendanlar gelmektedir. Daha kısa tutulan şerefe bölümü dört yöne siyah-beyaz taşla örülen at nalı kemerlerle açılmaktadır. En üstte yeşil renkli prizmal külâh ve alem yer almaktadır. Camiye XVII. yüzyılda eklenen, harim ve avluyu kuzeydoğudan çevreleyen revaklara dışarıdan on iki basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Revaklar, kıbleye dik uzanan at nalı kemerlerle birbirine bağlanan ve biri caminin doğu duvarına bitişik üç sıra halinde dizilen kırk sekiz sütunla taşınmaktadır. Kare altlıklar üzerindeki mermer sütunlar Hafsî tipi sütun başlıklarına sahiptir. 54 × 6,5 m. boyutlarındaki dikdörtgen planlı bu bölümün üstü düz çatı ile örtülmüştür.

Tunus’ta inşa edilen ilk yapılardan olan Zeytûne Camii’nde bu bölgedeki diğer camilerde olduğu gibi çok destekli plan şeması uygulanmıştır. Ortadaki daha geniş, kıbleye dik uzanan neflerin mihrap önünde enine bir nefle kesilmesinden meydana gelen plan, ilk inşa tarihi 670 yılına kadar inen ve sonraki dönemlerde yapılan onarımlarla günümüze gelen Kayrevan’daki Sîdî Ukbe Camii’nde görülmektedir; sonraki dönemlerde de Mağrib camilerinde yaygın biçimde uygulanmıştır. Muvahhidler’in bir eseri olan Tinmel Camii ve Merakeş Kütübiyye Camii ile Merînîler’den kalan Tâze (Tâzâ) Camii (1291) bu planın görüldüğü yapılardır. Osmanlı döneminde Tunus’ta inşa edilen Hammûde Paşa Camii de (1655) aynı düzenlemeye sahiptir. Zeytûne Camii plan şeması, revaklı avlu düzenlemesi ve kare gövdeli yüksek minaresinin yanı sıra mermer sütunların üzerindeki at nalı kemerleri, iki renkli taş kompozisyonları ve alçı süslemeleriyle Tunus’ta daha sonraki dönemlerde yapılan camileri etkilemiştir.

BİBLİYOGRAFYA:

G. Marçais, Manuel d’art musulman, Paris 1926, I, 34-36; Slimane Mostafa Zbiss, Monuments musulmans d’époque husseynite en Tunisie, Tunus 1955, s. 13; a.mlf., el-Ķıbâbü’t-Tûnisiyye fî teŧavvürihâ, Tunus 1959, s. 20-21; a.mlf., Les monuments de Tunis, Tunus 1971, s. 9-12; a.mlf., Ĥavle medîneti Tûnis el-Ǿatîķa: La médina de Tunis, Tunus 1981, s. 17; a.mlf., “el-CâmiǾu’z-Zeytûnetü’l-maǾmûr”, el-Hidâye, sy. 4, Tunus 1982, s. 44-66; sy. 5, s. 19-21; sy. 6, s. 78-80; D. Hill-L. Golvin, Islamic Architecture in North Africa, London 1976, s. 95-96; A. Papadopoula, l’Islam et l’art musulman, Paris 1976, s. 504; Tâhir el-Ma‘mûrî, CâmiǾu’z-Zeytûne ve medârisü’l-Ǿilm fi’l-Ǿahdeyni’l-Ĥafśî ve’t-Türkî, Tunus 1980; Mohamed Masmoudi-Jamila Binous, Tunis: La ville et les monuments, Tunus 1980, s. 85; Muhammed b. Hoca, Târîħu meǾâlimi’t-tevĥîd fi’l-ķadîm ve fi’l-cedîd (nşr. Hammâdî es-Sâhilî-Cîlânî b. Yahyâ), Tunus 1985, s. 41-54; Muhammed b. Osman el-Haşâişî, Târîħu CâmiǾi’z-Zeytûne (nşr. Cîlânî b. Yahyâ), Tunus 1985; K. A. C. Creswell, A Short Account of Early Muslim Architecture, Aldershot 1989, s. 387; A. Pellegrin, “Mosquées et zaouïas de Tunis”, Cahiers Charles de Foucauld, sy. 2, Paris 1950, s. 220-232; Abdülazîz Devletlî, “el-ǾAnâśırü’l-Aġlebiyye fî taśmîmi CâmiǾi’z-Zeytûne”, el-Hidâye, sy. 2-3, Tunus 1980, s. 78-80; Khalifa Chater, “Zaytūna”, EI² (İng.), XI, 488-490.

