ZÜLHULEYFE

(ذو الحليفة)

Hac veya umre maksadıyla Medine’den Mekke’ye gidenlerin ihrama girdikleri mîkāt yeri.

Hz. Peygamber zamanında Medine’den Mekke’ye giden yolun ilk merhalesi olan ve Medine haremini sınırlayan dağlardan Âir (Ayr) yakınlarında Medine’nin güneybatısındaki Akīk vadisinde bir derenin adı olan Huleyfe, Arabistan’da aynı adı taşıyan diğer yerlerden ayırt edilmek için Zülhuleyfe diye anılmıştır. Su kaynakları bakımından zengin sayılan, özellikle Hz. Ali’ye nisbet edilen bir kuyudan dolayı “Âbâr-ı Alî” (Ebyârıalî) adıyla zikredilen Zülhuleyfe, batısında yer aldığı Akīk vadisinden ötürü Akīk Zülhuleyfesi olarak da bilinir. Medine’den Zülhuleyfe’ye Tarîkuşşecere veya Tarîkulmuarres yoluyla gidilir. Hz. Peygamber, Medine’den çıkarken Tarîkuşşecere yolundan gider, Medine’ye ise bu yoldan daha aşağıda bulunan ve şehre daha yakın olan Tarîkulmuarres yoluyla dönerdi (Buhârî, “Ĥac”, 15). Resûl-i Ekrem, Medine çevresinden Mekke’ye gidenlerin Medine’de veya en geç Zülhuleyfe’de ihrama girmeleri gerektiğini söylemiştir (Buhârî, “Ĥac”, 7, 9-12; Müslim, “Ĥac”, 11-12). Zülhuleyfe, Mekke’ye en uzak mîkāt yeridir, dolayısıyla burada ihrama girmek daha faziletlidir (İbn Hacer, III, 453).

Hz. Peygamber hicretten sonra dört defa Medine’den Mekke’ye gitmek üzere yola çıktı ve bu sırada Zülhuleyfe’ye uğradı. Zilkade 6 (Mart 628) tarihinde sahâbîlerle


birlikte umre için Medine’den hareket edip Zülhuleyfe mevkiine gelince burada konakladılar. Zülhuleyfe’ye getirttiği ve gerdanlık takıp nişanladığı kurbanlıklarını Mekke’ye sevketti. Ardından ihrama girip “semüre” adı verilen bir ağacın altında namaz kıldı (Buhârî, “Ĥac”, 107). Kureyşliler’in durumunu öğrenmek için Mekke’ye gönderdiği Büsr b. Süfyân el-Huzâî’nin dönüşüne kadar Zülhuleyfe’de kaldı ve onun gelmesi üzerine buradan telbiye getirerek Mekke’ye hareket etti. Ancak Mekkeliler’in engellemesi yüzünden bu umre yapılamadı ve yolculuk Hudeybiye Antlaşması ile sonuçlandı. Daha sonra Kâbe’yi ziyaret amacıyla Medine’den Mekke’ye giderken Zülhuleyfe’de ihrama girilmesi, satın alınan kurbanlıklara gerdanlık takılıp Mekke’ye sevkedilmesi âdet haline geldi (Buhârî, “Ĥac”, 115).

Hudeybiye Antlaşması’nın ertesi yılı umretü’l-kazâ için yine 6 Zilkade’de Medine’den yola çıkan Hz. Peygamber ve beraberindekiler Fürû’ yoluyla Zülhuleyfe’ye ulaştılar; burada ihrama girdikten sonra bir gece kaldılar ve Mekke’ye doğru hareket ettiler. Resûl-i Ekrem, Medine’den Mekke’ye gidişlerinde sadece Mekke’nin fethi yolculuğunda ihrama girmemiştir. 13 Ramazan 8 (4 Ocak 630) tarihinde ordusuyla Medine’den ayrıldığında harekâtın hedefini gizli tuttuğu için Zülhuleyfe’de ihrama girmeden Mekke’ye yöneldi. 9 (631) yılında emîr-i hac tayin edilen Hz. Ebû Bekir de Medine’den yola çıkarak Zülhuleyfe’ye ulaştı. Burada ihram hazırlıkları yapılırken nâzil olan Tevbe sûresinin ilgili âyetlerini bildirmek için Resûl-i Ekrem tarafından gönderilen Hz. Ali kafileye Zülhuleyfe’de veya oradan ayrıldıktan bir süre sonra katıldı (Taberî, III, 123).

