ZURNA

Türk mûsikisinde nefesli bir saz.

Farsça “düğün neyi” anlamındaki sûr-nây kelimesinden geldiği öne sürülür. Türk mûsikisinde daha çok halk mûsikisi ve mehter mûsikisinde kullanılır. Fonetik bakımından bu ada benzeyen dünyanın pek çok yerinde bu tip çalgılara rastlanmaktadır. Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Küveyt, İran ve Afganistan’da sûrnây, Keşmir’de surnaî, Pakistan ve Hindistan’da suna/sahnâî, Sumatra ve Malezya’da serunai, Çin’de suona, Kuzey Yunanistan ve Bulgaristan’da zourna, Libya ve Tunus’ta zukra, Arnavutluk’ta surle, Suriye, Irak, Türkiye, Ermenistan, Dağıstan, Azerbaycan ve Gürcistan’ın bazı bölümlerinde zurna kelimesi kullanılmaktadır.

Bilinen en eski örneğine eski Mısır en-strümanları arasında rastlanan zurnanın tarihi Orta Asya ve Avrupa’daki antik dönem uygarlıklarına kadar gitmektedir. Milâttan önce V. yüzyılda Antik Yunan’da kullanılan “aulous” ve Roma döneminde kullanılan “tibia” adlı çift kamışlı çalgılar Avrupa müzelerinde bu ailenin günümüze gelebilen ilk örnekleridir. Önceleri Türkler’de surnây ve nây-i Türkî adlarıyla anılmıştır. İbn Sînâ Kitâbü’ş-Şifâǿında, Abdülkādir-i Merâgī CâmiǾu’l-elĥân ve Maķāśıdü’l-elĥân adlı eserlerinde sûrnâydan söz etmektedir. Zurnanın, Güney kültür çevresi Mısır ve Memlük devleti mehterlerinde arabî türü, Kuzey-Türk kültüründe Kazan, Kırım ve Orta Avrupa’da Kuman Türkleri arasında, İran-Türk kültür çevresinde acemî ve âsafî türleri kullanılmış, Kırgız-Türk kültüründe askerî mehterlerin baş çalgısı olmuştur.

Zurnayı oluşturan başlıca kısımlar şunlardır: a) Kamış. Sipsi adını da alan, asıl sesin çıktığı bir kamıştan ibarettir. Suda bekletilip yumuşatıldıktan sonra ince ve basılı üst ucu ağza alınıp öbür ucu etemin içine yerleştirilerek kullanılır. b) Etem. Lüle yahut metem adı da verilen bu kısım, zurnanın nezik kısmının içine geçirilmiş ağaç veya metalden yapılma bir zıvanadır. Nargile ağızlığına benzeyen etemin gümüşten yapılanlarının ucuna yine gümüşten bir kordon takılır ve zurnanın boynuna halkalanır. c) Nezik. Tepe veya nazik adıyla da anılan bu bölüm, gövdenin üst ucuna lülenin çatlamaması için geçirilen ağaçtan yapılmış bir parçadır. Gerek etem gerekse nezik istenildiği zaman çıkarılabilecek hareketliliktedir. d) Avurtluk. Tablu ve bilezik de denilen, eteme geçirilen, bazan kenarları çentikli yuvarlak bir kısım olup kamış ağza alınınca dudakların kaymamasını sağlar. Ağaçtan, kemikten ve her türlü metalden yapılabilen avurtlukların en makbulü koyunun kürek kemiğinden olanlarıdır. e) Gövde. Zurna borusu da denilen bu bölüm zurnanın ses çıkaran açık ağızlı geniş bölümüdür. Zurna yapımında ıhlamur, ceviz, şimşir, gürgen, ardıç, kızılcık, dişbudak, erik gibi ağaçlar kullanılmış olup bunların arasında nem çekmediği için erik ağacı daha çok tercih edilir. Gövde üzerinde yedisi önde, biri arkada olmak üzere sekiz adet “hava döndüren” adı verilen delik bulunur. Bu deliklerin bittiği yerden itibaren boru genişler. Zurnada sesler öndeki deliklerin açılıp kapanmasıyla elde edilir. Deliklerin yukarıdan itibaren dört tanesini sağ el, üç tanesini de sol el idare eder. Sol elin baş ve serçe parmakları zurnayı tutmaya yarar; öbür parmaklar hareket halindedir. Bazı zurnaların uç taraflarında sağlı sollu, “cin deliği” ya da “şeytan deliği” denen iki ya da üç küçük delik açılır. Uğur getirdiğine inanılan bu deliklerin sesler üzerinde herhangi bir etkisi yoktur.

Burundan soluk alınıp verilerek ve ağızda hava yedeklenerek çalınan zurnanın tiz, keskin, genizsi ve son derece gür bir sesi olup çoğunlukla açık alanlarda çalınır. Zurnada istenilen duygu ve etkiyi oluşturmak için nefes çevirme işlemi yapılarak ezginin kesintisiz çalınması sağlanır. Böyle durumlar için gerekli olan nefes çevirme işleminde ciğerlerdeki havanın bitmesine yakın ağız boşluğu ve üst gırtlak hava ile doldurulduktan hemen sonra ciğerlerden gelen hava gırtlak kapatılarak engellenir. Ağız boşluğunda biriktirilen hava ile çalmaya devam edilirken burundan ciğerlere çok hızlı bir şekilde hava alınır ve her ihtiyaç duyulduğunda aynı işlem tekrarlanır. Nefes çevirme işlemi yapılırken akorttan kaymamak için diğer bir zurnacı da nefes çevirme yaparak dem tutar.