Kadir Pektaş

İlim ve Kültür Tarihindeki Yeri. Adını inşa edildiği yerde bulunan zeytin ağacından aldığı rivayet edilir. Ayrıca bu ismin, zeytinyağının ışık yayması gibi ilim ışıklarını bölgede yayması arzusuyla, Nûr sûresinin 35. âyetinde Allah’ın nurunun temsili için verilen örnekte geçen zeytûne kelimesinden geldiği de ileri sürülmüştür (Tâhâ el-Velî, s. 562). Zeytûne Camii 80 (699) yılından hemen sonra önemli bir ilim merkezi haline gelmiş, 120 (737) yılından itibaren burada seçkin âlimlerin çevresinde ilim halkaları teşekkül etmiştir. Ebü’l-Arab’ın Ŧabaķāt’ında dokuzunu tanıttığı bu âlimlerin en meşhurları Ebû Muhammed Hâlid b. Ebû İmrân et-Tücîbî, Amr b. Râşid el-Kinânî, Ebû Yezîd Abdülmelik b. Ebû Kerîme el-Ensârî, Ebû Küreyb Abdurrahman el-Meâfirî’dir.

Mâlikî mezhebini bölgede yaymaya başlayan İbn Ziyâd el-Absî, Tunus’ta yetişen ve derslerini Zeytûne’de veren en önemli


âlimlerden biridir. Ağlebîler döneminde Ebû İbrâhim Ahmed b. Muhammed ve kardeşi II. Ziyâdetullah tarafından yeniden yaptırılan Zeytûne Camii, Tunus’u başşehir edinen Horasânîler devrinde de bölgenin önemli bir ilim merkeziydi. Burada yetişen çok sayıda fakih bölgedeki şehirlerde kadılık görevini üstleniyordu (Bekrî, II, 697-699). Tunus şehri Hafsîler döneminin başlarında (1228 civarı) ilmî faaliyetler açısından Kayrevan’ı gölgede bırakacak duruma geldi. Cuma ve bayram namazlarının kılındığı Zeytûne Camii, el-Câmiu’l-A‘zam diye adlandırılırdı. Sultanlar ve devlet adamları Tunus’ta başka cami ve medreseler inşa ettirmiş, bunun yanında Zeytûne Camii’ne ayrı bir itina göstermişlerdir. Bu sayede ilmî faaliyetler hızla gelişmiş, bölgenin diğer şehirlerinden ve Endülüs’ten gelen pek çok âlim Tunus’a yerleşerek bu faaliyetlere katkıda bulunmuştur. Bu süreçte medreselerle camilerde yapılan dersler arasında bir fark bulunmuyor, buralarda Mâlikî fıkhıyla birlikte diğer dinî ilimler de okutuluyordu.

Zeytûne Camii’nde eğitim ve öğretim VII. (XIII.) yüzyılın ortalarından itibaren büyük canlılık kazandı ve caminin şöhreti bölgede yayıldı. Tunus’un yanı sıra Fas, Cezayir ve Sudan’dan öğrenciler gelmeye başladı ve cami Kuzey Afrika’nın en önemli ilim merkezlerinden biri oldu. Aynı yüzyılın sonlarında Zeytûne Camii etrafında önemli gelişme gösteren ilmî hareket Mâlikî mezhebinin bölgede yeniden güçlenmesini sağladı. Bu dönemde Zeytûne Camii’nde yetişip orada müderrislik yapan âlimlerin en meşhurları Ebü’l-Kāsım b. Ebû Bekr İbn Zeytûn, İbn Arafe, Ebû Mehdî Îsâ el-Gabrînî, Ebü’l-Kāsım el-Burzülî, İbn Bezîze, Muhammed b. Hilfe el-Übbî, Ebü’l-Kāsım İbn Nâcî, Ebû Hafs Ömer el-Kılşânî, İbn Haldûn, Muhammed b. Kāsım er-Rassâ‘, Ahmed el-Misrâtî ve Ebü’l-Berekât İbn Usfûr’dur.