Hz. Peygamber, 25 Zilkade 10 (22 Şubat 632) tarihinde Vedâ haccı maksadıyla Medine’den ayrılıp beraberindekilerle Zülhuleyfe’ye vardıktan sonra çevreden gelecek olanların toplanması için beklemeye başladı. Zülhuleyfe’de Resûlullah’ın öğle namazını mı yoksa ikindi namazını mı kıldırdığı ve kaç rek‘at kıldırdığı hususu tartışmalara yol açmıştır. Osmanlı âlimi Hızır Bey, Tuĥfe-i Sulŧân Murâd Ħan adlı Farsça risâlesinde (Beyazıt Devlet Ktp., nr. 5577, vr. 41b-44a) Resûlullah’ın Medine’de öğle vaktinin farzını dört rek‘at kıldırıp ardından Zülhuleyfe’de ikindinin farzını iki rek‘at kıldırdığına dair rivayetleri ele almıştır. Bu konuda Enes b. Mâlik’ten gelen, “Mescid-i Nebevî’de öğle namazını dört, ikindi namazını ise Zülhuleyfe’de iki rek‘at kıldık” şeklindeki rivayet (Buhârî, “Ĥac”, 24-25, 27) Enes’in olayın şahidi olması sebebiyle tercih edilmiştir (İbn Hazm, s. 252). Hz. Peygamber, daha önce iki umre yolculuğunda yaptığı gibi Vedâ haccı sırasında da Zülhuleyfe’de geceledi ve yine semüre ağacının altında namaz kıldı (Buhârî, “Ĥac”, 23; Müslim, “Ĥac”, 30). 26 Zilkade’de (23 Şubat) sabah namazını kıldırdıktan sonra ihrama girmek için gusül abdesti aldı. Öğle namazını Zülhuleyfe’de kıldırıp telbiye getirerek Mekke’ye doğru yola çıktı (Buhârî, “Ĥac”, 20, 29).

Daha önce Mekke’den Medine’ye kaçan, Hudeybiye Antlaşması gereği Mekke’ye iade edilmesi gereken Ebû Basîr’in, kendisini Mekke’ye götürmekte olan iki muhafızın elinden Zülhuleyfe’de yemek molası verildiği esnada kaçması da Zülhuleyfe’nin o dönemde Medine ile Mekke arasındaki konaklama yerlerinden biri olduğunu göstermektedir. Daha sonraki dönemlerde Medine’den Mekke’ye gidenler Zülhuleyfe’de ihrama girmeye devam ettiler, Hz. Peygamber’in bulunduğu mekânlarda kalmaya ve onun uygulamalarını yerine getirmeye önem verdiler (Buhârî, “Ĥac”, 14, 16). Ebû Hüreyre’nin, hayatının son dönemlerinde yabancıların çoğalıp görüşebileceği sahâbîlerin azalması dolayısıyla Medine’den ayrılarak Zülhuleyfe’deki evine çekildiği rivayetlerine rağmen (İbn Sa‘d, IV, 254) Zülhuleyfe sürekli meskûn bir mahal olmadı. Yakın çevresinde, özellikle de Akīk vadisinde iskân hareketleri başladıysa da devamlı bir yerleşimin görülmediği, hac günleri öncesinde bir çarşının kurulduğu Zülhuleyfe, tarih boyunca mîkāt yeri olmasının yanında buluşma ve geçici konaklama yeri olarak kullanıldı.

Hz. Hasan’ın soyundan Katâde b. İdrîs, Mekke’ye hâkim olduktan sonra Medine üzerine yürüdü (601/1204). Hüseyin’in soyundan gelen Medine Emîri Sâlim b. Kāsım ile Katâde’nin birlikleri Zülhuleyfe’de karşılaştı ve Sâlim, Katâde’yi Mekke’ye dönmeye mecbur etti (Abdülmelik b. Hüseyin el-Âsımî, IV, 225). Mekke Emîri Şerîf Sa‘d 1107’de (1695-96) kardeşi Muhsin’i nâib olarak tayin etmek için Medine’ye geldiğinde çadırını Zülhuleyfe’de kurdurdu ve şehrin ileri gelenleriyle burada buluştu (Abdülbâsıt Bedr, II, 376).

Zülhuleyfe’de Resûl-i Ekrem’in ilk defa namaz kıldırdığı semüre ağacının yeri belirgin duruma getirilip koruma altına alındı (Müsned, II, 136; Semhûdî, III, 422). Ömer b. Abdülazîz, Medine valiliği esnasında burayı Mescidü’ş-şecere adıyla mescide çevirdi. Mescid-i Zülhuleyfe, Mescidü’l-mîkāt, Mescidü’l-ihrâm da denilen bu mescidin daha aşağısında Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye dönerken namaz kıldırdığı mekân da belirlenerek mescid haline getirildi. Mescidü’ş-şecere’nin