Bugünkü obuanın atası olarak kabul edilen zurna, Asya’da ve Anadolu’da kullanılan bir halk müziği ve askerî müzik çalgısı olup çoğunlukla davulla birlikte çalınır. Ancak Anadolu’nun bazı yörelerinde yerini gırnata denen klarnete bıraktığı söylenebilir. Zurna çalana “zurnacı” veya “zurnazen”, zurnacıbaşıya “serzurnaî” denilir. Zurnanın ölçüleri ve çeşitleri yöreden yöreye değişiklik gösterir. Sıkça kullanılan zurna çeşitleri ebatlarına göre şöyle sıralanabilir: Kaba zurna (33 cm.), orta zurna (31 cm.), cura zurna (29 cm.), zil zurna (23 cm.). Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde kaba zurna, cura zurna, âsafî zurna, arabî zurna, acemî zurna, şehâbî zurna çeşitlerinden söz etmektedir. XVIII. yüzyılın başlarında Levnî’nin minyatürlerinde, kadınlardan oluşan saray mûsiki heyetinde yer alan sâzendeler topluluğunda miskal, tambur, daire ve zurnanın bir arada çalındığı görülmektedir. Daha sonraki dönemde yapılan bir minyatürde acem kıyafetleri içerisinde bir sal üzerinde erkek dansçılara dört zurna, dört daire, iki nakkāre ve bir santurdan oluşan “mehter-i bîrûn” eşlik etmektedir (Feldman, s. 161).

Tarihî Osmanlı mehter takımlarında canlı, hassas sesiyle bağlı notaları ve süratli pasajları lâyıkıyla çalabilen tek çalgı zurnaydı. Ses genişliği kaba çârgâh (do) ile tiz hüseynî (mi) arasında olup taksim, peşrev, semâi gibi her türlü mûsiki formunun rahatlıkla icra edilebileceği bir çalgıdır. Zurna mehter takımlarının birinci


sazıdır. Keskin ve kuvvetli sesinden dolayı mehter takımları içerisinde yer alıp çoğunlukla düşman askerlerinin sinirlerini bozmak için savaş alanı içerisinde sürekli çalınırdı. Hadîdî’nin Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı eserindeki, “Çalıp tabl u nakkāre sunc u surnâ/Sadâ-yı Allah Allah oldı peydâ” beyti zurnanın bu özelliğini yansıtmaktadır. “Boruda peşrev olmaz” sözü her nasılsa son yüzyılda, “Zurnada peşrev olmaz” şekline dönüşmüştür. Yetişen pek çok zurna virtüozu göz önüne alındığında bu deyişin yanlışlığı ortaya çıkar.

BİBLİYOGRAFYA:

Hadîdî, Tevârîh-i Âl-i Osmân (nşr. Necdet Öztürk), İstanbul 1991, s. 90; Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), I, 305; Mahmut Ragıp Gazimihal, Türkiye-Avrupa Musiki Münasebetleri, İstanbul 1939, s. 13-14, 18; a.mlf., Musiki Sözlüğü, İstanbul 1961, s. 275; a.mlf., Türk Nefesli Çalgıları (Türk Ötkü Çalgıları), Ankara 1975, s. 11-14, 21-22, 55-62; a.mlf., “Davul-Zurna Hakkında”, TFA, sy. 78 (1956), s. 1241-1242; Haydar Sanal, Mehter Musikisi, İstanbul 1964, s. 65-69; L. Picken, Folk Musical Instruments of Turkey, London 1975, s. 485-508; Murat Bardakçı, Maragalı Abdülkadir, İstanbul 1986, s. 107; Cafer Açın, Enstruman Bilimi (Organoloji), İstanbul 1994, s. 42, 53-54; W. Feldman, Music of the Ottoman Court: Makam, Composition and the Early Ottoman Instrumental Repertoire, Berlin 1996, s. 71, 108, 161; The Diagram Group, Musical Instruments of the World, New York 1997, s. 44; Atınç Emnalar, Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı, İzmir 1998, s. 88; Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, Ankara 2000, VIII, 396-434; Ünal Yürük, Kaba Zurnanın Türk Müziğindeki Yeri ve Önemi (yüksek lisans tezi, 2001), İstanbul Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü; Seadet Abdullayeva, Azerbaycan Halk Çalgı Aletleri, Bakı 2002, s. 168-173; Ahmet Hakkı Turabi, İbn Sînâ Mûsikî, İstanbul 2004, s. 108; P. Christian, “Surnay”, Grove Music Online, www.oxfordmusiconline.com.divit.library. itu.edu.tr (20.10.2010).

Erhan Tekin