Daha önceki dönemlerde Zeytûne Camii’nde bir esas konulmadan talebelerin istekleri ve hocaların tercihine göre geleneksel biçimde yürütülen öğretim VIII. (XIV.) yüzyılda belirlenen kurallar, geliştirilen metotlar, verilen icâzetlerle düzenli bir hale getirildi ve üniversiteye benzer bir statü kazandı. Bu kuralları koyan Hafsî sultanları ve devlet adamları müderris ve talebenin ihtiyaçlarının karşılanması için vakıflar tahsis ettiler. Burada dinî ilimlerin yanı sıra edebî ilimler, tıp, astronomi ve riyâziye başta olmak üzere felsefî ve aklî ilimler de okutuluyordu. Hafsî sultanları, Zeytûne Camii’nde kütüphaneler kurdu. Sultan Ebû Fâris Abdülazîz, el-Maksûretü’l-Azîziyye adı verilen kütüphanesine 30.000 ciltten fazla eser vakfetti, daha sonra vakfedilenlerle birlikte kitapların sayısı 200.000’e ulaştı. Sultan Ebû Amr Osman, 854’te (1450) sarayındaki kütüphaneleri Zeytûne Camii’nde yapılan yeni bir kütüphaneye bağışladı. Saraydaki nâdir yazma eserler de oraya nakledildi. V. Muhammed el-Mütevekkil’in burada kurduğu Abdaliyye Kütüphanesi için yazma eser satın almak üzere İspanya’nın Şâtıbe şehrine gönderdiği âlimler 3000 eserle geri döndüler. Aynı dönemde biri cuma ve bayram namazlarını, diğeri vakit namazlarını kıldıran iki imamın görev yaptığı camide her gün Kur’ân-ı Kerîm ve hadis okunuyordu. Ebû Fâris Abdülazîz, Zeytûne Camii’nde ikindiden önce Śaĥîĥ-i-Buħârî, ikindiden sonra eş-Şifâǿ ve et-Terġīb ve’t-terhîb okutulmasını emretmişti. Ebû Amr Osman, 866 (1462) yılında Endülüs’ten hediye olarak gönderilen kıymetli bir mushaftan her gün sabah, öğle ve ikindi namazlarından önce Kur’an okumaları için güzel sesli dört hâfız görevlendirmişti.

Zeytûne Camii, Hafsîler’in çöküş dönemlerinde ilmî canlılığını kaybetmeye başladı. İspanyollar’ın Tunus’u işgal etmesi ilmî faaliyetleri durma noktasına getirdi. İspanyollar, 1535 ve 1573’te Tunus’a girdiklerinde Zeytûne kütüphanelerindeki kitapların çoğunu yaktılar, sokaklara dökerek atlara çiğnettiler, bir kısmını da papalığın kütüphanesine götürdüler. Bu durum İspanyollar’ın 1574’te Tunus’tan çıkarılmasına kadar devam etti. İspanya’nın Tunus’u işgali sebebiyle ülkedeki âlimlerin önemli bir kısmı başka bölgelere gitmişti. Bölgenin kesin biçimde Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardından âlimlerin çoğu geri dönünce ilmî hayat tekrar canlandı. Osmanlı egemenliği sırasında askerlerin yanı sıra ülkenin çeşitli bölgelerinden şehre göç edenlerle birlikte şehirdeki Hanefîler’in sayısı büyük oranda arttı. Bu arada Tunus’a gelen pek çok Hanefî fakihi cami ve medreselerde Hanefî fıkhını öğretiyordu. “Dayılar” devrinde özellikle XVII. yüzyılın başlarında Endülüs’teki müslümanların İspanya tarafından toptan sürgün edilmesi üzerine yoğunluk kazanan göç esnasında Tunus’a gelen Endülüslü âlimler Zeytûne’nin ilmî faaliyetlerine katkı sağladı. Bu dönemde Zeytûne’de ders veren müderrisler arasında Âşûr el-Kosantînî, Muhammed Hammûde, Fetâte, Muhammed el-Gumârî, Ebû Abdullah Muhammed Zeytûne ve Şeyh Muhammed Seâde sayılabilir.