güneydoğusunda (kıble yönü) yer alan Mescid-i Zülhuleyfe’ye göre daha küçük olan bu mescid Mescidü’l-Muarres adıyla şöhret kazandı. Abbâsîler zamanında onarım gören Mescid-i Zülhuleyfe kıble tarafında küçük bir kemeri, kuzeybatı köşesinde bir minaresi bulunan, taş ve kerpiçten yapılmış basit bir yapı idi (a.g.e., III, 423); çevresinde su kaynakları vardı ve sel yatağının üzerinde bulunmasından dolayı sık sık tamir ediliyordu. Memlükler ve Osmanlılar döneminde çeşitli onarımlar geçiren bu mekânı ziyaret eden Evliya Çelebi Mescid-i Zülhuleyfe’yi, Hz. Ali’ye nisbet edilen suyu bol ve lezzetli bir kuyunun yanında geniş bir hurma bahçesinin içinde on iki kubbeli, minaresiz, mahfili ve minberi olmayan, zemini kumla kaplı kâgir bir yapı olarak niteler (Seyahatnâme, IX, 338-339). Semhûdî’nin (ö. 911/1506) Mescid-i Zülhuleyfe’nin kıble tarafında bazı izleri bulunduğunu söylediği Mescidü’l-Muarres (Vefâǿü’l-vefâ, III, 424-427), Eyüp Sabri Paşa’nın kaydettiğine göre zaman içinde sellerle ortadan kalkmış ve arsası kumlarla dolmuştur (Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 1107).

XX. yüzyılın ortalarından itibaren hacı sayısının artması üzerine Mescid-i Zülhuleyfe’nin yenilenmesi ve çevresinde düzenlemelerin yapılması gerekliliği ortaya çıktı. Melik Faysal b. Abdülazîz döneminde birtakım çalışmalar yapıldıysa da asıl genişletme ve yenileme faaliyetleri Melik Fehd döneminde gerçekleştirildi. Çevresindeki yeşil alan ve sosyal tesislerle birlikte 90.000 metrekarelik bir alanı kaplayan ve 6000 metrekarelik iç alanında 5000 kişinin aynı anda namaz kılabildiği Mescid-i Zülhuleyfe ihrama girmek için buraya geleceklerin bütün ihtiyaçları karşılanacak şekilde düzenlendi. Bugün Medine’nin güneybatı sınırının ulaştığı, Medine-Mekke yolunun sağ tarafında kalan Mescid-i Zülhuleyfe’nin Mescid-i Nebevî’ye uzaklığı yaklaşık 11 kilometredir.

BİBLİYOGRAFYA:

Müsned, I, 28-29, 238, 252, 254; II, 136; III, 111; IV, 327-328; İbn Sa‘d, eŧ-Ŧabaķāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, II, 133; III, 339; IV, 254; İbn Şebbe, Târîħu’l-Medîneti’l-münevvere, I, 73-74, 166; Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), I, 473-474; Harbî, el-Menâsik ve emâkinü ŧuruķı’l-ĥac ve meǾâlimü’l-Cezîre (nşr. Hamed el-Câsir), Riyad 1401/1981, s. 425-429; Taberî, Târîħ (Ebü’l-Fazl), II, 620, 622, 638; III, 123; IV, 437; İbn Hazm, Ĥaccetü’l-vedâǿ (nşr. Ebû Suheyb el-Kermî), Riyad 1418/1998, s. 231-232, 251-253; Yâkūt, MuǾcemü’l-büldân, II, 295-296; Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüssâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, IV, 174-175; V, 101-106, 134, 225; Fîrûzâbâdî, el-Meġānimü’l-müŧâbe fî meǾâlimi ŧâbe (nşr. Hamed el-Câsir), Riyad 1389/1969, s. 119; İbn Hacer, Fetĥu’l-bârî (Hatîb), III, 450-451, 453; Semhûdî, Vefâǿü’l-vefâ bi-aħbâri dâri’l-Muśŧafâ (nşr. Kāsım es-Sâmerrâî), Beyrut 1422/2001, I, 194; III, 421-427; IV, 244-247; Sirâceddin İbn Nüceym, en-Nehrü’l-fâǿiķ (nşr. Ahmed İzzû İnâye), Beyrut 1422/2002, II, 60-62; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), IX, 338-339; Abdülmelik b. Hüseyin el-Âsımî, Simŧü’n-nücûmi’l-Ǿavâlî fî enbâǿi’l-evâǿil ve’t-tevâlî (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali M. Muavvaz), Beyrut 1419/1998, II, 46, 204, 463; IV, 225; Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 1107-1108, 1193-1194; Abdülbâsıt Bedr, et-Târîħu’ş-şâmil li’l-Medîneti’l-münevvere, Medine 1414/1993, II, 376; III, 292-296; Ahmed b. Yâsîn el-Hıyârî, Târîħu meǾâlimi’l-Medîneti’l-münevvere ķadîmen ve ĥadîŝen, Riyad 1419/1999, s. 111-114; Mustafa S. Küçükaşcı, Câhiliye’den Emevîler’in Sonuna Kadar Haremeyn, İstanbul 2003, s. 96, 150, 154, 171.

Mustafa Sabri Küçükaşcı