1705-1735 ve 1756-1957 yılları arasında hüküm süren Hüseynîler devrinde askerî ve iktisadî alanlarda ıslahat yapan I. Ahmed (Paşa), 1842’de Zeytûne Camii’n-de geleneksel biçimde yürütülmekte olan öğretimi yeniden düzenledi. 1 Kasım 1842 tarihinde eğitim ve öğretimi yürütmek üzere iki Hanefî ve iki Mâlikî fakihinden meydana gelen nezâretü’l-ilmiyye heyeti oluşturuldu. Camide ders vermek için on beş Mâlikî ve on beş Hanefî fakihi görevlendirildi. Müderrislerin tatil günleri dışında her gün istedikleri iki ilim dalından iki ders okutmaları kararlaştırıldı (müderrislerin listesi için bk. M. Azîz b. Âşûr, s. 90-92). Bu düzenleme Zeytûne’yi daha canlı hale getirdi. Tunus’un diğer şehirlerinden ve komşu ülkelerden gelen talebelerin sayısı hızla arttı. I. Ahmed Bey, İspanyol işgali sırasında tahrip edilen kütüphanelerden birini yeniletti ve buraya el-Mektebetü’l-Ahmediyye adını verdi. Mehmed Sâdık Paşa 1875’te Abdaliyye Kütüphanesi’nin olduğu yere el-Mektebetü’s-Sâdıkıyye’yi yaptırdı.

Mehmed Sâdık Paşa zamanında, Vezir Tunuslu Hayreddin Paşa’nın Zeytûne Camii âlimlerinden ve devlet adamlarından teşkil ettiği bir heyetin hazırladığı fermanla Zeytûne Medresesi’nde ıslahat yapıldı (Ocak 1876). Altmış yedi maddelik menşurda Zeytûne Camii’nde okutulacak dersler ve bunların üç merhalesi, müderris ve öğrencilerin durumu, eğitim ve öğretimin düzenlenmesi için kurulan nezâret heyetinin görevleri ve öğretim yılının sonunda yapılacak imtihanlarla ilgili kurallar belirlendi. Üç kademeli eğitimin birinci, ikinci ve üçüncü kademelerinde okutulacak kitaplar tesbit edildi. Hayreddin Paşa’nın bu ıslahatın yürütülmesiyle ilgili bir müsteşar ve camide ona yardım edecek iki görevliyi tayin etmesiyle devlet camideki öğretimi doğrudan kontrol altına almış oldu. Bununla birlikte Hayreddin Paşa’nın programa dahil etmek istediği modern bilimlerin okutulması teşebbüsü bazı muhafazakâr âlimlerin karşı çıkması yüzünden uygulanma imkânı bulamadı. Ancak yapılan ıslahat, Zeytûne Medresesi’nin gelişmesini ve dönemin en önemli ilim kurumları arasına girmesini sağladı. Bu dönemde ders okutan hocaların başında Ömer b. Şeyh, Sâlim Bû Hâcib, Ebû Abdullah Muhammed b. Osman es-Senûsî, Muhammed en-Neccâr, Muhammed en-Nahlî ve Mahmûd b. Hoca geliyordu.

Fransız himayesi döneminde (1881-1956) Zeytûne’de yeni düzenlemeler yapıldı. 1898’de Zeytûne âlimleri ve sömürge


yönetimi temsilcisinin katıldığı bir ıslah heyeti teşkil edildi. 1910’da ikinci defa teşkil edilen ıslah heyetinin kararıyla Kayrevan, Sûse, Sefâkus, Tûzer ve Kafsa’da Zeytûne’ye bağlı beş şube açıldı. 1912’de yapılan, medrese sisteminin ele alındığı eğitim şûrasında ibtidâiyye, mütevassıta ve âliye olmak üzere üç kademeden meydana gelen sistem kabul edildi. 1924’te yine bazı düzenlemeler yapıldı. 1930’da gerçekleştirilen toplantıda başlarında Başvezir Halîl Bû Hâcib ve Şeyhülislâm Ahmed Bayram’ın bulunduğu, ülkenin müslüman ve Arap karakterinin korunmasını, Zeytûne’de eğitim ve öğretimin eskisi gibi devam etmesini düşünen muhafazakârlarla Zeytûne’de eğitimin yeniden düzenlenmesini isteyen Mâlikî başmüftüsü Muhammed Tâhir İbn Âşûr’un liderliğindeki ıslahçılar arasında şiddetli tartışmalar yaşandı. 1932’de İbn Âşûr’un hükümet adına Zeytûne’nin ve bağlı birimlerin idaresiyle görevlendirilmesi dengeyi ıslahçıların lehine çevirdi. İbn Âşûr, Eleyse’ś-śubĥu bi-ķarîb adlı eserinde ortaya koyduğu, Zeytûne Medresesi’ndeki öğretimin ıslahı planını uygulamaya başladı. Camide eğitim işleri için kurulan nezâretü’l-ilmiyyenin yerini meclisü’l-ıslah aldı. Ders okutacak müderrisler üç gruba ayrıldı; birinci grupta otuz, ikinci grupta on iki, üçüncü grupta elli müderris görevlendirildi. Bir buçuk yıl sonra istifa eden başmüftü İbn Âşûr 1945’te tekrar aynı göreve getirilince idarî, ilmî ve pedagojik bakımdan önemli yenilikler gerçekleştirildi. Zeytûne’nin şube sayısı ikisi Cezayir’de olmak üzere yirmiye ulaştı, kızlar için özel bir medrese açıldı. Neticede müderrislerin sayısı arttığı gibi talebelerin sayısı da 3000’den 25.000’e ulaştı. 1946’da müfredata riyâzî ve tabiî ilimler, tarih, coğrafya ve felsefeyle ilgili dersler konuldu. Öğretimin modernleştirilmesi yolunda atılan en önemli adım Zeytûne’de 1951’de eş-Şu‘betü’l-asrıyye’nin açılması oldu. Bu şubede Arapça’nın yanında Fransızca ve İngilizce de öğretiliyordu. Yeniliklerin ardından Zeytûne’de eğitim ve öğretim gelişti, mezunlar Tunus’un her tarafına yayıldı. Ülkenin camilerinde görev yapan imam ve hatiplerin hemen hemen tamamı Zeytûne Medresesi mezunuydu. Fas, Trablus, Cezayir ve Moritanya’da da faaliyette bulunan görevliler vardı. Zeytûnî nisbesiyle anılan bu âlimler Tunus’ta seçkin bir konuma sahipti. Mescid ve camilerde imamlık, müderrislik ve vâizlik yaptıkları gibi kendisine alım satım, kira ve nikâh akidlerini yapma yetkisi de verilmişti. Bunların arasından büyük edip ve şairler çıkmıştır.

İbn Ebü’d-Dıyâf, müfessir ve Sünnî ıslahatçı geleneğin başlıca temsilcisi Muhammed Tâhir İbn Âşûr, oğlu Muhammed Fâzıl İbn Âşûr, şair ve edip Mahmûd Kabâdû, 1906’da Fransız emperyalizmine karşı Tûnisü’l-fetât hareketini başlatan Ali Bâş Hanbe, Fransızlar’a karşı Tunus’un bağımsızlığı fikrini savunan siyaset adamı Abdülazîz b. İbrâhim es-Seâlibî, devlet adamı, tarihçi ve şair Ebü’l-Kāsım eş-Şâbbî, Osmanlı hâkimiyetinin son devrinde ve işgal döneminde Zeytûne’de yetişen meşhur âlim, fikir ve siyaset adamlarının başında gelir. Fransız sömürgesi idaresine karşı başlatılan millî hareketin liderlerinin çoğu bunların arasından çıkmıştır. Hüseynîler döneminden itibaren önemli görevlere getirilen ve devlet işlerinin yürütülmesinde etkili olan Zeytûne âlimleri Tunus Devleti’nin kurulması sırasında da önemli katkılarda bulunmuşlardır. Cezayir ıslah hareketinin ilk ve en önemli temsilcisi Abdülhamîd b. Bâdîs de Zeytûne Medresesi’nde yetişmiştir. Yaklaşık on üç asır boyunca kesintisiz eğitim vermeyi başaran, XIX. yüzyılda bir üniversite statüsü kazanarak İslâm dünyasının en önemli öğretim kurumları arasına giren Zeytûne Camii’nde yürütülmekte olan eğitim-öğretim faaliyeti, 1956’da Tunus’un bağımsızlığını kazanmasının ardından kurulan Zeytûne Üniversitesi’ne (el-Câmiatü’z-Zeytûniyye) nakledildi. Ancak 1960’lı yıllardan itibaren devlet tarafından Zeytûne mezunlarına karşı şiddetli bir baskı uygulandı. Memuriyetlerine engeller konuldu, itibarları zedelendi ve büyük sıkıntılarla karşılaştılar. Bunların pek çoğu Doğu ve Batı ülkelerine sığınmak zorunda kaldı.

BİBLİYOGRAFYA:

Ebü’l-Arab, Ŧabaķātü Ǿulemâǿi İfrîķıyye ve Tûnis (nşr. Ali eş-Şâbbî-Nuaym Hasan el-Yâfî), Tunus 1968, s. 212, 215, 217, 223-226; Ebû Bekir el-Mâlikî, Riyâżü’n-nüfûs (nşr. Hüseyin Mûnis), Kahire 1951, I, 162-166, 323-324; Bekrî, el-Mesâlik, II, 697-699; İbn Ebû Dînâr, el-Müǿnis fî aħbâri İfrîķıyye ve Tûnis, Beyrut 1993, tür.yer.; Hüseyin Hoca, Źeylü Beşâǿiri’l-îmân bi-fütûĥâti Âli ǾOŝmân (nşr. Tâhir el-Ma‘mûrî), Libya-Tunus, ts. (ed-Dârü’l-Arabiyye li’l-kitâb), s. 45-47, 167-305; Ahmed Fikrî, Mescidü’z-Zeytûneti’l-CâmiǾ fî Tûnis, Kahire 1953; M. Hıdır Hüseyin, Tûnis ve CâmiǾu’z-Zeytûne (nşr. Ali Rızâ et-Tûnisî), Dımaşk 1391/1971, s, 7-10, 16, 31-41, 44-127; Muhammed b. Osman el-Haşâişî, Târîħu CâmiǾi’z-Zeytûne (nşr. Cîlânî b. Yahyâ), Tunus 1973; Tâhir el-Ma‘mûrî, CâmiǾu’z-Zeytûne ve medârisü’l-Ǿilm fi’l-Ǿahdeyni’l-Ĥafśî ve’t-Türkî, Trablus 1980, s. 45-78; Muhammed b. Hoca, Târîħu meǾâlimi’t-tevĥîd fi’l-ķadîm ve’l-cedîd (nşr. Hammâdî es-Sâhilî-Cîlânî b. Yahyâ), Beyrut 1985, s. 41-115; Sâdık ez-Zemerlî, AǾlâm Tûnisiyyûn (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1986, tür.yer.; R. Brunschvig,

Târîħu İfrîķıyye fi’l-Ǿahdi’l-Ĥafśî (trc. Hammâdî es-Sâhilî), Beyrut 1988, II, 299-311, 374-386; Tâhâ el-Velî, el-Mesâcid fi’l-İslâm, Beyrut 1409/1988, s. 558-601; Tâhir Muzaffer el-Amîd, Âŝârü’l-Maġrib ve’l-Endelüs, Bağdad, ts. (Câmiatü Bağdâd), s. 103-109; M. Azîz b. Âşûr, CâmiǾu’z-Zeytûne, Tunus 1991, s. 90-112; Muhammed Bûzeyne, Meşâhîrü’t-Tûnisiyyîn, Tunus 1992, tür.yer.; A. H. Green, el-ǾUlemâǿü’t-Tûnisiyyûn: 1873-1915 (trc. Hafnâvî Amâyiriyye-Esmâ Muallâ), Tunus 1416/1995, tür.yer.; Muhtâr el-Ayyâşî, ez-Zeytûne ve’z-Zeytûniyyûn fî târîħi Tûnisi’l-muǾâśır (1883-1958), Tunus 2003; Khalife Chater, “Zaytūna”, EI² (İng.), XI, 488-490; Cevâd Tercümân, “ez-Zeytûne (el-Mescidü’l-Câmi.)”, el-MevsûǾatü’l-ǾArabiyye, Dımaşk 2004, X, 488-492.

İsmail Yiğit